Turan Akkoyun

Turan Akkoyun

SAHNE ile PERDE AYDINLIĞI

İnsanlık aleminin en seçkin üyelerinden birisi olarak tanımladığımız Türkler, göçlerle dünyanın dört bir yanına yayılmış, yaşam tarzındaki gizem herkesin ilgisini çekmiştir. Kasti olarak olduğundan farklı gösterildiği olmuşsa da ulaştığı coğrafyalara medeniyet götürmüş, siyasi, iktisadi, sosyal, kültürel çalkantılara son vermiştir. Kalıcı barışın güvencesi haline gelmiştir. Kendisini görmek istemeyenler, küçümseyenler çok geçmeden onları tarihlerinde anmaya başlamışlardır. Zira dünyanın aydınlatıcısı durumuna gelmişlerdir. Bir sanat, kültür hareketi olduğu kadar bir endüstri halinde faaliyet gösteren sinema; zaman zaman tarihten bir takım konuları ciddi bütçelerle ele alma cesaretini göstermiş, çoğunlukla da ticari hedeflerine ulaşmıştır. Bu tür çalışmalar; kaleme alınmasından, projenin tasvip görmesi, kostümlerin hazırlanması, çekimlerin gerçekleştirilmesi, ürünün pazarlanmasına kadar çeşitli güçlükleri de beraberinde getirdiğinden genelde istisnai durumunda kalmışlardır. Yine de her devirde böyle hevese kapılan serüven adamları bulunmuştur. Şehrengiz olarak düzenlenen bir dizi faaliyetlerden bir tanesi de Nisan ayının başlarında Afyonkarahisar'da gerçekleştirildi. Şehirde böyle bir organizasyonun düzenlenmesi büyük önem arz etmektedir. Zira kelime; klasik anlamda kaleme alınan Mesnevi tarzı eserlere gönderme yapmaktadır. Buna göre bahsi geçen eserlerde şehre ait genel bilgiler verilir, onu öne çıkaran hususlara temas edilir. XVI. ila XVIII. yüzyıllar arasında Divan Edebiyatımızda sıkça örnekleri görülen şehrengizler takriben iki yüz yıl kadar kaleme alınmıştır. Bu yüzden Mevlevilik ile bağlantısı yüzyıllardır devam eden Afyonkarahisar'da Şehrengiz etkinliği, çok mühim bir gelişme olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir. İran Edebiyatında şehr-i aşûb, âlem-âşûb, felek-âşûb, dehr-âşûb gibi isimlerler gelişen bu tür eserlerin Farsçadan etkilenen Anadolu eserlerine yansımaması zaten düşünülemezdi. Etkinlik kültürel değerimizle bütünleşme olarak algılanmalıdır. Faaliyetin zamanlaması oldukça manidardı. Aniden kendini gösteren programda protokol konuşmaları ve bilimsel katkıları değerlendirme dışına aldığımızda, dikkate değer önemli bir oratoryo gerçekleştirildi. Oratoryo, içinde tiyatroyu, müzikali, opera, sinema gibi çeşitli gösterileri barındırır. Lirik, epik, dramatik türleri bulunmaktadır. Mevzu Türklüğün tarihi olduğu zaman iyi-kötü, güzel-çirkin, sadakat-ihanet her şeyi görmüş, yaşamış, atlatmış, başarmış geçmişe oratoryonun hemen her türü sahnede sunulabilecektir. Tarihi yapan ama asla yazmayan bir millet olmasına dair ortaya konan gerçeğin ilk istisnası Orhun Abidelerinde Bilge Kağan, Kültiğin, Tonyukuk yazıtlarının müzikalle seslendirilmelerine film takviyesi müthişti. "Senin töreni kim bozabilir?" Müzik eşliğinde itinalı bir şekilde dillendirilen husus sanki bin üç yüz yıl öncesine ait değil, geçmişten geleceğe uzanan çizgide aydınlatıcı bir ışık, sinyal ve yol gösterici gibiydi.

İnsanlığı yerleşik ve göçebe olarak iki yaşam tarzında birbirinden ayıran ve konuyu bağlayan sosyolojik görüşten farklı olarak mevcudiyeti ortaya konan Bozkır Atlı Kültürünün ortaya çıkardığı mücadeleci, hareketli, uzakları yakınlaştıran yürüyüşler renkli bir kültür meydana getirmiştir. Yaşadığı, ulaştığı coğrafyada asla sıradan bir halde kalmayan, beklenmedik zamanlarda aniden dünyanın liderliğinde beliriveren şahıs, devlet ya da toplum olmuştur. Böylelikle "cihan hakimiyeti mefkuresi" doğmuştur.

Sadece tarihimizin değil dünyanın akış istikametini değiştiren, ülkeleri medeniyetlerden başka mutlak varlıklı bir medeniyete aktaran nadir olaylardan birisi de şüphesiz Türk'ün İslamiyet ile şereflendirilmesidir. Gittiği her yerde olduğu gibi İslam coğrafyasında da siyasi liderlik çok kısa bir zamanda ele geçirilmiştir. Maveraünnehir'de sıkışan Oğuzların, Gazneliler karşısında zayıf durumda bulunan önce Samaniler, ardından Karahanlıların yanında yer aldıktan sonra varlıklarını kabul ettirip devletleşmesi ile birlikte İslam alemindeki siyasi liderlikleri kabul ettirmeleri bir kaç yıl bile almadı. Siyasi liderliğin gerçekleşmesinin ardından, ilk Müslümanlardan beri akın güzergahı üzerinde bulunulan Anadolu'ya dönülmüştür. Bu coğrafya çetin bir mücadele alanıdır. Burada yaşayanlar umutsuz, mutsuz, kançasını buraya takanlar ise acımasız, zalim, gaddardırlar. Entrikada da rakip tanımamaktadırlar. Büyük bir ordu ile şarka yürüyen Doğu Roma Ordusu içine Balkanlarda bulunan savaşçı Türk topluluklarının erlerini dahil ederek kendinden emin bir şekilde ay Ağustos'u, gün Cuma'yı gösterdiğinde küçümsediği Oğuzları baskına girişti. Hükümdar secdeye vardıktan sonra "burada tek Sultan: Allah'tır" dedikten sonra giydiği beyaz elbisesini kefen yapıp ileri çıktı. Sadece bu olay bile perdeye yansıtıldığında saçacağı aydınlıkla dünyanın dört bucağında yüksek ilgiye mazhar olacaktır. Birkaç yıl içinde İznik başkent olacak şekilde ikinci Türk vatanında yeni devlet kurulmuş Anadolu Türkleşmiş, İslamlaşmıştır. Bu yalnız askeri faaliyetlerle gerçekleşmiş değildir. Hoca Ahmet Yesevi'nin dergahından beslenen Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli, Mevlana, Yunus Emre ve isimli isimsiz Horasan erenleri coğrafyadan vatana geçişi sağladı. Müzik, görüntü eşliğindeki duruş, itaat, semah, halay kültürel canlılığı yansıtmıştır. Selçukluların çekilmesinden sonra Oğuzların iktidarına geçen Osmanlı hükümdarları gönüllerini; her köşesine rezillik sinmiş, ahlaksızlığın hudut tanımadığı dünyaya son vermek için surlara dayandılar. Yıldırım, çocukları torunları her fırsat bulduğunda surları aşmaya çalıştılar. Aşılmayınca toplar, daha büyük toplara dönüştü. Ulubatlı ileriye yürüdü. Zirveye çıktı. Bedenindeki yaraların acısı onu durduramadı. Tarihin enginliğinde "ölümsüz" oldu. Dikilen sancak aslında Ortaçağı da kapayıp Yeni Çağı açmıştır. Zaferler, mağlubiyetler Türkleri Çanakkale Boğazına kadar getirdi. Müttefikler Türklüğü yok edebileceklerini düşünerek, kendinden emin, mağrur, Tanrı, Okyanus, Gökyüzü, Yenilmez gibi isimleri gemilerine verip "elini kolunu sallayarak" İstanbul'a ulaşacaklarını sanmışlardı. Oysa Türkler tarihi yazmıyordu ama yapıyordu. Türk milleti henüz son sözünü söylemiş değildi. Çanakkale'de perdeye aktarılabilecek o kadar çok husus vardır ki sinema sektörü durmadan boğaz harbinde yaşananlar üzerinde çalışsa kuşaklar boyunca hiç boş kalmayacaktır. Anlatıla gelen Çanakkale hikayelerinin ötesinde neler vardır neler. Bakış, duruş, çekim açılarını değiştirdiğinizde yepyeni realitelere ulaşmak kaçınılmaz olacaktır. Oratoryoda beklenen kalabalığın olmaması çok da önemli değildir. Zira en basitinden Seyit Onbaşı kalabalıklar beni izlesin diye öyle davranmamıştır. O görmesi gerekenlere, gözleri görmek istemeyenlere göstermiş, memlekettekilere kendinden bahsetmemiştir bile. Dertlerin arasına sıkıştırılan Çakıcı Efe Türküsü sıkıntılı anların ifadesidir sanki. Onlar savaştılar mı yoksa şölene mi gitmişlerdi? Er meydanı onları ilk defa görmüyordu ki. Zeybekleşen bir halde "Sarı Zeybek şu dağlara yaslanır" misali küllerinden doğan özle buluşmanın ortaya çıkardığı yeni ruh, Türk milletinin liderini dünyaya tanıtma imkanı vermiş, Milli Mücadele'nin provasını gerçekleştirmiştir. Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşaması esas seçildiğinden dolayı öncelikle bağımsızlığı hedefleyen yolda, her adımda, her kilometre taşında ayrı bir mücadelenin yattığını söylemek yanlış olmayacaktır. Elif'in kağnısı, merminin ıslanıp heder olmaması için evladının üzerindeki örtüyü çekinmeden alan ananın hali, Aydın dağlarını terk etmeyen Yörük kızları, Makbule gelinin şehadeti, Borazan Efe'nin kurnazlığı, Çöl ovasında cirit atan istihbaratçılar, damdan çıkıp düşmanı durduran milislerin daha niceleri her biri tek başına filmlere konu olacak gerçek kahramanlıklar sergilemişlerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması ile gerçekleşen Milli Egemenliğin, bağımsızlığın elde edilebilmesinde son adımların atıldığı Şuhut'tan Kocatepe'ye yürüyüş sonrası Şafak vakti başlayan Büyük Taarruz, Başkumandanlık Meydan Savaşını içine alarak Adalar Denizine doğru ulaşmıştır. Oratoryo sunumu Türk tarihinin sahne ve perdeye nasıl bir aydınlık vereceğini herkese göstermiştir. Bilindiği gibi aydınlık veren yıldızlar çok uzakta değildir. Yeter ki konu ehil kişiler tarafından ele alınsın. Doç. Dr. Turan AKKOYUN Afyon Kocatepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Turan Akkoyun Arşivi

UYUM

17 Nisan 2016 Pazar 18:09

KONAK

28 Mart 2016 Pazartesi 09:20