Halil Şahin
YAKICI GÖREV
Görmüyorsunuz, ama Türkiye’de toplumunun kaygı verici ölçüde kutuplaşmaya sürüklendiği bir süreci, olabildiğince olan hızıyla yaşıyoruz.
Öylesine hızla hareket ettiler ki, baş döndürücü hızından dolayı da; bir toplum sözleşmesi olan anayasanın, keyiflerine göre anti demokratik ve gayrı yasal yöntem ve ataklarla değiştirilmesini isteyenlerle, buna direnenlerin asgari uzlaşma ortamı sağlanmadı. Dolayısıyla bu süreç; katılımcılık ve çoğulculuktan uzak ve diğer siyasi partilere, demokratik kitle örgütlerine, meslek odalarına, kısaca ulusumuza dayatmaya dönüşmüştü.
Bu girişimin, Türkiye’de olağanüstü dönemler dışında iletişim özgürlüğü, özel hayatın gizliliği ve adil yargılanma hakkı gibi en temel hak ve güvencelerin en ağır ve sistematik biçimde ihlal edildiği bir iktidar döneminde, o iktidar partisi tarafından başlatılmış olması, kaygıları daha da artırdı.
Türkiye’de yargı bağımsızlığını daha da güçlendirmek yönünde öncelikli ve zorunlu olarak yapılması gereken köklü reformlara gereksinim varken, salt HSYK ve Anayasa Mahkemesi gibi yargının üst kurumlarında yapısal değişikliğe gitmenin, bir yargı reformu olarak tanımlanması yanlış bir değerlendirmedir. Siyasi iktidarın özellikle son yıllarda yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan bir tavır içinde olduğu gözlemleniyor. Yapılıp gelenler; Yargının kuşatıldığı ve Adalet Bakanlığı’nın HSYK’nın çalışmalarını bilinçli olarak engellediği düşüncesiyle, endişeyle izlenmektedir.
İktidar partisince dayatılan anayasa değişikliğinin ereği, kendisine ayak bağı olarak gördüğünü ifade ettiği yüksek yargı organlarını yeniden düzenlemek ve iktidara bağlı bir yargı yaratmak olduğu, artık cümle âlemce biliniyor.
Bu yöntemle ve hedef ereğe yönelik olarak yapılmak istenen anayasa değişikliğinin; kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve Anayasanın 2. maddesindeki cumhuriyetin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez niteliklerinden olan hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı ortadadır.
Demek ki; yapılmak istenen, Cumhuriyetin temel niteliklerini ortadan kaldıracak ve ülkeyi otoriter bir yönetim biçimine götürecek olan bir rejim değişikliğidir.
İktidardakiler, anayasa değişikliği paketi ile kuvvetler ayrılığı sisteminden kuvvetler birliği sistemine geçmeyi kafaya takmışlardı. Ama gelin görün ki, bunun gerçekleşmesi halinde; bağımsız olması gereken yargı, yasama ve yürütmenin, siyasal iktidarların denetimine ve güdümüne gireceği, hukuk devleti olma niteliğini ortadan kalkacağı zaman içinde görülecektir.
Katılımcı ve çoğulcu bir süreç içinde gelişmeyen, temel bir uzlaşmaya dayanmayan ve bu nedenle ulusal iradeyi yansıtmayan böyle bir anayasa değişikliğinin ve bunun bütün olarak halkoylamasına sunulmasının, yöntem olarak 12 Eylül Anayasasının hazırlanma ve kabul sürecinden hiçbir farkı olmamıştır.
Bu şekilde yapılan bir halkoylaması sürecinin de; gerçek anlamda halkın görüşünün sorulması değil, tıpkı 12 Eylül Anayasası gibi bir dayatma ve aldatmaca olmuştur.
Kısaca siyasi iktidar özgürlükler ve haklar ülkesi yaratmak için değil, iktidarını daha da güçlendirmek, yargı erkini vesayet altına almak, antidemokratik ve baskıcı bir düzen kurmak istediği için bu yönde değişiklik yapmak istediği gün gibi ortada olduğu gibi, zaman içinde bu ereğin de gerçekleşmesi he zaman olası değildir.
Bu değişikliklerle ne anayasanın ruhu ve ne de demokrasinin adı kalmaktadır. Bu tehlikeli gidişe dur demek ve yapılmak istenenlerin karşısında olmak, sağduyulu ve ülkesini seven her yurttaş için yakıcı bir görevdir.
O halde, büyük önder Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: “Kendi kişisel çıkarları için yabancılarla işbirliğine giren ve gücünü halktan almayan küçük bir azınlığın dışındaki güçler; aralarındaki etnik, dini ve siyasi ayrımları erteleyerek Ulusal Kurtuluş Mücadelesi yolunda birleşmelidir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.