Halil Şahin
ASAYİŞ BERKEMAL
Afyonkarahisar kenti orta büyüklükteki bir şehirdir. Kent büyüdükçe asayiş bir sorun olarak gündeme geliyor. Kent merkezini çevreleyen mahallelerde karakollara gereksinim duyuluyor. Öte yandan; eski Afyonkarahisar mahallelerinin insanları huzursuzluğunu basına yansıtıyor. Beri yanda da şehrin ticaret merkezi olan cadde ve sokaklarda tam bir trafik anarşisi yaşıyor. Artık o yollar; daracık kaldırımlarıyla ne insan selini, ne de ensiz caddelerde akan motorlu araçları kaldırabiliyor. İnsan kendini İzmir’in Kemeraltı’ndaki curcunayı yaşıyor sanıyor. Kentin; dilencilerin, hırsızların da cirit attığı yolgeçen hanı gibi olduğu söyleniyor. İnsanların gözleri önünde olagelen olaylar insanlar için çok ürkütücü! İnsanlar kaplıcalara akın ettikçe, onların araçlarını soymaya kalkanların artması, turizmden beklenti içinde olan Afyonkarahisarlının umutlarını çabuk söndürebilir. Özellikle kaplıca alanları bulunan belediyeler başta olmak üzere, tüm belediyeler sınırları kapsamında, güvenlik sistemlerini kurmak durumundadır. Kaplıcalarda da işletmeyi üstlenenler aynı sorumluluğu taşımaktadır. Bu güvenlik salt jandarma ve polisle değil, özel kişi ve kurumların güvenlik çabalarıyla da sağlanacaktır. Okullarda kurulan güvenlik kameraları gibi önlemler iş merkezleri çevresinde, kentin çeşitli cadde ve sokaklarıyla birlikte kaplıcalarda da mutlaka alınmalıdır. Polis karakollarının yeterli olamadığı günümüzde, cadde ve sokaklarda devriye gezen polis ve bekçi timleri görevlendirmeleri yapılmadıkça kuşkusuz diğer önlemler de yetersiz kalacaktır. Şu sokak ve caddelerde yaya kaldırımlarını ve oto yollarını sandalye, kasa vb barikat ürünleriyle işgal ederek hak ihlali yapan bencil esnaf ve maganda bireylere kim dur diyecek? Zabıta mı yoksa trafik polisi mi? Yerel yönetimler mi yoksa genel yönetimler mi? Thoreau; “Haklıların mahkûm edildiği bir ülkede, bütün doğruların yeri cezaevidir.” diyor. Yani doğruyu söyleyenler dokuz köyden kovuluyor. Şan Özalp’lı AKÜ dönemi, üniversite kenti olduğumuzun farkına vardığımız günlerdi. Kurumunun, bilimsel çalışmalarının sonuçlarını halka duyuruyor “Ekmeğinizle oynuyorlar!” diyordu. O kadir bilmez çıkarcı ve işbirlikçi, cahil halk, tarihte niceleri görülen Genç Osman olayındaki gibi, adamı alaşağı ediverdi. O günden bu yana AKÜ’den bu anlamda araştırma verileri açıklanmaz oldu. “Herhalde bu tür araştırmaların önü de kesildi” diyorum. Çünkü “Böylesine araştırmalar yapılmış olsa, mutlaka bir bilimsel platformda veya yapıtta onları duyacak ya da okuyacaktık.” diye düşünüyorum. Ama ben, elan, o günlerden bu yana kent fırınlarında yapılan ekmeği yiyemiyorum. Yediğimde mutlaka rahatsızlık duyuyor, hasta oluyorum. Birkaç kez günlük yazılarımda bu konuya ilişkin serzenişlerimi yazdım, ama bozuk düzeni değiştiremiyordum. İlk kez bir yandaş bulmuştum: Bir zamanların Konya Tüketiciler Birliği Başkanı Mustafa Dinç; “Gördük ki; ekmek, ekmek olmaktan çıkmıştır. Ekmek, katkı maddelerinin insan sağlığını ve inancını tehdit ettiği bir zehir topuna dönüşmüştür. Ekmeği sadece fiyatıyla gündeme getirenler; seçim kaygısı, pazarlama kaygısı gibi ahlâki olamayan kaygılar insan sağlığının toplum sağlığının önüne geçmiştir. Dindar olduğunu iddia edenlerin bile aldırış etmediği bir aymazlıkla karşı karşıyayız. Çünkü biz içinde domuz ya da benzer yenmesi sakıncalı hayvanlardan elde edildiği bilinen, E472 olarak kodlanan Mono ve Digliserid Diasetil Tartarik Asit Esterleri'nin bulunduğu bir ekmeği yememiz mümkün değildir. Bu büyük oranda hayvansal menşeli olup yağı bol olan domuzdan elde edilme ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Bu madde ile ilgili tüm üreticiler kendi ürünlerinin domuzdan mamul olmadığını sözle ifade etmekte ancak sağlıklı ve güvenilir belge sunmakta zorlanmaktadırlar. Ekmeğin 150 gram olarak üretilebilmesi için katkı kullanmak zorunda olduklarını söyleyen fırıncılar ekmeğin 300 grama çıkarılmasıyla katkı kullanmaya gerek kalmayacağını açıklamalarına rağmen yine bildiklerini okuyup 150 gram ekmeğe zam, katkıya devam mantığı ile tüketicinin karşısına çıkmışlardır. Ekmek tebliğine göre ekmeğin üzerinde etiket olmalı ve ekmek poşetle satılmalıdır. Ekmeğe domuz vb. ürünlerden elde edilen katkılarında etiketine yazılması etiket tebliğine göre zorunluluktur. Ancak bütün bunların hiç biri yapılmamaktadır. Tarım İl Müdürlüğü yasal denetim görevlerini yapmayarak suç işlemektedir. Yetkililer haklarında derhal suç duyurusunda bulunacağız" diyordu, ne değişti? Yine de; “Bu yapılanlar Müslüman insanlarımıza zulümden başka bir şey değildir. Yalnız insanlarımız da şunu iyi bilmelidir: ne yapalım ilgililer gereken titizliği göstermiyor diyerek, bu günahtan kendilerini kurtaramazlar.” yargısına katılmamazlık eden var mı? Birden, Syrus’un sözünü anımsadım: “Verilen öğütlerden yalnız akıllılar yararlanır.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.