Turan Akkoyun
AKIŞ
Toplumları belirli zamanlarda, belirli üretim ve tüketimlere yönelten tetikleyici faktörler vardır. Bir anda beliren, yaygınlaşan, kabul gören arz talep dengelerini alt üst eden gelişmelerden birileri rant elde ederler. Onlar bunu doğal bir iş, haliyle kazanç kapısı olarak görürler. Belki de bu yüzden gelişme, olması gerekenden daha fazla alabildiğince körüklenir. İlgili olan ya da olmayan bir çok unsur kullanılır. Yollar birbirine bağlanır. Bağlanan yollarda tesis edilen istasyonlar farklı niteliklerde istihdama zemin hazırlar. Zaman ilerledikçe işin mahiyeti anlaşıldığından kalite artışı gerçekleşse bile elde edilen kazançta gözle görülür bir düşme meydana gelir. Sektör ayırmaksızın hemen her dönemde aynı çizgide gelişmeler yaşanmıştır. Yaş ne olursa olsun, herkes kendi hafızasını yokladığında, çok geçmeden şahitliğinde zuhur eden örnekler bulmakta hiç zorlanmayacak, konuyu çok daha iyi anlayabilecektir. Bu tür gelişmelerde doğaldır ki öncelik hakkı her zaman ekonomik ve maddi cephenin olacaktır. Yola ilk çıkanlar testilerini doldurduktan sonra iş normal akışına dönmeye başladığında kurnazlık taktikleriyle hileye doğru kaymaya başlar. Bu aşamada yola çıkıp eser üretenler maddi bir menfaat elde edemezler. Samimi ve dürüst çalıştıkları takdirde en büyük kazancın sahibi olurlar. En büyük kazançtan kast edilen şüphesiz deneyim olmaktadır. Deneyimler bugün değilse yarın mutlaka önümüze artı değer olarak yansımaktadır. Artı değerin yaşam kalitesini artırdığı, standardı yükselttiği ortadadır. Bundan dolayı kaybeden görülmemiştir. İnsanoğlu düşmeyince ya da düşürülmeyince kendisini dev aynasında görür. Akış istikametinin hep aynı yönde sürüp gideceğini sanır. İstikamet sabit ve rutin bir halde devam ettiğinde de beyin istirahata çekilir. Yeni yollar aramasına, düşünmesine, kendisini yormasına gerek kalmaz. Düşmeyen, düştüğünü fark etmeyen de kesinlikle kalkamaz. Fark edebilmek için beynin uyanık ve zinde olması gerekmektedir. Bunun da beslenmeden dinlenmeye, düzenli spora kadar bir çok cephesi bulunmaktadır. Cephelerden her hangi birinin eksikliği hayat denen "inişli çıkışlı yolda" mutlak surette dengesizliğe sebep olacağı hemen herkes tarafından kabul görmektedir. Düştüğü yerden kalkamayanın ise geleceği bulunmamaktadır. Demek ki sadece beyinsel aktivite yeterli değildir. İnsanın her alanda dengeli ve zinde hareket etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde iniş - çıkış istikametindeki virajlarda savrulup gitmesi kaçınılmazdır. Birden patlak veren furyanın izahı muhtemelen çok kolaydır. İşin içinde, suyun başında bulunanların suskunluğu gerçeği değiştirmemektedir. Satır aralarına, parantez işlerine sıkıştırılan bilgiler hakikati de gizleyemez. Gelişme sektörde büyük bir yalpalamaya neden olduğu gibi bu alanda faaliyet gösteren yapımcı, senarist, yönetmen ve oyuncularda dahil olup - olmama konusunda bir yol ayırımına sebep olmuş, katılmayanlar kenara çekilmenin ötesinde henüz gelişimini tam gerçekleştiremeyen filizler köklerine uzanacak hayat damarlarından koptuğu için solmuş, kuruyup gitmişlerdir. Zorlamalar bir komediden başka bir şey değildir. Bizim cephemizden en mühim olan, değerlendirilmesi gereken husus böyle bir akımın toplumda karşılık bulmasıdır. Karşılık bulduktan sonra birden kendi elemanlarını birer birer perdeye yansıtması, sağnağın tufana dönüşmesi, sektörün salonlarının görkemlerinden uzaklaşması, masrafların azalması, az giderle çok gelir elde edilmesi ile hesapların alt üst olmasıdır. "Merdiven altı" tabiri ile ifade edilen ürünlerin elbette diğerleri karşısında kalıcı hale gelmesi mümkün değildi ancak birkaç günde elde edilen ürünlerin uzun yıllar sürümü pazarlama aşamasında da ters bir rekabet üstünlüğü sağlamıştır. Gösterim esnasında tercih edilen salonların giderleri de kıyıda köşede, varoşlarda bulunmalarından dolayı itina gösterilmeyen bakımsız haliyle diğerleriyle kıyaslanamayacak kadar düşüktür. Sadece maddi gelir değil yaş itibariyle de kontrol mekanizması tam olarak işletilememiştir. Bunlardan daha ötesi kültürel birikimleri, yürüyüşleri hedefinden saptırmasıdır. Sinema sektörü anlamında maddi, teknik ya da kültürel açılardan hemen hiç bir kazanım elde edilememesine rağmen, ahlaksızlığın, seviyesizliğin, zevk ve eğlencenin sıradanlaşarak genele yayılmasıdır. Aslında olması gereken budur imajının doğmasıdır. Şüphesiz hitap edilen, hedef kitle toplumun ancak yarısıdır. Böylelikle sosyal dengenin bozulması çok daha kolay bir hale gelmiştir. Bir kısmı tahrik olurken, diğer kısım ise doğal hedefe dönüştürülmüştür. Bunların her biri, elbette üzerinde düşünülerek, çok ciddi araştırmalardan sonra yapılacak değerlendirmelerle, tartışmalarla ortaya konulabilir. Konulmalıdır zira neden böyle bir durum yaşanmıştır, bundan kimler ne kadar yararlanmış, toplumsal bellek nasıl etkilenmiştir? Aynı gelişmelerin evrensel olduğu düşünülecek olursa bunun bir merkeze bağlı kollardan yönlendirilerek organize edildiği yönündeki endişeler haklılık kazanmaktadır. Hangi bilim dalında olursa olsun her türlü tekamül; dert edinmeyle, odaklanmayla, hedefe kilitlenme ile gerçekleşmiştir. Bundan böyle aynı yönde ilerleme meydana gelecektir. Ülke içinde dışarıdan etkileşim bağlantıları tespit edilebildiği takdirde karanlıkta yürünmeyerek, boşa kürek çekilmeyecektir. Acaba bir çok arenada olduğu gibi bu hususta da "at izi it izine karışmış" mıdır? Böyle olduğu takdirde silkeleme yapılması kaçınılmaz olacaktır. Bunu doğal ya da basit bir değişimle açıklama imkanımız bulunmamaktadır. Eğer böyle bir yola saparsak yürünen yolun tozlarını temizlemekten adım atmaya fırsat kalmayacaktır. Burada yapılanları bir çalışma, meşgale, ürün olarak algılama sınırını geçmeyeceğiz. Eser, sayı, kalite, maliyet, performans sinema sektörünün kendi çizgisini yine kendisi ölçüsünde değerlendirmeye çalışacağız. Unutulmamalıdır ki dünyada perdeye yansıtıldığı sene ülkemizde sarayda da olsa yer bulabilen sinema sektörü çok uzun yıllar son derece sınırlı sayıda yapımcı, senarist, yönetmen ve oyuncuyla yürüyebilmiş, oyuncuların yüzleri eskimiştir. İzleyiciler kendilerini buldukları sanatçıların filmlerini izlemişlerdir. Furya ile beraber ortaya çıkarılan ürünler karşısında birbirine dahil olan duygularla yoluna devam etmişlerdir. Takriben elli yıl kadar öncesine uzanan çizgide yaşananlar, ne yazık ki ne kültürel açıdan, ne de sektörel açıdan ülkemiz pek bir şey kazanmamıştır. Zaman zaman bu eserlerde rol alan sanatçılar yaptıkları söyleşilerde "öğretmenlik" görevini üstlendiklerini dile getirmişlerse de artı ve eksiler düşünüldüğünde kendilerine iştirak ihtimalimiz hemen hiç yoktur. En başından beri tarih sahnesinin seçkin bir üyesi olan, ahlaki anlamda her türlü aykırılığın ortadan kaldırılması yönünde gözünü kırpmadan ileri atılan millete bu yönde bir izahatta bulunmak takdir edilmelidir ki büyük bir haksızlıktır. Böyle bir açıklama ancak kendini kandırmak olabilir. Sinemayı bir sektör olarak düşündüğümüzde mutlak surette bir vizyonu bulunmalıdır. Kendi vizyonu olan bir sektör elbette yapımcısı, senaristi, oyuncusu, izleyicisi ile beraber dikkat çekecek bir noktaya gelecektir. Vizyon ülke dahilinde olduğu kadar haricinde de büyük bir avantaj sağlayacak, katkıda bulunacaktır. Her hangi bir sektör neden vardır? Elbette yolunda yürümek ve para kazanmak için. Kendine omuz verenlere ekonomik bir kapı açacak ki yolunda daha emin adımlarla mesafe alabilsin. Bu basit kanaati bile destekleyecek bir durum söz konusu olmamıştır. Bu hususta gerçekleştirilen söyleşilerde, konferanslarda, panellerde, sempozyumlarda, yayınlanan hatıralarda bir takım bilgi kırıntıları yer almaktadır. Bilgi kırıntılarının ilgili sosyal bilim dallarının metot ve yöntemleriyle değerlendirilmeye tabi tutulması realitenin tanımını kolaylaştıracaktır. Birçok defa ifade ettiğimiz gibi sinema sektörü sadece iktisadi bir işletme mantığı ile ülkeye bir katkı sağlayamaz. Sağlamamaktadır. Her şeyden evvel kültürel ritüellerin ciddi bir akış ile bugünkü kuşaklara yansıtılmasını hemen ardından da bunun yurt dışına taşınmasına aracılık etmesi gereken çok önemli bir sanat alanıdır. Yapım, bugün olmasa da yarın mutlaka ülke dışında ülkemizin vazgeçilmez eseri haline gelmektedir. Hele sanal ortamın geliştiği günümüzde kırk sene evvelki filmlerin bile zahmetsiz bir şekilde ulaşılabilir olması fikrimizi daha da pekiştirmektedir. O zaman beğenilen, büyük hasılatlar elde edilen filmler artık inceleme konusu olarak masamızda bulunmaktadır. Aynı şekilde büyük emek sarf edilerek vücuda getirilen eserlerin üzerinde geçen zamana inat hala sinemamızın yüz akı olarak hafıza panolarımızda ışıklandırılmış bir şekilde asılı olması mevzuunun biraz da hukuki boşluktan kaynaklandığı hatta siyasi çalkantılarla bağlantılı olduğu fikrini kuvvetlendirmektedir. Demek ki sinema sektörü sanılanının aksine iktidar ile doğrudan bağlantılı gözükmektedir. İktidarın kuvvetli olduğu zamanlardaki ürünler ile sallantı dönemlerindeki ürünleri arasında dikkate değer bir fark bulunmaktadır. Doç. Dr. Turan AKKOYUN Afyon Kocatepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.