Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Yüreğime ateş saldı yağlı kurşun yarası
Bitez koyunun sahili boydan boya rengarenk şemsiyeler, şezlonglar ve koca koca minderlerle donanmış. Yerli, yabancı turistler çekincesiz sere serpe uzanmışlar. Kimi kızgın güneşte, kimi gölgede. Sahilde yürümek olanaksız. Denize de minderlerin arasından zikzak çizerek ulaşabiliyorsunuz Garsonlar bira, çay, kahve taşıyor. Yer gösteriyorlar. Bodrum’un denizi Balıkçı kokuyor. Uzaktan tekneler, gemiler, su motorları geçiyor. Koyu çevreleyen yamaçlarda beyaz evlerin her geçen gün artarak görünümü bozması biraz canınızı sıksa da serin sular ve balıkçı mavisi her şeyi unutturuyor. Restoran ve kafelerin yüksek sesli ezgileri birbirine karışıyor.
İhsan yeni geldi bu La Luna restorana. Gündüz plaj akşam restoran. Dolup taşıyor. ÖSS yi kazanamayınca yazın biraz para biriktirip yeniden dershaneye gidecek. Hasan’la birlikte küçücük bir odayı paylaşıyorlar. Yemeklerini de oradan yiyorlar. Yorucu iş tabii sabah sekizden akşam geç saatlere kadar sürekli ayakta. Azıcık oturacak olsa patrondan önce öteki çalışanlar söyleniyor. Sabah pek gelen olmuyor ama onlar restoranı temizliyor, plajdaki kumları düzeltip şezlongları yerleştiriyor, minderleri dizeliyorlar. Öğle üzeri bir uyku çöküyor, şu sarışın Rus kızın yanına mindere uzanıp kestirmek istiyor İhsan. Gerçi pek de kestirebileceğini sanmıyor. Kız öyle işveli ki onun yanına bir uzansa eli kolu boş durmayacak. Önce göğüslerini okşayacak. Pürüzsüz beyaz teni pembeleşmiş. İri göğüsleri patlamaya hazır tomurcuk güller gibi. Sarı saçlarını şöyle bir savuruyor her teli ok olup yüreğine saplanıyor. Siyah bikinisinin üstünü giymiyor. Altı da küçük bir üçgen. Alt köşesi iki bacağının birleşim noktasında ikiz kenar üçgen. Yalnızca küçük bir bölümü örtüyor. Arkasında incecik bir ip. İki küçük kavun ya da iri iki portakalın ortasından geçip belindeki kemere bağlanıyor. Bir ince fiyonk. Eliyle uzanıp o fiyongu çözdüğünü düşlüyor hep. Sonra içi gıcıklanıyor.
- Hey oğlum 7 numaraya baksana!
İhsan bakışlarını zorla ayırıyor Helga’nın diri bedeninden. İki soğuk bira kapıp veriyor Alman müşterilere. Bir de patates. Şişman bedenini yaymış mindere mutlu gülümsüyor kadın, Adam da gerinerek göbeğini kaşıyor. Çocukları kumdan kale yapıyorlar kıyıda.
Bir gurup genç sekili bölümde oyun oynayıp gülüşüyor. Sık sık el şakası yapmaları kızların cilveli çığlıkları İhsan’ı deli ediyor. Bütün gün yiyip içip denizde boğuşuyorlar. Hiç mi bitmiyor paraları, sıkıntıları yok mu? Hasan’ın dediğine göre geceleri de diskoya giderler, geç saatlere kadar eğlenirlermiş. Ana babaları bir şey demez mi ki bunlara?
Bunları düşünürken İhsan’ın bakışları yine Helga’nın pembeleşmiş tenine yöneliyor. Telefonda konuşan kızın dudakları açılıp kapanıyor, dili ağzının içinde dişlerine alt ve üst damağına değiyor, sesi yeni ağaran gün kızıllığındaki dudaklarının arasından iştahla dökülüyor. Müşteriler ve diğer çalışanlar anlamasın diye şöyle bir dolaşıp boşları topluyor. Mutfağa girmesiyle çıkması bir oluyor. Helga’ya doğru ilerliyor. Kimle konuştu acaba? Sevgilisi miydi?. Bu kadar güzel bir kızın mutlaka sevgilisi vardır. İyi ama neden yalnız geldi tatile.
Birden Helga ona gel diyor. Yanına gittiğinde gülümseyerek güneş kremini uzatıyor ve arkasına sürmesini işaret ediyor. Sonra da bir güzel yüzü koyun uzanıyor. İhsan ne yapacağını bilemeden bir elinde krem bu diri bedene öylece bakıyor. Tıpkı düşlerindeki gibi. Şimdi yatıverse üstüne…
-İhsan ne duruyorsun oğlum. Kız hazır hadi bitir işini.
Enver bu. Geveze ne olacak. Yılışık.
İhsan toparlanıp kızın yanında diz çöküyor. Sonra bakan var mı diye etrafına kaçamak bir bakış fırlatıyor. Herkes kendi havasında. Nereden başlayacağını bilemiyor. Titreyen parmaklarını Helga’nın yuvarlak omuzlarında, kuğu boynunda, kürek kemikleri üzerinde bir bebeği okşar gibi gezdiriyor. Kızın gevşediğini ve bir şeyler mırıldandığını duyuyor. Parmakları usulca beline doğru iniyor, denize ulaşmak isteyen bir ırmağın coşkusuyla belindeki ince kemere ulaşıyor.
O sırada patronun çatlak sesi gök gürültüsü gibi düşüyor düşlerinin ortasına.
İhsan!!!
Yıldırım çarpmışa dönüyor. Ayağa kalkıp kremi kıza uzatıyor. Kız bozuk Türkçesiyle teşekkür ederim diyor, gözleriyle içiyor İhsan’ı. İhsan erimiş, patronun yanına gidiyor gönülsüz. Kovuldum diyor. Daha bir ay bile olmadı. Şimdi para da vermez bu adam bana eve nasıl dönerim? Anneme ne derim? Ya dayım? Bu işi bana o buldu. Bizim köylü Hasan’ın yanına da yerleştirdi. ‘Biz seni aşna fişne yapasın diye mi gönderdik oralara’ demez mi? Hasan da bütün köye yayar. Kimse Rus kızının böyle göğüsleri ortada yatmasına bir şey demez de beni ahlaksızlıkla suçlar. ÖSS nin de… köyün de …patronun da… Rus kızının da… Yok canım Helga’nın ne suçu var. Kız tatile gelmiş. Güneşleniyor. Onların orda böyle besbelli. Güzel olmak suç mu? Ne bilsin benim ona içten içe yandığımı.
Öbür garsonlar manalı gülüştüler.
Serseriler, akılları sıra benimle dalga geçiyorlar, belki de kıskanıyorlar. Plajdaki en güzel kız benimle ilgilendi diye. Sahi ilgilendi mi benimle?
Patron İsmail Bey’e ulaştırması için bir zarf veriyor. Çabuk gelmesini söylüyor. Neyse bir şey sezmemiş anlaşılan. Bu İsmail bey de sağlam ayakkabıya benzemiyor. Koca şişko. Akşama kadar elinde bira bardağı ha bire yuvarlıyor. Bizim patronla da fısır fısır bir işler mi çevirirler bilmem. Aman bana ne, ben işimi yapar, paramı alırım. Hem dayım “ kimsenin etlisine sütlüsüne karışma, karıya kıza bakma, çalış adam gibi dersane paranı biriktir.” demedi mi… Söylemesi kolay. Babam olsa ben de buralarda el alemin ağız kokusunu çekmezdim. Herkes hem dersane ,hem özel ders öyle kazandı. Odun getir İhsan! Çarşıya git İhsan! Pazara git İhsan!
Neyse canım o kadar da kötü değil. Burada bir iki değişik insan görüyoruz hiç değilse. Arada İngilizce falan da konuşuyorum. Karnımız da doyuyor…
Döndüğünde Helga’yı süzüyor önce. Bıraktığı gibi yüzükoyun yatıyor. Enver yılışıp duruyor karşıdan. Patronun akrabasıymış, dokunulmazlığı var. O yüzden böyle pervasız. Bir iş de yaptığı yok.. Hasan alışkın daha önce de çalışmış biliyor buraları. İlk günden uyardı sataşma ona, görmezden gel, uzak dur dedi.
- Bakar mısınız?
- Buyurun efendim!
- Soğuk bira, biraz da pommes frites.
- Hemen getiriyorum.
İhsan içeri koştu, siparişleri getirdi. O sırada Helga’ ayağa kalktı şöyle bir gerindi. Sıcaktan rahatsız olmuştu anlaşılan serinlemek için denize giriyor. Patron çağırmasaydı birkaç kelime ederdi onunla. Nasıl da alımlı kafir. İhsan’a bakıp gülüyor. Denizde kuğu gibi süzülüyor. Ben de gidebilsem yanına ,suda kucaklasam, şöyle batırıp çıkarsam, ıslak dudaklarından öpsem…
- Ne o gözlerinle yiyorsun kızı.
Hasan görmüştü onu.
- Yok canım. Nerden çıkarıyorsun.
- Oğlum üstüne çıkıyordun nerdeyse.
- Hadi be sende. Krem sürüver dedi.
- Müşteri memnuniyeti yani. Ne derse yapıcan öyle mi?
- Sen yapmaz mısın?
- Öte bile geçerim oğlum.
Hasan bir şaplak indirdi gülerek İhsan’ın omzuna. Onun bozulduğunu görünce de gönlünü aldı.
- Bozulma be oğlum. Şaka yaptım. Yalnız dikkat et tepe noktasına dokunma.
- Tepe noktası mı? O da ne?
- Sen de pek toysun be oğlum. Hani üçgenin tepe noktası yok mu? Anlarsın ya?
İhsan aptallaşmış arkadaşının dediklerine bir anlam veremediği için canı sıkılmıştı. Üstelik ikide birde böyle cahil duruma düşmek hoşuna gitmiyor, Hasan’ın deneyimini içten içe kıskanıyordu. Hasan iyi çocuktu. Köylüsünü kolluyordu.
- Bak şimdi şu esmer kızın sarı bikinisinin önü üçken gibi değil mi? Tepesi neresi?
İhsan kıpkırmızı olmuş, utandığını belli etmemek için başka tarafa bakmaya çalışıyordu.
Tepe noktası ha! Vay anasına. Bu Hasan’dan korkulur. Gülmemek için kendini zor tuttu. Bizim matematikçi de böyle anlatsa ya dersleri. Allah Allah tepe noktası…
Hasan kola götürüyordu bir çifte.
İhsan denize doğru yaklaştı. Güneş fena yakıyordu. Kıyıda oynayan çocuklara baktı. Küçükken bahçedeki sulama havuzuna girip pis suda oynadıkları geldi aklına. Şimdi pırıl pırıl deniz uzanıyordu ayaklarının dibinde ama giremiyordu. Ancak sabah erken izin vardı. O zaman da uyumak istiyordu.
Akşam masaları toplamış, restoranı kapatıp odaya yatmaya girdiğinde Hasan duş almış, giyinmiş, koku sürüyordu.
- Hayrola, nereye böyle gece vakti?
- Oğlum burada hayat on ikiden sonra başlar.
İhsan geleli gece pek çıkmamıştı. Öyle yoruluyordu ki başını yastığa koyar koymaz uyuyordu.
- Sen de gel, diskoya gidicez.
- Ben yorgunum. Hem biraz test çözerim belki.
- Ne testi be oğlum. Çık dışarıya da biraz insan içine karış, gözün gönlün açılsın. Bak İbrahim üniversite bitirmiş de ne olmuş. Bizimle aynı parayı alıyor. Kalk hadi kalk…
- Belki Helga da gelir.
Helga’yı duyunca bir hoş oldu.
-Bekle o zaman, ben de giyineyim.
Erzak konmak için ayrılan bu bölüme sonradan iki yatak eklenerek oluşturulan bu küçük odanın ufacık bir de penceresi var. Uyduruk bir tel takılmış. Bir de eski dolap. Yine küçük ve ilkel bir banyo tuvalet. İhsan hemen duşun altında buluyor kendini. Su zaten ılık. Günün teri kiri akıp giderken hoş bir gevşeme sarıyor bedenini. Genleşip diriliyor. Giyinip ayna karşısına geçince yüzünde farklı bir kişiyi görür gibi oluyor. Baya yakışıklı ve sağlıklı buluyor kendini. Yanık teni, iri kahverengi gözleri, biçimli burnu…Evet oldukça yakışıklı. Dikkatli bakınca Asiye’yi görür gibi oluyor aynada. Ayrılıklarını anımsıyor. 9 Eylül İşletmeyi kazanıp İzmir’e gitti. Halasının yanında kalacak. Yeni arkadaşlar yeni çevre. Ben buralarda… Asiye güzel kız, akıllı kız ama beni beğenmez artık. Dönüp bana bakmaz. Yüreğinden bir yalım ateş gelip geçiyor. Elleriyle saçını düzeltip Asiye’yi aynada bırakıyor. Hasan’ın kokusundan sıkıyor biraz. Şimdi tamam. Asiye’nin gözleri onu izliyor gibi geliyor ona. Aynaya dönüp ters ters bakıyor. Sen gittin bitti bu iş. Tamam mı? Rahat bırak beni der gibi.
Gece güzel. Ilık bir esinti var. Mehtap ışıltıları su yüzünde oynaşıyor. Sokaklar gündüz gibi kalabalık. Kafeler, barlar, alışveriş merkezleri cıvıl cıvıl. Değişik müzik sesleri sokaklara yayılıyor. Kadınlar incecik askılı elbiseler, şortlarla bedenlerini sakınmadan özgürce dolaşıyorlar. Yanık tenleri sağlık ve güzellik göstergesi… Erkekler de spor giyinmiş. Yüksek sesle konuşup şakalaşıyorlar. Bebek arabalarını süren genç anneler, babalar, dondurma yiyen çocuklar… Tatilin rahatlığı var yüzlerinde. Geç saatlere kadar eğlenip ertesi gün öğleye kadar uyuyorlar.
Eğlence çoktan başlamış. Tarkan yırtınıyor. Gel gel acımıcak. Gel gel gel acımıcak. Ortadaki renkli ışık topu döndükçe yüzler, eller ayaklar kırılıp dökülüyor, değişik şekilde yansımalar ses yankısıyla birleşip yeniden ayrışıyor. Bir ışık yumağının içine düşüyorlar. İhsan gözlerini kısarak uyum sağlamaya çalışıyor. Hasan onu çekiştirip kızlı erkekli neşeli bir gurubun yanına götürüyor.
- Hoş geldiniz beyler.
- Vay vay vay! Beyimiz de artık Bodrum gecelerine akmaya başlamış desene.
Bir elinde içki, diğer eli yanındaki kızın belinde. Kız gülüyor. Saçlarını ensesinde toplamış. İnce askılı, göğsünün yarısını ve bacaklarını açıkta bırakan kırmızı mini elbisesiyle ben buradayım diye bağırıyor. Guruptan esmer güzeli bir kız göz kırpıyor İhsan’a elini tutup
İhsan daha ne olduğunu anlamadan kendini deli gibi çalkalayan kalabalığın arasında buluyor. Bir yandan yanıp sönen ışıklar, diğer yanda bangır bangır müzik, sersem oluyor. Kız habire kollarından çekiştirip kendine doğru çekiyor, kucaklar gibi yaklaşınca baygın kokusunu duyuyor İhsan. Saçlarını savurdukça yüzüne değiyor. Kız çok içmiş. Şaşkına dönen İhsan’ı da bırakmıyor. Hasan’ı arıyor gözleri. O da bir kızın beline dolamış kollarını halinden memnun sırıtıyor.
- Oturup bir şeyler içelim
- Sen otur ben dans edicem
Deyince rahat bir nefes alıyor ihsan. Köşedeki masada Helga’yı görüyor o anda. O tarafa yöneliyor. Helga çiçekli, sırtı açık, uzun bir elbise giymiş. Hafif makyajıyla yanık teni ışıkların altında çok çekici görünüyor. Adımları onu kendiliğinden Helga’nın yanına götürüyor. Fonda Tarkan bağırıyor.
Gel gel gel güzelim. Gel gel acımıycak…
Sanki çağıran Tarkan değil de Helga… Şaşkınlığı geçmeden kız ateşli bir öpücük konduruyor İhsan’ın ürkek dudaklarına. Elinden tuttuğu gibi piste götürüyor.
Vay anasına bu ne ateşli kadın böyle. Elleri vücudunun her yerinde geziniyor, aşağılara iniyor, kalçalarını okşuyor. İhsan şaşkın, bir o kadar da mutlu, kendinden geçiyor. Tam kızın kuğu boynundan öperken:
Kıpırdamayın ellerinizi başınızın üstüne koyun!
Herkes ne olduğunu anlamadan araca bindirilip karakola götürülüyor. Hasan, Helga ve diğerleri bir süre sonra evlerine dönerken İhsan parmaklıkların ardında ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Bu uyuşturucu paketin nasıl olup da pantolonunun arka cebine girdiğini düşünüyor.
Dayısına, anasına, Asiye’ ye, köydekilere ne diyeceğini düşünüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.