Saime Bircan Sak
ACI ŞEKER
Bodrum’un dağlarında silah sesi var Silah sesi değil Ali Bey’in yası var Okulun bahçesi plastik sandalyelerle çevrili. Orgun sesi köyde yankılanıyor. Genç kızlar en şık giysileri, makyajları, yapılı saçlarıyla ışıl ışıl. Yavaş yavaş yerlerini alıyorlar. Delikanlılar beklenti içinde. Yürek çarpıntıları birbirine karışıyor. Kimi sevdiğini görecek kimi yenileyin sevdalanacak. Gülfidan için bir zamanlar oyun oynadığı bu okulun bahçesine şimdi gelinlikler içinde, alkışlar arasında gelmek, çok değişik ve hoş bir duygu. Solist, çifti dansa davet ediyor. İzmir’de ısmarlama dikilen omuzlarını açıkta bırakan gelinliğin etekleri toprak bahçeyi süpürürken gelin nazlı nazlı gülümsüyor. Çiçeklerle bezeli uzun duvağı, topuz yapılmış saçları yüzünü daha da güzel göstermiş. Yapılan makyajla gözlerinin yeşili pırıl pırıl. Nasıl kıydın Mefaret Hanım kendi kendine Altın makas gümüş bıçak ile doğradılar tenini Gelini karşılamak için pek de uygun olmayan bu Bodrum türküsünü bütün düğünlerde dinlemeye alışkın Ekinambarı Köyü sakinleri birer birer piste geliyor. Kız kıza, kadın kadına dansı kimse yadırgamazken arada çiftler de katılıyor kalabalığa. Türbanlı bir iki kişi de etrafın meraklı bakışlarına aldırmadan keyifle dans ediyor. Hastane önü incir ağacı annem ağacı Doktor bulamadı bana ilacı annem ilacı Baştabip geliyor zehirden acı Garip kaldım yüreğime dert oldu annem dert oldu Ellerin vatanı bana yurt oldu annem yurt oldu. Önceden hazırlanmış dizi şarkı ve türküleri sırayla söyleyen solistin sesini Bodrum hava alanından kalkan uçakların gürültüsü delip geçiyor. Elini uzatsan dokunacak kadar yakın. Köylüler alışkın bakmıyorlar bile. Onlar da sanki yeni evlileri selamlıyor. Düğüne uzaktan gelenler, şaşkınlıkla biraz da korkuyla izliyorlar her uçak geçişini. Derken solistin neşeli sesi: -Haydi artık tempo. Hep birlikte coşuyoruz. Tarabya’da villası Cafcaflı arabası Her gün barlarda gezer İstanbul hovardası Kalabalık gittikçe coşuyor. Arka sıralarda ayaktaki gençler bira şişelerini arka arkaya boşaltıyor, yerlerinde sallanarak şarkılara eşlik ediyor, birbirleriyle şakalaşıyorlar. Arada bir patlama sesi duyunca ürkenler bunun bir oyuncak tabanca olduğunu görünce kızıp söyleniyorlar. “ Çocukların eline bu yaşta oyuncak tabanca verilirse büyüyünce de çekinmeden kullanıyorlar..” Gelinle damat ayakta takı takanların ellerini öpüyorlar. Bilezikler sıralanıyor. Küçüklü büyüklü altınlar, paralar iğneleniyor. Fotoğraf makinaları, cep telefonları ve kamera bu anları ölümsüz kılmak için yarışta. Gelini, yengeler götürüp kına giysileri içinde mumlar ve türküler eşliğinde yeniden getiriyorlar. Pullu kırmızı örtüsünün altında ağladığı, başının usul usul sallanmasından belli. Rafa koydum biberi Gidiyor evlerin dilberi Gelinim gınan gutlolsun Hem orda hem burada Dilin datlolsun… Ekinambarı Köyü’nün gelinlik kızları, taze gelinleri, el çırparak çalgıcıların kına havasına eşlik ediyor. Dayı karısı yakıyor kınayı özenle. Pamuk, zeytin toplayan, ineklerin sütünü sağan, bulaşık çamaşır yıkayan ellerine, yorgun ellerine. Yeni evinde çamaşır bulaşık makinası var. Artık oje sürüp kremleyecek hamarat ellerini. Gülfidan, avucunu yumruk yapıp bahşiş almadan açmıyor. Kaynana bir altın bastırınca alkışlanıyor. El çırpan gelinlerin kolları şıkır şıkır. Düğününde kırk bilezik takılan Zeynep kasım kasım kasılıyor. Kızların gözü bileziklerde. İçlerinden hayırlı bir kısmet için dua ediyorlar. Köyün kadınları açıkça dile getiriyor dilekleri. Bir yandan da kaşla gözle kimi kime yakıştırsak diye bakınmadalar. Delikanlılar ağaçların altında karanlığı siper edip dizilmiş oynayan kızları izlerken böyle bir düğünle sevdiği kızı almayı düşlüyorlar. Gülfidan, güzel kız. Boyu bosu, çağla yeşili gözleri… Allah özenip yaratmış. “Şehere gidecem,” diye geri çevirmiş kısmetlerini. Geç oldu ya güzel oldu. Bunca beklemesine değdi doğrusu. Damat İzmir’den. Yalıkavak’ta çalışıyor, işi de iyiymiş. Beyaz eşya bayisi varmış. Kocaman bir ev kiralamış. Yeni yapı, mandalin bahçesi içinde. Denize de yakın. İki banyosu, kocaman balkonu varmış. Mobilyaları İzmir’den ısmarlanmış. Gülfidan’ın çeyizi de dillere destan… Allah gönendirsin dirlik dizenlik versin. Hamarat kız. Eline diline çabuk. Koca evi, hayvanları, bahçeleri çekip çevirmede annesine yardımcı. Yengeler yakar kınayı Aşk olsun seni doğuran anayı A gelin gınan gutlu olsun Hem orda hem burada Dilin datlolsun…. Gelin ağladıkça annesinin içi parçalanıyor. Biricik kızını hoş tutacaklar mı? Yüzü gülecek mi? Bahçede çalışmaktan kırışmış yanık yüzünden gözyaşları sicim gibi akıyor. Kolay mı, babasız çalışıp didinip kızını bu yaşa getir, sonra elin oğlu alsın gitsin. Nasıl dayanacak kızının ayrılığına? Ah, babası sağ olaydı da göreydi kızını telli duvaklı. “Mevlam kızımı güldürsün.” Diye düşünerek içini çeke çeke ağlıyor annesi. Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler Kınalı elleriyle gelin ve damat yeniden oynuyorlar. Oynayan kızlara kaynana birer kırmızı yazma veriyor. Kimi boynuna kimi beline bağlayıp gülüşerek dolanıyorlar pistte. Kaç göç yok. Delikanlılar birer birer piste atıyor kendini. Yabancı parça istiyorlar. Biranın da etkisiyle neşeyle zıplamaya başlıyorlar. …………………. Aşçı ve bulaşıkçı sabah ezanında geldiler. Üç gündür yemek veriliyor her gelene. Kazanlar kaynıyor, tepsiler dolup boşalıyor. Masalar kurulmuş; gelen yiyor, giden yiyor. Bir yanda davul zurna yolcu edecek gelini. Akşamki çalgılar da aynı havalarla oyuna çağırıyor karnı doyanları. Kız evinde bir telaş… Bir tepsi baklava, bir tencere tavuklu pilav, bir büyük ekmek, parlak kağıtlara sarılıp kurdeleyle bağlanmış gelin arabasına konuyor. Sıra şeker kırmada. Abisinin karısı aranıyor. Davullar çift çift vurula Avluda halay kurula Gözlerin aydın kaynana Şen ola düğün şen ola Kaynana bir an önce gelini alıp gitmeyi düşünürken “acaba ne bahşiş isteyecekler onu odadan çıkarmak için” diye tasada. Çok dökülüp saçıldı. “ Hayırlısıyla bir yola çıkabilsek” diye kaygılı. Bir o kadar da seviniyor. Oğlunun başını bağladığı için. Önce köyden kız almayı istemeyip direndiyse de gelinini sevdi. Saygılı, güler yüzlü, hamarat. Oğlunun da yüzü gülüyor. Birbirlerine pek yakışıyorlar. Yenge geliyor. Tepsi içinde tüle sarılı kırmızı şekeri gelinin başında kıracak. Şeker gibi tatlı olsun evliliği diye. Tepsiyi başının üstünde tutup pirinçten havan kolunu önce yavaştan şekerin üstüne indiriyor. İkinci darbede biraz daha hızlı vurayım derken tepsiyi tutan eli titriyor. Tepsinin başına vurmasıyla sersemleyen gelin başını çekmek istiyor ama duvağı ayağına takılınca kendini yerde buluyor. Başı betona çarpıyor. Damat şaşkın, gelini kucaklıyor. Gelin arabası acı acı korna çalıp hastaneye yollanıyor. Tokmak davulcunun elinde.Davul susuyor. Bir feryat bir figan bahçede koşuşturma… Yenge bir elinde tepsi diğerinde havan sapı, dövünüp kanlı yaşlar döküyor. Anne şokta. Kolonyalarla ayıltmaya çalışıyorlar. Cep telefonları faaliyette. Henüz haber yok. Kazanlarda yemekler, arka bahçede dağ gibi bulaşık. Uçak gürültüyle geçiyor. Mısır koçanları sallanıyor sarsıntıdan. Bu adeti çıkarana lanet okunuyor. Herkes yengeye kızıyor. Beceriksiz, bir şekeri kıramadı diye. Yengenin romatizmalı kolunun uyuştuğunu, bazı geceler ağrıdan uyuyamadığını bilmiyor kimse. “Elim kırılaydı da vuramaz olaydım. Allahım benim canımı al da onu bize bağışla.” Dünürünü ayıltmaya çalışanlar arasında kaynana şaşkın. Gülfidan’ın canı tez ayakları, bin umutla dokuduğu rengarenk halıların üzerinde nazlı nazlı gezinemeyecek. O güzel başına çekmeceler dolusu oyalı yazmaları takamayacak. Özenle döşediği odasında, kış geceleri sobanın başında ördüğü dantellerle süslediği çarşafların üstünde yatamayacak. Banyosunda şırıl şırıl yıkanamayacak. Balkona çıkıp mandalin bahçesine bakarak gülümsemeyecek. Erkeğinin kadını, evinin hanımı olamayacak. İzmir’e kaynanasına gidip kordonda nişanlıyken oturduğu kafede çay içemeyecek Çok merak ettiği teleferiğe çıkamayacak. Düğün evi yasta, şeker acıdı; zehir oldu, bütün yürekleri yakıp kavurdu. Artık ne orada ne burada gelin yok. Saime Bircan Sak
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.