Halil Şahin
HESAP SORULMALI
Siyasetçiler, gazeteciler, hukukçular ve askerler ve hatta bilim adamları günlerdir, aylardır, yıllardır tutuklular. Ortada ne suç var, ne kanun var, ne hukuk var, ne kanıt var! Varsa yoksa medya üzerinden Psikolojik Savaş saldırısı var. Yalan var, iftira var, sahte CD’ler, üretilmiş belgeler, yalancı ve gizli tanıklar, tertipler var! Kısaca hukuk yok, tertip var! İddialar uydurma, yalan ve sahte olduğu kanıtlandıkça geri adım atılıyor. Bazı tutukladıklarının, ilgili yasa maddesinden açılmış bir davası yok! Yani kanunsuz biçimde tutuklular, hürriyetleri Silivri Mahkemesince gasp edilmiş durumda. Sizler böylesi senaryo ile düzenlenmiş sahneleri iki dönemdir yaşıyorsunuz. Bir mahkeme başkanı bu gerçekleri kabul edip, tutukluların tahliye edilmelerini istiyorken, yargıda örgütlenmiş elemanlar hayır diyor! Tüm tutukluların durumu farklı değil. Ama “Kanunsuzluğa, hürriyetin gaspına devam!” diyorlar. Vicdanlar nerede? Hangi kör kuyuya düştü? İktidardakiler davaların tarafı durumunda kaldığı yaygın kanı. Hatta bir dönemin Başbakanı, davanın savcısı olduğunu ilan etmiş, daha sonrakilerde de müdahil olabilmişler. Adalet Bakanı başta olmak üzere hükümet üyelerinin, Mahkemeleri çeşitli yöntemlerle baskı altına alıp yönlendirdikleri cümle alemin zihninde yankılanıyor. Yaptıkları bazı açıklamalarda; Silivri’de özel mahkeme kurdukları, özel soruşturma yürüttüklerini ifade ettikleri güncel basında korkusuzca yer almış durumda. Aynen; eş başkanlıklarını cümle âleme duyurdukları gibi, kendi suç fillerinin kanıtlarını ortaya koymaktalar. Hiçbir nesnel zorunluluk bulunmamasına karşın, yargılamaların, kentten kilometrelerce uzakta, tel örgülerin ardında, yüksek güvenlikli cezaevi koşulları altında yapılması aleniyeti ortadan kaldırmaktadır. Toplanacak delil bulunmaması veya delillerin karartılması olasılığı bulunmadığı; Kaçma kuşkusu bulunmadığı; Toplumsal konumlar dikkate alınmadan; Diğer yasal unsurlar bulunmamasına karşın tutukluluk halleri “mevcut delil durumu” gibi soyut ifadelerle sürdürülmeleri ise tam bir adalet garabeti. Uzun süreli tutukluluklar, yargısız infaza dönüşmüş. Haksız tutuklamaların yanı sıra kanunsuz tutukluluk halleri de garabetliliği artıran oluşumlar. En çarpıcı örneği; Senem ve Çiçek hakkında, tutuklanmalarına dayanak kılınan TCK maddesinden dolayı dava açılmamıştır. Yine haklarında düzenlenen iddianamede yer alan suçlama maddeleri nedeniyle haklarında tutuklama kararı da bulunmamaktadır. Buna karşın kanunsuz olarak cezaevinde tutulmuştur. Böylesi örneklerin hukuki adı “tutukluluk” değil, hürriyeti sınırlamadır. Bu uygulamanın kanunsuzluğu, Yargıtay ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından da saptanmıştır. Soruşturmalarda ev ve işyerlerinde yapılan aramaların hemen tamamı kanuna ve usule aykırı yapılmıştır Nitekim AÜ Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku Anabilim dalı öğretim üyelerince düzenlenen bilirkişi raporundaki yasaya aykırılıklar sebebiyle aramayı yapan polis şefleri hakkında kamu davası açılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, hazırladığı iddianamede bu uygulamaların hem arama kararına, hem de CMK’ya aykırı olduğu saptaması yapılmıştır. Aramanın Gece Yapılması, Arama Kararına aykırıdır. Parti yetkililerinin binaya alınmaması yasa dışılık değil mi? Örneğin Dr. Perinçek hakkındaki arama kararını İstanbul Mahkemesi’nin vermesi yasa dışılık, arama sırasında götürülüşü yasa dışılık. Alınan eşyaların listesinin imzalatılmaması yasa dışılıktır.! Toplum vicdanının kanaati bu! ‘Soruşturma’ ve ‘kovuşturma’ eşzamanlı olarak sürdürülmesi yani bir yandan ‘yargılama’ yapılırken öte yanda, savcılık ve emniyet tarafından aynı konuda, hatta aynı sanıklarla ilgili olarak ‘soruşturma’ sürdürülmesi hukuk usul hükümlerine aykırı olup, adil bir yargılama yapılmasını olanaksız kılmaktadır. İddiaya dayanak, suç kanıtı olarak ileri sürülen hemen tüm belge ve bilgiler kanunsuzdur. Kanunsuz aramalar, hukuka aykırı dinlemeler vb yollarla elde edilen sözde delillerin yok hükmünde oldukları, mahkemelerce hükme dayanak kılınamayacakları tartışmasızdır. Bu yanıyla bakıldığında özellikle hemen bütün aramaların kanuna aykırı yapılması karşısında neredeyse hükme esas alınabilecek ‘delil’ bulunmamaktadır. Kaldı ki; iddianamelerde, gerçeğe aykırı oldukları mahkeme kararları ve resmi belgelerle sabit olan iddialara yer verilmiştir. “Hukuki sonuca bağlanmayan” iddialara İddianamede yer verilmesi yasalara aykırıdır. Ayrıca; İddianameler, “Soruşturma ve kovuşturma sırasında kimi deliller ve özellikle sanıkların lehine olan bu anlamda savunma kanıtı niteliği kazanan kanıtlar savcılar ve mahkemeler tarafından sanıklardan gizlenmesi de abestir. Kovuşturmada ortaya çıkan deliller, bu kovuşturmaya paralel yürütülen soruşturmalar ve hazırladıkları yeni iddianamelerde gizlenerek karartılması çok acayip değil mi? “Delillerin karartılması ihtimali” sanıklar için tutuklama nedeni iken; savcılarca doğrudan delillerin karartılması anlayışı ve uygulamaları millet huzursuz ediyor. Gözlerden kaçan bir başka husus daha var. Örneğin; Siyasi Partiler, Anayasa güvencesi altında faaliyet yürütürler. Bu güvence demokratik işleyişin güvencesi olarak Anayasa ve Siyasi Partiler Kanununda amir hükümler biçiminde düzenlenmiştir. Partilerin, Anayasa ve SPK’da sayılı yasakları ihlal etmeleri halinde yargılama makamı ise Anayasa Mahkemesi olarak belirlenmiştir. Oysa bu davalarda, İşçi Partisi’nin yasal faaliyetleri yargılanmaya çalışılmıştır. Genel Başkanı, Genel Sekreteri, parti faaliyetlerinden dolayı yargılanmağa çalışılmış; Partinin temel belgeleri ve Merkez Organlarının karar ve bildirileri suçlama konusu yapılmıştır. Ama her nedense TBMM’deki hiçbir siyasi parti bunlardan söz etmemektedir. Anlaşılan o ki; her biri sıra kendilerine geldiğinde ağlamaklı olacaktır. Nitekim öyle olagelmektedir. İşte bu nedenledir ki, bunun hesabı muhataplarından mutlaka sorulmalıdır. Bu hesabı sormayı göze alanlar bu ülkede iktidar olacaktır. Çünkü milletin aslında beklentisi de budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.