Halil Şahin

Halil Şahin

BU ÜLKE BİZİM

Ne zamandır kan ve can kaybediyoruz. Beş para etmez yapay ve barbar bir toplum olan ABD sömürgenleri yüzünden, yıllardır durduramadık akan kanı, geri getiremedik giden canları. Bu gidişle de bilmem daha kaç yıl yitirmeye devam edeceğiz. Ne yazık ki, görünen manzara bu! Bizim saflığımızdan mıdır? Hayır, asla… Görünürde, akıbeti engelleme olasılığımız bulunduğuna dair bir işaret veya göze çarpan net bir çaba bulunmuyor. Biz ne zaman bunu söylesek, felaket tellağı suçlamasıyla karşılaşsak da; Türkiye’nin adım adım bölünme kavgasına doğru gidişini herkes seyrediyor. Selçuklular ve Osmanlılar dönemleri İmparatorluk tarihimizi okumak, bizlere böylesi bir sürecin, hayatı yaşam desteğine bağlamaktan farksız olduğunu göstermekte. Bilinmesi gereken bir şey vardır ki, o da; çözülme başladığı andan itibaren geriye dönüşün olası olmayacağıdır. Çünkü bizler bunun örneğini tarihin derinliklerinde birçok kez daha önce yaşadık. Yaklaşık bir asırdır başımıza gelen buydu. Başımıza gelenlerden korkmadığımız için, bütün korktuklarımız başımıza geldi. Şu sıralar; aydınlar, askerler ve özellikle siyasiler tarafından varlığının fazla önemsenmediğini anladığımız Cumhuriyet, aslında o yangından çekip kurtardığımız toprak ve devlettir. Ne yazıktır ki; o gaflet ve dalalet halleri, bu canım ülkenin sonu olabilme yolunu açmaktadır... Fırıldak siyasiler ve numaracı aydınlar, sürekli ve sistematik olarak, halkın huzuruna pembe tablolar çizerek çıkıyor. Çizilen pembe ve ekonomik tablolarla ufkumuzu daraltmaya yol açıyorlar. Moral verme ereğiyle yapılan açıklamalar hiç bir işe yaramıyor. Daha da vahim nokta ise; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin elinde, gidişatın önüne nasıl geçileceğine dair hiçbir net proje yok! Beğenilmeyen, her fırsatta eleştirilen İttihat Terakki bile; devleti kontrollü tasfiye için siyasi plan yapmış, imparatorluğun üzerine çullanan batılı güçlerin, Osmanlı’nın elinde kalmasına izin vermeyeceği anlaşılan toprakların, hiç değilse kalpleri İstanbul’ da atan kadrolar elinde bağımsızlıklarını kazanmaları için Teşkilatı Mahsusa adlı örgütü kurmuştu. Günümüzde ise çözüm diye önümüze doğru dürüst getirilen bir şey yok. “Allah Kerim” demekten ve dedirtmekten başka cümle kurulamıyorsa, çok yazık değil mi? Halkoyu yoklamalarında güven duyulmadığı anlaşılan siyasetten, neredeyse hiç ümit yok. BOP Eş başkanlığı safsatasıyla başka devletlerin kuklası olmak, bağımsız devlete yakışır mı? Oy hesabı, “Avrupa- Amerika ne der?” endişesi, hükümet eden her siyasi kadronun örtülü ödenek ya da ihale yöntemiyle kirli işlere bulaşması doğru mu? Askerle, akademisyenlerle, istihbaratçılarla tartışılıp, onlardan gelecek öneri ve seçeneklere bakarak proje ve siyasi karar üretilecek yerde, birtakım gazete sahipleri ya da salt köşe yazarlarıyla sohbet edilerek sorunun çözüleceğine sanmak aymazlık değil mi? Sanki bir ilkokul müsameresi oynanıyor. Sanki görüntüyü değiştirmekle tüm problemler çözülecek; türbanı, sakalı, şalvarı serbest bırakınca rahatlayacağız; Türk aydınlarıyla Kürt aydınları el ele verip birlik mitingi yapınca sanki kurtulacağız; Ermenilere soykırım uygulayıp uygulamadığımızı sere serpe tartışırsak sanki “Türkler olgunlaştı, konuyu çok rahat tartışmaya başladılar, yakalarını bırakalım” denilecek; Yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizden bir bölgeyi, özerklik senaryolarıyla peşkeş çekersek, şehit kanı dökülmesi önlenecek falan sanıyoruz. Ancak bunların hepsi koca birer yalan… Artık vakit kalmadı. Neden anlamak istemiyor birileri? Olanlar çok dikkatle izlenmeli, tavırlar net ve açık konulmalıdır. Zira şehitler ölüyor, vatan elden gidiyor. Gidenler geri asla dönmüyor. Bu ülke, bu insanlar elbette bizim…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Halil Şahin Arşivi