Turan Akkoyun

Turan Akkoyun

DEŞELEYİŞ

Bireyin gelişim çizgisi ne kadar farklı olursa olsun mutlak surette dışarıdan etkilenmesi, davranışlarını ona göre şekillendirmesi söz konusu olabilmektedir. Bunun derecesi, nispeti çok değişik olabilir. Şahsiyetteki gelişmeler zihinsel potansiyeli de kendiliğinden yönlendirmektedir. Bireysel realite tek bir kişi ile sınırlı kalmamaktadır. Konuya dair Toplum Mühendisliğine kadar uzanan teşebbüslerde bulunulmakta, izahta zorlanılan, aynı ölçüde karmaşıklaşan ufuklara doğru gidilmektedir. Dışarıdan etkilenme realitesi tespit edildiği andan itibaren, çeşitli amaçlar doğrultusunda etkileme için de sistemli bir halde harekete geçilmiştir. Kısa vadeli amaçlar gayet iyi uygulanabilmekte iken, uzun vadeli hedeflerde sonucu önceden kestirmek, faaliyetlerin kayıp ve kazanımlarının boyutunu ön görmek mümkün olamamaktadır. Zira etkilenen insanın ya da toplulukların ona adapsiyonu ile reaksiyonu hususundaki tepkileri, eylemleri hesap edilemeyen değişmelere ve de gelişmelere sebep olmaktadır. Etkileme yöntemlerinin başında XIX. Yüzyılın sonlarında ortaya çıkan önceden hiç kimsenin tahmin edemediği bir kapsama alanına ulaşan sinema ile sektörün ürünü filmler gelmektedir. Bugün bu kapsama alanının haricinde kalabilen şahıs ya da topluluk bulunmamaktadır. Genel veya mahalli yöneticilerle yakınlık kurmada dahi çok bilinen yöntemlerden birisi ürün-izleyici ilişkisidir. Konunun geçmişteki istikametinden ziyade bugünü hakkında bir değerlendirme daha faydalı olacaktır. On yılı aşkın bir zamandır genelde eleştirilse bile izleyici sıkıntısı çekmeyen, aksiyonu, şiddet içeriği bol, reytingi yüksek bir dizi ile Türklüğün en görkemli devletinin kuruluşunun hemen öncesini konu edinen başka bir dizide ortaya çıkan ortak kavram; toplumun belleğini etkileyen, tetikleyen, zorlayan hususların başında gelmektedir. İkincisinde de yer alması ilkinden etkilenme değil, tarihi bir realite olarak kabul görmekte, gizemli yorumların yapılmasına yol açmaktadır. Tarih bilimi açısından bir hususun ortaya konulmasında mutlak surette yazılı ve kabul edilebilir bir kaynağa ihtiyaç bulunmaktadır. Toplumlar yaşadıklarından, ürettiklerinden, tükettiklerinden bilerek-bilmeyerek arkalarında bir takım kırıntılar bırakır. O bilgi kırıntılarından bilimsel metotlarla yeniden değerlendirmeler yapılabilmektedir. Kırıntı dahi bırakmamak için titizlikle hareket edildiğinde, bu defa kurgular, senaryolar ön plana çıkmaktadır. Sinema, televizyon ürünlerinde her türlü kurgunun hedef müşteri kitlesi bulunmaktadır. Bu tarih sever ama asla yazmaz toplumumuzda konulu konusuz maziye dair filmlere yüksek ilgi olarak geri dönüşüm yapmaktadır. Kavgaya karışan bir kahramanın üstün yeteneğinde herkes kendini görmekte hiç zorlanmamaktadır. O, aynı zamanda milletin kurtarıcısı yenilmez savaşçısıdır. Geçmişte olduğu kadar belki de ondan daha fazla gelecekteki muhtemel tehdit ve tehlikeleri bertaraf edecektir. O herkesin beyninde veyahut evinin içinde yaşayıp gitmektedir. Bireyin toplumla bütünleşmesinin ötesinde dünyanın kurtarıcılığına uzanışın, perdeye yansıması olarak değerlendirilebilir. Bir zamanlar olduğu gibi haftada bir veya günde bir dizi izleme gibi devirler adeta mitolojik, masal devirlerinde kalmıştır. Belki unutma, belki de gelişmelere ayak uydurmadan dolayı hatırlanmasa da izleyici kitlesi kalabalık eserlerdeki konuların gündemdeki yerini koruması düşündürücüdür. İnsanlar bu konulara ilgi duymakta, belki de ilgi duymaya devam etmesi istenmektedir. İlkinden hareketle arz-talep ilişkisi, ikincisinden yola çıkıldığında ise açıkça bir yönlendirme ve şekillendirme projesi uygulamaya konulmuştur. İşin içinde milli duygular olduğu kadar yapımın kalitesi de çok önemlidir. Aynı konu belki daha az titizlik içindeki bir yapımda ilgi görmeyebilirdi. Zira nitelikli eser duygunun gelişimini ve kabulünü kolaylaştıracaktır. Genel izahlarda sıkıntı çekilmese de özele inildiğinde ezberden çok bilindiği düşünülen konularda bile bir çok gizemin bulunduğu bilinmektedir. Bu sebeple insanlık tarihinde açıklaması zor olan bir çok olay bulunmaktadır. Üzerinde tekrar düşünülmesi yepyeni ufukların doğmasına neden olabilmektedir. Hatta yerine göre önceki düşüncelerden tam aksi sonuçlara, izahlara ulaşılabilmektedir. Olayın gerçekleştiği dönemdeki kayıp durumu, sonradan kazanıma dönüşebilmektedir. Bunlardan bir tanesi de Haçlı Seferleridir. Ortaçağ gibi iletişim imkanlarının oldukça sınırlı olduğu var sayılan bir çağda yüz binleri aşıp milyonlara ulaşan insan kütlelerinin bir araya gelerek kara ya da deniz yolu ile bir kıtadan başka bir kıtaya yürümesi ana hedefi farklı olmasına karşın insanlığın gelişiminde son derece mühim katkılar yaptığı gerçeği gün yüzü gibi ortada durmaktadır. Böylelikle hareketin bulunduğu yerde bereketin de ortaya çıkacağı düşüncesi pekişmektedir. Düşünceyi harekete geçirerek ortaya çıkan çalışmanın mutlaka sonuç vereceği ortadadır. Durağanlığa son verebilme uğruna dini hisler alabildiğine uç sınırda ve acımasızca kullanıldığı için kitleler kuduz bir hale dönüşmüş saldıran, koparan, yok eden, söylenen amaçlarından uzaklaşarak tanınmaz konuma gelmişlerdir. Kim bilir belki de gerçek yüzleri böylelikle ortaya çıkmıştır. Haçlı seferlerinden ilkinde XI. Yüzyılın son yılında üç büyük din içinde kutsal sayılan Kudüs ile Filistin toprakları Hıristiyanların eline geçti. Bu durum bu coğrafyaya en son hakim olan İslam dünyası için fazlası ile rencide edici olmuştur. Sürü halinde kadim değerlerden uzaklaşarak gelenlere Anadolu coğrafyasının ekonomik ve kültürel gücü tarafından vur kaç taktiği ile pek çok darbe indirilmişti ama ezici sayısal üstünlüğü ortadan kaldırılamamıştı. Bu olayda da görüldüğü üzere insan nüfusu her dönemde gelişimin mihmandarı, toplumun en dinamik sermayesi ve gücü olmuştu. Müslümanlar yitirdiği vatan parçası yanı sıra oralarda kalan mensuplarına reva görülenler karşısında harekete geçmeyi inancının bir gereği saymada her hangi bir mahzur görmemekteydiler. Ancak sürü halinde gelenler elde ettiklerini bu defa kaleler ile muhafazaya yöneldiler. Zira beş yüz yılı aşkın bir zamandır siyasi parçalanmışlığı ifade eden feodalite; kalelerin, şatoların içinde - ardında sürmekteydi. Onu biliyorlardı. En büyük devletleri konumundaki Doğu Roma dahi mevcudiyetini aynı şekilde surlara bağımlı bir şekilde devam ettirmekte idi. Avrupa'dan getirdikleri tecrübe ile krallık ya da daha küçük kontluklarla İslam coğrafyasında ayakta kaldılar. Yakın hafızalarında büyük siyasi bir organizasyon bulunmamaktaydı. Elde ettikleri kentleri koparıp aldıkları Türk İslam devletlerinin genişliklerini rüyalarında bile görememekteydiler. Beyinler ve gönüller karşılıklı bir hesaplaşma ile yanıp tutuştu. Meydana gelen karşılaşmalar mevcut konumun değişmesine yetmedi. Geri alma politikasından asla vazgeçilmedi. Nesiller kurtarmanın hayaliyle yürüyüp, durumu kabullendiler. Hayal gerçeğin yansımasıdır. Gasp edenler çalıp götürmenin, mağdurlar ise mirasın hayallerini kurdular. Her ikisinin de sonuçları tarihin akış istikametini değiştirdi. Konunun bir de karşı tarafı ve kısa vadedeki kazanımları bulunmaktadır. Hazır hayallerine ulaşamamış olsalar bile bazı mihenk taşlarını koparıp alanlar için mevcut netice tatminkar değildir. Zira bu coğrafyayı ziyaret etmek isteyen Hıristiyanlar eğer kara yolunu seçeceklerse Oğuz Türklerinin egemen olduğu Anadolu ve Suriye'den geçmek zorundaydılar. Anadolu'nun hakimleri planlı intikam peşinde koşmasalar da köklü vatan sevgisinden, toprağına göz dikenlere düşmanlık geleneğine sahiptiler. Sınır çizmemiş olsalar bile "vatanın tehlike altında" olma düşüncesi bütün külleri yok etmekte kor ortaya çıkıvermektedir. Bu da şüphesiz onları huzursuz etmekteydi. Haçlı ordularını sürekli olarak destekleyemeyeceklerine göre kendilerini korkudan, saldırıdan ya da açıktan korumalarının başka yollarını bulmak durumundaydılar. Bu yüzden ayrı bir yapılanmaya gidilmeliydi. İşte gizemli bir şekilde ortaya çıkarılan kavram böyle bir ortamda belirdi. O zamandan bugüne kadar üzerine çok şeyler yazıldı, söylendi ve kurgulandı. Bundan sonra da kurgulanmaya devam edecektir. Sinema ürünleri açısından kurgu deşelemeye dönüşecektir. Deşeleyiş yönteminde herkes belleğindekini arayacaktır. İmparator ülkenin önde gelen dokuz şövalyesini seçip görevlendirildi. Kıyafetleri beyaz, üzerlerinde büyük bir haç işareti bulunan bu görevlilerin yenilmezliği ve Müslümanlara dehşet saçtığına inanıldı. Kendilerine göre bir dizi kurallar geliştirdiler. Gelişmeler Hıristiyanlarda inanılmaz bir güvenin ortaya çıkmasına ve giderek pekişmesine yol açtı. Onlara dahil olmak bir ideal, adeta dini bir inanca dönüştü. Talebin bu şekilde ortaya çıkmasıyla da onlara katılmanın şartlarının da planlı ya da kendiliğinden geliştiğini söylemek mümkün görünmektedir. Kendilerine dahil olunmada gizlilik içinde gerçekleştirilmeye başlanılınca gerçek önce efsaneye, ardından mitolojik bir boyuta dönüştü. Kabul gören ritüeller geliştirildi. Zira askeri veya siyasi anlamda buralarda tutunabilmek mümkün görünmüyordu. Faaliyetler gizlilik içinde yürütüldüğünden birbirine zıt tanımlamalar ön plana çıkacaktır. Cani olarak görüldüğü kadar ölümsüz ve kutsal canlılar olarak algılandığı anlaşılmaktadır. Titizlikte gerçekleştirilen seçimlerden anlaşıldığı kadarıyla vasıflı, donanımlı, kutsal yerleri ziyaret esnasında refakat ettiği kitlelere herhangi bir zarar gelmemesi gibi durumlardan dolayı onların üstün özelliklerinin olduğuna kanaat getirildi. Zira Haçlı seferlerinin siyasi ve askeri gelişmeleri gayet net bir şekilde tarihin önünde durmaktadır. Tarihen sabit olan bu hususa ilaveten onların çok daha farklı niyetlerle ortaya çıktığı kendilerine göre bir görevinin bulunduğu yönünde de bir çok rivayetlerin bulunması olayın boyutunu oldukça değiştirmektedir. Sinema sektöründen daha sistemli, planlı, hızlı ve teknik bir gelişme kaydettiği gözlemlenen dizilerimizin geçmişe yönelik kurguları o zamanların bilimsel araştırmalarını sürdürmekle görevli üniversitedeki bölümlere öğrenci akışında problemlerin oluşmasını engellemekteyse de temel kaynaklara dair araştırmalar yerine popülist, kolaycı, çalışmadan başarılı olabilme metotlarını ön plana çıkarmaktadır. Aynı şekilde mesafe alanların mevcudiyeti kabul edilmekte ve gözlenmektedir. Ancak Türk kültürünün kitlesel hareket yerine tek kişilik kahramanlık modelinin bu alandaki sıkıntıyı giderebilecek mühim bir teselli olarak düşünülmektedir. Doç. Dr. Turan AKKOYUN Afyon Kocatepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Turan Akkoyun Arşivi

UYUM

17 Nisan 2016 Pazar 18:09

KONAK

28 Mart 2016 Pazartesi 09:20