Halil Şahin

Halil Şahin

ULUSALCILAR GÖNÜLLERDE

Adalet Bakanı Sadullah Ergin; daha iki ay önce, hükümet “PKK’nın arkasında İsrail var” derken, ne oldu da İsrail’i akladı ve PKK’yı iki Avrupa ülkesinin yönlendirdiğini açıkladı? Güneydoğu’da temaslar yapan Alman heyetinin “PKK diyaloga dâhil edilmeli” çağrısı ne anlama geliyor? ABD Irak’tan gerçekten çekiliyor mu? ABD’nin Irak’la işi bitti mi? Hanefi Avcı neden cemaati hedef alan bir çıkış yaptı? Deniz Baykal, kaset olayında neden cemaati aklamıştı da salt hükümeti suçlamıştı? Sahte darbe belgesinin aradan bunca zaman geçtikten sonra, “AKP’den Edelman’a, oradan John Kunstadter ve Faruk Demir yolunu izleyerek TSK’ya gittiği” bilgisi neden piyasaya sürüldü? Washington’un, Ankara’ya gönderilecek bir büyükelçi üzerinde bile uzlaşılamaması ve bazı kalemlerin, ABD’nin AKP’ye mesafe koyduğu şeklindeki yorumları ne anlama geliyor? İşte bu sorular kafaları kuralarken, gündeme bomba gibi düşen AKP ile PKK arasındaki referandum pazarlığı, salt anayasa değişikliğine “evet” demeyi kapsamadığı da gün yüzüne çıkarak anlaşıldı. Anlaşıldı ki; pazarlığın esasını, “Federasyon Anayasası” oluşturuyor. Meğerse bu alt pazarlığın üstünde, ABD ile Türkiye arasında, Irak’ın kuzeyi merkezli “konfederasyon” pazarlığı yapılıyormuş! Öcalan’ın PKK ve BDP’ye “demokratik özerkliğe ibadet eder gibi sarılın” mesajının, işte bu üst pazarlıkta rol alma hedefine yönelik olduğu anlaşılmıştır.(Öcalan demokratik özerkliğin esaslarını açıkladı, ANF, 20 Ağustos 2010) Bu pazarlıkların aşamalarını kısaca anımsayalım: Siyasilere akıl hocalığına soyunan Cengiz Çandar, AKP’nin “Kandil ve İmralı” ile görüştüğünü söylediğinde, en başında beri meseleyi “iki Abdullah”ın çözeceğini savunuyordu. “Çankaya’daki Abdullah-İmralı’daki Abdullah-Kürt sorununda iyi şeyler olacak” demesi, insanları hiç de şaşırtmadı. Açılım Koordinatörü İçişleri Bakanı Beşir Atalay 20 Ekim 2009 günü yaptığı açıklamada, Öcalan’ın talimatıyla Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye gelen birinci barış grubuyla ilgili olarak, “eve dönüş, demokratik açılım sürecinin bir safhası, planın bir parçası” dedi. Bakan Atalay’ın DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk ile 17 Ekim günü gizlice görüşüp, iki gün sonra Habur’dan geçişi planladıkları basına yansımıştı. Taraf Gazetesi’nden Yıldıray Oğur; Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı bir analize dayanarak, 2006 yılından beri PKK’nın Avrupa sorumlusu Sabri Ok ile görüşüldüğünü açıkladı. Eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu da “Sabri Ok, Abdullah Öcalan ile telefon görüşmesi yaptı” dedi. Her iki açıklama birleştirilince AKP’nin Sabri Ok’la, Ok’un da Öcalan’la görüştüğü ortaya çıkmış oluyordu. Demek ki; Öcalan, boşu boşuna “AKP benim söylediklerimi alıp uyguluyor” dememişti! PKK lideri Murat Karayılan, Habertürk’ten Amberin Zaman’a “Geçen yıl Şubat ayında bir hükümet üyesi Öcalan’a gitti ve açılımı konuştu dediğini anımsarken, elbette eski MİT Müsteşarı Emre Taner’in gerek Barzani ile gerekse henüz müsteşar yardımcısı iken Öcalan’la hükümet adına yaptığı müzakereleri unutmamak gerekir. 17 Ağustos 2010 günü, Karayılan: “Artık açıklanmasında bir sakınca görmediğimiz diğer önemli bir gelişme de devletin, önderliğimizle geliştirdiği diyalog temelinde ateşkes talebinde bulunmasıdır. Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti ancak, talep üzerine yeniden devreye girerek, çağrıları ve devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak, bir kez daha barışa şans tanınması için hareketimize bir mesaj gönderdi” diyordu. Zaten Cumhurbaşkanı Gül, “Terörü bitirmek için devlet her yöntemi dener” diyerek zaten pazarlık yapıldığını itiraf etmemiş miydi? Bakü uçağında konuşan Gül; “her yöntem denince, bu hem silahlı mücadeledir hem de siyasi, diplomatik, metotlar bunun içerisindedir. Devlet teröristle masaya oturmaza, pazarlık yapmaz ama yapılacak her iş için gerekli organları, kurumları vardır. Devlet organları ne yapacaklarını bilir” dedi. (Fehmi Koru, Cumhurbaşkanı ile Bakü yolunda, Yeni Şafak, 17 Ağustos 2010) PKK’nın eylemsizlik kararı ve bu kararın ardındaki pazarlıkla ilgili olarak da taraflar şunları söylüyordu: BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, “Taleplerimize cevap verilmesi durumunda elbette ki, biz yeni anayasayı destekleriz. Böyle bir durumda AKP ile ortak çalışma çağrımızı yeniliyoruz” (Radikal Gazetesi, 18 Ağustos 2010) Demokratik Toplum Kongresi DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk de, “Hükümet ciddi adımlar atar, hamle yaparsa her şey değişebilir” dedi. (Vatan Gazetesi, 21 Ağustos 2010) AKP’li Tarım Bakanı Mehdi Eker, “Kan ve gözyaşı dökülmemesi her halükarda olumlu mütalaa edilmesi gereken bir durumdur” derken (Vatan Gazetesi, 17 Ağustos 2010), en ilginç açıklama ise Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’ten geldi: “Terör örgütü kimsenin hatırına silah bırakmaz”. (CNNTurk, 20 Ağustos 2010). Aslında Çiçek’in açıklaması, akıllara “Peki PKK ne karşılığında silah bırakır?” sorusunu getiriyordu. Ancak; sorunun salt halkoylamasından ‘evet’ çıkartılması olmadığı, esas olarak “evet” çıktıktan sonraki sürece ilişkin pazarlık yapıldığı ortada! Öncelikle, pazarlığın ilk unsuru Öcalan’ın 15 Ağustos’ta ilan edeceği demokratik özerklikti. AKP, özerklik ilanının referandum öncesi getireceği kaybı göz önünde bulundurarak, bu konuyu pazarlığın ilk unsuru olarak ele aldı ve Öcalan’a 15 Ağustos açıklamasını erteletti. Ancak Ruşen Çakır “bu ateşkesin arkası gelebilir” (Vatan Gazetesi, 17 Ağustos 2010) ve Fikret Bila, “referandumdan sonra gündem özerklik” (Milliyet, 21 Ağustos 2010) diyerek aslında BDP Genel Başkan Yardımcısı Gülten Kışanak’ın birkaç gün sonra “Yeni Anayasa, Özerk Kürdistan” diye formüle edeceği esasa ışık yakıyorlardı. Kışanak, “Bizim rengimiz belli; sarı, kırmızı, yeşildir. Taraflarımızı en güçlü şekilde örgütleyeceğiz. Onlar bu renkleri kabul edecek ve onlar bizim yazdığımız yeni anayasayla Kürt halkına özgürlük ve demokratik özerk Kürdistan gelecek” dedi. (Milliyet Gazetesi, 22 Ağustos 2010) Çok kez AKP hükümetlerinin, açıkça İskenderun’daki PKK saldırısıyla ilgili olarak İsrail’i suçladığını duyuyordunuz. Birden bire ne değişmişti? ABD; PKK liderlerinden Murat Karayılan, Ali Rıza Altun ve Zübeyir Aydar’ı uyuşturucu kaçakçısı ilan ederken, AB tutuklu bulunan PKK liderlerinden Nizamettin Toğuç’u neden serbest bırakıyordu? Mesaj neydi ve kimeydi? Her şeyden önemlisi AB’nin bu mesajların altını dolduracak kuvveti var mıydı? ABD’nin her şeye rağmen Kürdistan’ı ilan edemediği; çünkü Türkiye’nin plana henüz razı edilemediği; direnen kuvvetlerin zayıflatıldığı, yıpratıldığı, zindanlarda çürütülmeye çalışılmasına rağmen hâlâ teslim alınamadığı ortada! İşte şu anayasa oylamaları, aslında Türkiye’nin teslim alınması öncesinin son vuruşuydu. Şimdi artık, beklenen gelişmeleri şöyle sıralayabilirsiniz: Birincisi; ABD, Irak’ın kuzeyini Erbil başkentli olarak Kürdistan diye ilan edecek. İkincisi, Türkiye’nin güneydoğusu özerk ilan edilecek; dolayısıyla Üniter Türkiye yerine Federatif Türkiye kurulacak. Üçüncüsü, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir alt düzeni olarak geçen aylarda ilan edilen ve adına Ortadoğu Birliği denilen “Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün” arasındaki ticari birlik, İstanbul başkentli siyasi birliğe dönüştürülecek. Son olarak da bu üç yapı birleştirilip, İstanbul ve Diyarbakır merkezli bir konfederasyona dönüştürülecek! Zaten, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi bu değil miydi? İşte sizi bu projeye razı etmeye çalışıyorlar. Anımsayın: 21–23 Ağustos 2010 günleri yurdun dört bir yanından düzenlenen “Ergenekon’dan Çıkış İçin Türkiye Silivri’ye Yürüyor! Yurtseverlere Özgürlük, AKP Anayasasına Hayır!” yürüyüşü konulan isme uygun olarak başarıyla tamamlanmıştır. Yürüyüş, kamuoyuna mal olmuş ve Ergenekon tertibine karşı mücadelede yeni bir kilometre taşı olmuştur. Kararlı ve kahramanca duruşuyla, bir kez daha öncülere ve yurttaşlara cesaret, moral ve umut olan ulusalcılar, yurttaşların gönlünü fethetmiştir.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Halil Şahin Arşivi