Turan Akkoyun
KÜÇÜCÜK
Birey çoğu zaman, pozitif yaklaşım içinde hak ettiği noktada yaşama imkanı bulamaz. Birileri kendi üzerinden standardını yükseltmeye çalışırken farkında olmadan ya yerinde sayar, ya da geriye doğru kayıp gider. Düşme mevzubahis olduğunda yani negatif yaklaşım içinde de hak ettiği noktada kalamaz. Çok daha aşağılara düşer. Gerek pozitif gerekse negatif yaklaşım içinde dengeleri kuran, değiştiren, sarsanlar vardıkları yerleri bizzat tercih etmiş olurlar, ancak kendisi dışındakilerin doğal sınırları kabul edildiği andan itibaren ipek kozasının durumu ortaya çıkar. Düşünme, tercih, yürüyüş anlamını kaybeder. Dolayısıyla hayat anlamsız hale gelir İlerlerken durma ihtimali mevcut iken, geriye düşmeye başladığında, fren tutturması mümkün olamaz. Eğitim vasıtasıyla elde edilenlerin haricindeki mevkiler çoğunlukla kalıcı değildir. Eğitimi ticari bir sektöre dönüştürerek gerek özel, gerekse kamu işleyişinde faaliyet gösterildiğinde ister istemez bir rant, menfaat merkezini idare etme ön plana çıkmış olur. İdare etmenin sonu gelmemektedir. Hemen vurgulamalıdır ki eğitimi mutlaka mesleğe dönüştürecek inovasyonist hamlelerin yerinde, zamanında hedefe ulaştıracak bir şekilde atılması gerekmektedir. Aksi takdirde piyasada tesadüf edilen diplomalılardan herhangi biri olunuverir. Kurulan mekanizmada varlığını sürdürebilmenin yolu muhtaç olmamaktan, maddi imkanın yeterliliğinden geçiyor. Kazandığını hatta kazandığından daha fazla tüketen birey, aile ya da toplumun zor günler için "kenara koyması" söz konusu olamamaktadır. Böyle bir yola gidenlerin küçümsenmesi, garipsenmesi ile sayılarının giderek azalması maddi imkan peşinde çırpınan veya gasp yolcusu fertlerin sayısını her geçen gün artırmaktadır. Hangi kanaldan olursa olsun sahip olma daha doğrusu tüketme esas haline gelmiştir. Kazanılacağı düşünülenler de kayba terk edilmektedir. Hattı zatında terk edilen Türk Kültüründen başka bir şey değildir. Sürekli kanayan bir burnunun varlığı, evladın bakıma muhtaç olması başkalarınca dikkate alınan hususlardan olmadığını önemli bir kısmınız tecrübe etmiştir. Bilakis zor durumdan saltanat kurabilmek için toplumu insani şartları zorlayan bir şekilde yaşamaya mahkum edenleri herkes bilmektedir. Bazılarının acıları, başkalarının gücü olarak görülmektedir. Etraftakilerin zor durumda kalmaları mekanizmanın çok daha kolay işlemesine zemin hazırlamaktadır. Dişliler tarafından öğütülenler girdapların arasında sıkışıp kalmaktadır. Sonrasında zorluklardan, tehditlerden, sistemli-sistemsiz darbelerden ve de tuzaklardan kurtulamayarak meze porsiyonu vaziyetine düşmektedirler. İnsanlar sinemaya sıkıntılı, stresli mevcut hallerinden kurtulmak amacıyla gittiklerinden filmlerin mühim bir kısmı onlardan aldıkları paranın akışını sağlama düşüncesiyle kurgulanmakta, onlara perdede yıldızlı, yaldızlı bir masal dünyasına çekmeye çalışmaktadırlar. Öyle ki filmin etkisiyle olması gerekenden uzaklaşıp istikballerini karanlığa mahkum edenlerin varlığı azımsanamayacak miktardadır. Yapacakları şeylerin yapımını izlemeyi tercih ederek, gündelik yaşamdan uzaklaşıp gitmektedirler. Sinema onlar için bir eğlence aracı ya da yapım olmaktan çoktan çıkmıştır. Toplumun genel problemlerinin dile getirilmesinin en etkili yollarından birisi filmlerdir. Görselliğin verdiği avantajdan dolayı yansıması çok daha kolay olabilmektedir. Eleştirel düşünceye hazırlı olunmadığında ise çatışmaya kapı aralanmış olur. Tepki de çok daha süratli bir şekilde ortaya çıkar. En kolay cevap ideolojik ya da politik gibi ifadelerle yorumlanır. Bu durum genellikle kasaya olumsuz yansır. Seyirci ideolojik ya da politik yorumu bolca yapsa da böyle bir ürüne para vererek, izlemeye meyilli değildir. Zira en büyük yorumcu olarak bir arayış peşinde koşmamakta, koşanların yanında yer almamaktadır. Yaşamın bütünün küçücük bir yerinde, tek bir noktaya kilitlenmesi çıkışların tıkanması gibi bir şeydir. Hayat onlar için aydınlıklar içinde yaşama yerine önünü, yanını, arkasını görmeden yol alabilmek en azından yürüdüğünü sanmaktan ibarettir. Zor durumdaki insanın yaşama sarılması, sanatçının rolünü asılmasından çok daha cüretli bir iştir. Adeta bir meydan okuma, şaha kalkmadır. Bırakın yarını az sonrasının bile sahibi değildir. "Hayvan bağlansa durmayacak", ev denilemeyecek bir yerde kirasını aylarca ödeyemediğin bir odada varlığını sürdürmeye çalışırken, orasının mülkiyetini sahiplenenlerin sürekli tehdidi ile karşı karşıyadır. Şuursuzca direnmek, ayakta kalmak zorundadır. Bu gerçekten haysiyetli ve cüretli bir rol gerektirmektedir. Rolün hakkını verince sonrasını düşünmesine gerek kalmaz, zaten yaşamamaktadır. Yaşadığını anlamamaktadır. Anlamlandıramadığı yaşamdan anlamlı çıkarımlara, etkinliklere ulaşamaz. Mevcut ortamın daha yukarısına doğru başını kaldırma fırsatı bulduğunda bir takım avantajlar yakalayabilir. Bu da daha yetenekli, daha farkındalıklı bir rol üstlenmesine bağlıdır. Başkalarının doğal acı günlerinden kendine küçücük bir bağ kurabilmek için didinmek ile başkalarını ezerek yürümek arasındaki farkı birey ortaya koymaktadır. Umudunu yitirmeksizin hazırda beklemek ve bekletmek lazımdır. Onu gerçekleştirirken gösterdiği direnç bile av konumuna düşmeyi engelleyememektedir. İşte o noktada da kişi kendini ne kadar yukarı çektiğini göstermektedir. Zira basit bir eğlenme veya çakırkeyif hali için hiç düşünmeden yanındakini harcamak, her şeyi normal görüp-gösterip ateşin ortasına atmak, öylece akıl vermek hatta ondan faydalanarak zevk almak gibi noktalarda yitip gitmek içten bile değildir. Dizaynı kendiliğinden gerçekleşen örümcek ağına takılmamak için tepmek, tepelemek bunu yaptığında geriye düşmeği göze alarak dikleşmek. Hangi noktasında olursa olsun kayba daha yakındır. Sevdikleriniz, farkına bile varmadan, zaruretten size bağlı olanlar da standardınızı belirleyen unsurların başında gelmektedir. Yaşlı ya da çocuk hiç fark etmez siz olmadan varlığını sürdüremeyecekler, başkaları için "üzüldüğün şeye bak gider bir daha yaparsın" gibi insanlığı utandıracak bir cümleye muhatap olabilmektesiniz. Daha kötü itham ve eylemler her an hazırda beklemektedir. Olumsuzluk, imkansızlık, çaresizlik, zindan, sevginin firarı, çıkışın kapalılığı genetik bir halde yoldaşınızdır. Bireyi büyütüp yetiştiren ileriki yaşlarda gücünden ve takatinden ne kadar düşerse düşsün soluk alıp verdiği müddetçe yardımcı olabilmektedir. Kültürümüzün belki en canlı, kalıcı olan unsuru burada yatmaktadır. Görsel, İşitsel, Dokunsal sunumlar, ticari, edebi, sosyal, sanatsal faaliyetler görüntüsü ne kadar dinamik olursa olsun, çizgimizde yer yer kopmalar meydana gelirse gelsin, zafiyet belirirse belirsin Türk kültürü hala dahili ve harici ümidin kaynağıdır. Bilimsel yaklaşımlar veya görüntüler burada netlik kazanmamaktadır. Yaşlının sürekli eleştirisini, bir kuşak çatışması yönünde değerlendirmek yanlış olacaktır. Bundan sonrası çatışma değil olsa olsa taşıma, yüklenme ve kuşak dayanışmasıdır. Herhangi birinin varlığını yitirmesi işlerin tümden kötüleşmesine neden olmaktadır. Zaten en düşük viteste, en büyük risk altında mesafe alınmaktadır. İşçi her zaman zor şartlarda varlığını sürdürmek durumunda kalmıştır. Bu anlamda sosyal devlet anlayışı ne kadar gelişirse gelişsin ezilen, mağdur edilen, hakları görmezlikten gelinen, küçümsenen her zaman işçi olmuştur. İşçinin terinin soğumadan hakkının verilmesi prensibi realiteyi bin dört yüz yıl önceden vermiş olmasına karşın ilk tepelenen olmuşlardır. Yemeğinin bitirilmesi bile beklenmeden yeniden iş başı istenmekte ama en küçük bir kusur, ihmal bahane edilerek elde edilen geçmiş hakları verilmeden kolundan tutulduğu gibi zorla kapının dışına fırlatılmaktadır. Pencereden ayrılmayanın iki yolu vardır. İlki kaçıp kurtulmak iken ikincisi ufukta bir umut arayışı. Kendisi için yaşayanlar ikincisini daha başlangıçta kaybederler. Onlar için sadece ilk yol yani kaçıp kurtulmak esas hale gelir. Buna imkan yoktur. Kaçmaya çalıştıkça başkalarının iğrenç, puslu pençelerine düşmekten kurtulamazlar. Hayatın tamamını küçücük bir zerreye sığdırmaya çalışırken perdeye rahatlıkla yansıtılabilecek hatta tasvip de görecek olan kızın rahatsızlığı, kendilerinin zor durumundan yararlanarak organ mafyasına aktaracak kişi ya da sistemi askıda kalmış gibidir. Ancak olaylar o kadar sade aktarılmaktadır ki sanatsal anlamda düşünceye ihtiyaç dahi hissedilmemiştir. Yemek molaları, kalınacak yerler, tuvaletler, çeşme lastiğinin, kapı kilidinin değiştirilememesi inanılmaz derecede canlı yansıtılmıştır. Acıların arasına alkış zaten giremezdi. Hayatın acımazlığını hemen herkes bilir ama yine kimse dikkate almaz. Bir dağın yanıp kül olmasından diğer dağın haberinin olmaması gibi ancak en küçük bir katkı can simidi haline gelir. Lokantadan artan yemeklerin sefer tasına biriktirilip verilmesi aynı acımaz hayatın sıcaklığını ortaya koymaktadır. İnsanın dünyanın en büyük şehirlerin birindeki değerinin zıt orantılı olduğu da göz önüne serilmektedir. Bu şartlar altında her şeyin ne kadar boş ve geçici olduğunun da altı çizilmektedir. Çaresizlikten çare üretmeye çalışmanın örneklerini de görüyoruz. Futbol milli takımızı Avrupa'da finale taşıyan hocamızın dediği gibi son şansı kalanın fazla da bir şansı bulunmamaktadır. Ama ümitsiz yaşanmayacağından bedenden bir parçanın kesip başka bir bedene aktarılmasında da hak sahibi yine en sona kalmakta, varlığı varlıklı insanlara haksız kazanç karşılığında peşkeş çekilmektedir. Küçücük unsuru insanın faaliyetleriyle bütünleştirip kocaman hale getirip beyazperdeye aktaran hususları öne çıkaran yapımların sayısının artması insanımızdaki körlüğü, negatif keskinliği, hıncı azaltacaktır. Zira hiçbir varlık gördükleri karşısında merhametsiz davranmayacak, davranışlarını sürdürmeye devam etmeyecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.