Halil Şahin
ÇÖZÜM KOLAY DEĞİL
Bir zamanların DTP Genel Başkanı Ahmet Türk; partisinin Meclis grup toplantısı öncesinde, gazetecilerin sorularını yanıtlarken; dokunulmazlıklarının olduğunu ve 29 Eylül’deki duruşmaya da gitmeyeceklerini söylüyor, adeta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne meydan okuyordu. İşi daha da ileri götürerek; “Bugüne kadar devamlı seyahatte olduğumuz için zaten tebligat bize ulaşmış değildi” diye konuşarak, iş birlikçi pişkinliğiyle dalgasını bile geçiyordu! O günlerden bu güne terörün Türkiye’deki gelişmesinde önemli roller oynadılar. Elbette kendi kaderinizi çizecek denli güçlü değilseniz, birileri sizin için kader çizer ve buna itiraz edemezsiniz. Bugün Türkiye’nin önündeki soru, “Allah’ın Kahrettiği Partileri nasıl yıkacağız?” sorusu değildir; “Yıktıktan sonra ne yapacağız? ” sorusudur. Bu soru yanıtsız kaldığı için, birileri boşluk doldurmaya yelteniyor. Gelin görün ki, aymazlar, Türkiye’mizi yangına çevirmiştir. Evet, ülke yangın yerine dönüşmüştür. 60-70 yıllık bir yıkım sürecinin son perdesidir bu! Ulusumuzu ve devletimizi ayakta tutan Kemalist Devrim’in yıpratılması ufak ufak başlamıştır. “Küçük Amerika” sürecinde insani olan, toplumcu olan, ortak yaşama dair her değeri hedef almışlar ve harap etmişlerdir. Toplumumuzu çıkarcılıkla, bencillikle, bireycilikle zehirlemişlerdir; paragöz, bizden olmayan bir tip yaratmışlardır. En büyük yıkım da bu değil midir? Milletle alay eden, yüzüne gülerek ve aldatarak hedeflerine varmaya çalışanlardan sonra ne yapacağınızı en ivecen biçimde belirlemek durumundasınız. Emperyalist ve kapitalist batı sisteminin ağında çırpınmaya devam edecek misiniz, yoksa Asya’dan yükselen yeni, toplumcu uygarlığın öncüleri arasındaki yerinizi alacak mısınız? Geçmişi bir kez daha anımsayın; Türkiye’nin bu batağa saplanması, 1980’lerde başlar. 1945’ten beri yaşadığımız Batıcılık Serüveni, bataklıkta bitmiştir. Batı, bataklıktır. Batı, batıyor. Biz de Batı’nın içinde batıyoruz. Çırpındıkça batıyor ve çaresiz gözlerle umutsuzca çözüm arıyoruz. Oysa Atatürk size uzak değil. Çözüm; iktidar partisinin ve işbirlikçilerinin halk eliyle yıkılmasındadır. O halk uzaydan gelmeyecektir. O halde bu ülkede yaşamakta olan ve onları yıkacak olan güç, geçmişte olduğu gibi yeniden ayağa kalkmak durumundadır. 17 Mayıs 2009 Tandoğan olayı, bir miting olayı değil, halkın yeniden doğrulmasıdır. Prof. Dr. Türkan Saylan’ın cenaze töreni de, aslında iktidardakilerin cenaze töreni olmuştur. ‘Yeniden’ diyoruz, çünkü 2007 baharında da Cumhuriyet güçleri ayağa kalkmıştı. O büyük gücü, “solcular CHP’ye, sağcılar MHP’ye oy versin” söylemiyle sistemin içinde depolize ederek tutabilmişlerdi. Bu formül, aslında AKP’yi iktidarda tutma formülü oldu. Kürsüye egemen olanlar, ayağa kalkan kitleyi ‘laiklik’ talebi içine hapsetme anlayışının temsilcisiydiler. Oysa meydanlarda toplanan halk; “Ne ABD, Ne AB, Tam Bağımsız Türkiye!” diyordu. Bugün de ABD ve işbirlikçileri yıkılırken, ülkemiz halkı yeniden Natotürkçülük ile Atatürkçülük arasında bir yol ayrımına gelmiştir. Onca yıldır yaşadığımız iniş çıkışlarda, Türkiye’nin baş meselesinin Laiklik değil, bağımsızlık olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. Tam bağımsızlığı amaçlamayan ‘Laikçilerimiz’ özde değil, sözde laik olduklarını pek çok kez kanıtlamışlardır. Çünkü laiklik, milli egemenliğin bir yüzüdür. İktidarın kaynağı Tanrı değil, halktır. O nedenle milli egemenlik, yani bağımsızlık yoksa laiklik hiç olmaz. Türkiye bağımsız olabildiği denli laik kalabilmiştir. Bir nehirde iki kez yıkanılabilir mi? Cumhuriyet mitingleri, bir kez daha 2007 açmazını mı yaşayacak? Bu gün bu ülkede önündeki engelleri yıkabilecek dinamik bir halk var! Peki, bu halkın başına geçip, ABD güdümlü mafya – tarikat rejiminin yerine halkçı - devrimci bir Türkiye kuracak bir öncü, bir iktidar seçeneği var mıdır? İşte soru burada düğümleniyor. Yani soru; halkta değil, öncüde düğümleniyor. Bu halk, 2007’de de vardı. Ama ne yazık ki; Türkiye’yi Kemalist Devrim rotasına sokacak öncü, o sürece damgasını vuramadı. Siz de bilirsiniz: Sistem, hep öncüyü kuşatır, etkisiz kılmaya odaklanır. O nedenledir ki, günümüzde Balyoz, Ergenekon senaryoları yazılıp uygulanmıştır. Ulusalcı aydınlar konumlarına uygun olarak sırayla tutuklanmıştır. Halk yoksa hiçbir şey yapılamaz; ama o halkın büyük gücüyle ne yapılacağını, öncü belirler. Silivri duvarları nasıl yıkıldı? Bir nehirde iki kez yıkanılamıyor. 2007 yılından bu yana olagelen halk hareketlerini denetleyenler, artık kontrolü kaybediyor. 17 Mayıs 2009’un 300 bini, 14 Nisan 2007’nin bir milyonundan daha etkin bir güçtür. Ahmet Altan’ların, Fehmi Koru’ların, Nazlı Ilıcak’ların dehşete düşmeleri boşuna değildir. Şimdi dizgin onların ellerinden kaçmaktadır. Batı’ya sadakat yeminleri, her zaman Atatürk’e ihanet olasılıklarını içinde barındırır. CHP, Abdullah Gül’ün Powell ile yaptığı “2 sayfa 9 maddelik” gizli anlaşmayı görmezden geliyor. MHP ise, ABD’nin sahte milliyetçi iktidar projesi için, görücüye çıkmışlar gibi kırıtıp durmaktadır. Türkiye’nin önünde elbette kolay çözüm yok. Zorlukları görmek, başarının şartıdır. Obama’yla dans eden çizgi, eğer iktidar olursa, tıpkı AKP gibi sistemin krizinin altında kalmaya mahkûmdur. Bakın, sistem 1980’den beri ANAP, DYP, SHP, DSP ve AKP’yi harcadı. Yıkımın altında hasara uğrayanlar da var: MHP ve CHP! CHP’den, MHP’den, Cindoruk’un DP’sinden, DSP’den ve sosyalist solun 19. Yüzyıla saplanmış partilerinden vazgeçiyor değiliz. Ama onların önümüzdeki çözüme katkıda bulunabilmesi bile, İşçi Partisi’nden doğan Vatan’ın yetenek ve birikimini geliştirmesine bağlıdır. Küreselciler o nedenle İP’ne saldırıp durdular. Tarih; bir önderlik görevini getirip önüne koyduğuna göre, demek ki; bugün en çok konuşulması gereken, bu nedenle de yükselecek olan parti Vatan Partisi olabilir mi? O da meşru ve yasal bir siyasi örgüt değil mi, neden olmasın?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.