Ayaklarına dek gidip kapandılar, yanaklarından ve ellerinden öperek vekâlet alıp seçildiler. Seçilmişliğin seçkinciliğine saparak, suskun millet yarattılar.
Kendilerini maaş ve harcırah şampiyonu yaparlarken, halkı soydurdular soğana çevirdiler. Onları, Anadolu saflığında anadan doğma ümmi hale getirdiler. Başları kalktıkça dövdüler; şamar oğlanına döndürdüler, acılar içinde kıvrandırdılar.
Acılarını, ancak Nihat Behram’ın dizeleriyle seslendirebildiler…
“Haykır acını ey halk, baş eğme haykır
Bir yol kavşağındasın ve ancak
Yaraların, haykırışlarla onarılır.
Bir yol kavşağındasın ve senin
Değişmek için çırpınıyor kaderin
Kuşan alnında biriken o kara teri
Sırtında şakırdayan kırbacı kopar
Soluk al, ışıldat o mazlum yüreğini
Bak; korlaştı acıların, kozalandı
Ey halk, parçala şu nankör suskunluğunu
Başını kaldır artık
Sevginin ve öfkenin uğultusunu
Bağrına vura vura taşırken sana
Karşılık gözetmiyor o gencecik insanlar
Ne barbarın tehdidi, ne dişleri kıran elektrik
Dalga dalga yayılan o rüzgârı durdurabilir
Bu direniş senin için ey halk
Bu çığlık senin kollarınla
Yıkılsın şu köhne dünya!
Ve coşkuyla yeniden kurulsun diye çınlatıyor hayatı
Bir yol kavşağındasın fakat
Mutlaka değişecek kaderin
Bunu bekliyor şu ıslak çukurlarda yürüyen şu yoksul çocuk
Bunu bekliyor gözevleri kurutulmuş analar
Bunu bekliyor zincirin oyduğu bilek
Bunu bekliyor açlık, kuraklık, ılık ılık akan kan
Bunun için en gençlerimizi ölümle tanıştırdık
Kuşan kendini artık,
Biraz da gövdeni yüreğinle kırbaçla
Ey halk, haykır acını; bu kara dumanı dağıt.
Çağrıyı duydular, sokağa döküldüler. Ama birileri bayram yaptı o günü. Kendi canını kurtarmak isterlerken, başkalarının canlarını kurtardılar ve onlara ikbal sundular…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.