Halil Şahin
DÜNYA ESKİSİ GİBİ DEĞİL
Çok şey değişecek çok! Düşünün: kurtulabilirsek eğer, sonraki yaşamımız çok değişecek. Örneğin:Günün yirmi üç saatini evde geçiren kadınları anlamakla evin içinden başlayacak değişiklik. Çocuklarımızın yeteneklerini keşfetmekten tutun, erkeklerin dayıya, kızların halaya, kimin anaya, kimin babaya benzedikleri ile başlayan bir ummana açılacaksınız. Örneğin: Bizi her güldürene, sevindirene, duygulandırana; “Gel hele seni bir öpeyim” demeyeceğiz. Yola tükürenin yüzüne, yüzümüze tükürdü gibi bakacağız. Bir günde 104 kişinin hadi çok oldu; 52 kişinin elinin değdiği kağıtlara dokunmayacağız. Hele okeye dönmek hiç olmayacak, tek çeken bulduğunda bitecek. “Ekmeğimde altın var” diyen fırıncının fırınında, 'Belki bundadır, belki şundadır' der gibi ekmek aramayacağız. Mesela: Arkadan omuzuna dokunduğumuza; “Bir kişilik bir öğrenci, uzatır mısın?” diyemeyeceğiz.. Çünkü virüs korkusuyla ya da virüsten yeni kurtulmuş biri, “Kalk kendin ver” diyebileceğini düşüneceğiz. Kalp krizi, kanser, kaza.. ölümlerini toy-bayram sayıp, “Adam çoluk çocuğunun içinde öldü, daha ne olsun” deyip yakınlarını böyle teselli edeceğiz.. Ağzını kolunun içine almadan ortalığa hapşıranlara, “Allah belanı versin!” diyeceğiz. Camilerde “Safları birleştirin” diyen imamı minberden atacağız belki de. Tarikatlara, cemaatlere, dergahlara gitmeyeceğiz artık kim bilir... Gidenler de.. “Sizin keskin nefesiniz, okunmuş suyunuz, koklattıklarınız kesin virüslü olabilir” diyecektir .. Gördünüz işte; 186 himmetlerinle ayakta kalan tarikat ve cemaat, gözünüzden borsa gibi düştüler. Çölde devesini kaybeden bedevi gibi kaldılar ortada. Onları da bundan sonra çok sık görmeyeceğiz. Örneğin: Yataktaki hastanın üzerine, hemen kendimizi atmayacağız. Daha on dakika evvel karşı kaldırımda görüp uzaktan selamlaştığımıza da “Vay gardaşım” deyip sarılmayacağız. Üç kadehten sonra.. “Kardaşımın bardağıdır, olsun doldur” deyip, dördüncü kadehte, kanadın kemiklerini “Kurdun kuşun da hakkı var” deyip, içindekileri omzumuzun üstünden geriye fırlatmayacağız. Mesela: Düğün davetiyelerine katkımızı, bilezik fotoğrafı çekip sosyal medya üzerinden göndereceğiz. 9 dolara aldığımız 7 taşı, şeytana atarken 7 kere düşünüp, “Vallahi bir mi, iki mi giydim” deyip kıyafetlerimizi kimselere vermeyeceğiz. Ne bileyim; Eve gelen misafirden temiz kağıdı isteyebilir, kavga etmek istediklerimizi sosyal medyadan dövebilir; alacaklarınızdan vazgeçebilirsiniz... Mesela benim çok sevdiğim arkadaşım gibi; Yemeğinizi cam kavanozda taşıyabilir, meyve sularınızı kendiniz yapıp şişeleyebilir, evinize gireni kapıda fısfıslayabilir, sigara içene “izmarit kokuyorsun” diyebilir; çayınızı, kahvenizi, bardağınızı yanınızda taşıyabilir, salt sıcak su isteyebilirsiniz. Son duyduğuma göre;Hidrojen alıp suyu evde kendiniz yapıyormuşsunuz! …/ Gördüğünüz gibi: derelerin altından çok sular geçmiş bir kere. Kendi hanemizi, yedi sülalemizi tanıdık. Evde kalınca, gündem de tek olduğundan her konuda fikir beyan etmedik. Her şeyi konuşmadık. Galatasaray, Fenerbahçe’nin muhasebesinin yapmadık. Aleyna’nın sanatını konuşmadık. Acun’un adamlarından “Bize ne” dedik. “Müge Anlı şimdi kimi dar ağacına çıkaracak” demedik. Yediğimiz yemeğin altına üstüne bakmadık. Kimseye “Bu elbiseyi taşıyamıyorsun, çok rüküş sün” demedik. Kimseye; "Gelinim olur musun, kaynanam olur musun" demedik. Önce canımızın sonra canlarımızın derdine düştük. Düne değin yakınlarımıza sevdiğimizi göstermek için; dövdüğümüz doktorlarımızı, dünyamızın ön cephesinde savaşan sağlık ordularımızı alkışladık. Atatürk’ümüzü yeniden keşfettik. Halkçılığın, devletçiliğin, laikliğin, cumhuriyetçiliğin, bilimin, ilimin, milliyetçiliğin ne olduğunu anladık. Milliyetçiliği ırkçılık olarak anlayanlara Çin’den, Küba’dan Venezüella’dan cevap verdik; Kendi milleti için çalışanlar, bilim, sanat, tarih yazıp coğrafya koruyanların,namlularını kendilerine çevirenlere ilaç, doktor gönderdiğine tanık olduk. Dünyayı bu hale getirenlerin kim olduğunu gördük. Savaşı kimlerin çıkardığını gördük. Savaşı çıkaranların, halkını sokağa attığını, yaşlılarını ölüme terk ettiğini gördük. Ve: yatırımını, bilime, sanata, insana yapan devletlerin; dünyayı berbat edenlerin elinden kurtarıp, pırıl pırıl bir dünya yaratacaklarına inandık. Programlarında AB, ABD, NATO, özelleştirme, tek kişi hayranlığı olan partileri bırakacağımıza karar verdik. Usuma bir fıkra düştü. Adam her akşam eve geldiğinde, Küçük kızı, koşup boynuna sarılıp, ona gününü anlatıp, oyunlar oynamak istermiş. Adam da her defasında bir bahaneyle, onu kendisinden uzaklaştırıyormuş. Bir akşam yine, küçük kız aynı şeyi yapınca: Adam elindeki gazeteyi yırtarak kızın eline vermiş. “Şunda bir dünya haritası var, onu birleştirip gelirsen seninle oynarım” deyip, “Nasıl olsa geç gelir” düşüncesiyle başından savmış. Kız bir iki dakika sonra elinde düzelmiş dünya haritası ile içeri girince, adam şaşkınlıkla: “Nasıl yaptın çabucak” demiş. Kız: “Önde bir insan resmi vardı. Onu düzeltince dünya kendiliğinden düzeldi” deyivermiş. Altı ok'ta ifadesini bulan ilkelerin salt Türkiye’nin değil, Dünya insanlığının reçetesi olduğunu anladık değil mi? Virüsü yenenlerin bu reçeteyi uyguladığını gördük. Şimdi biz, bize benzeyeni seçeceğiz. Yani biz serçegiller, başımıza akbabalar getirmeyeceğiz! Tilki kümesin yolunu biliyor diye, tilkiyi özel güvenlik şefi yapmayacağız!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.