Hakkı Saygı
ÖZÜMÜZDEKİ GİZLİ HAZİNE “ALLAH” (9)
Zat-ı Mtlak ve Allah (3) Konunun daha iyi anlaşılması için dünkü yazının son paragrafı ile başlıyorum. ……Öyle ise, kendi “Zat’ının da, “bilinmekliği” için bir sıfata bürünmesi gerekirdi ki, bunun için de “Kendi sıfatında Âdem halk etti” (1) Yani Zat-ı Mutlak, kendisine ait olan; “ilim, irade ve kudret gibi tüm (genetik) özelliklerini, Âdem’e verdi ve ona “İnsan” adını koydu. Böylece Zat, yani “HU” da insanın gönlünü (gönül evi) kendine mekân seçip orada kendini gizledi ve “batın” oldu. Öyle gizledi ki, girdiği gönül evinin penceresinden (2) tüm âlemi, yani kâinatteki kendi Zat’ının tecellilerini seyretti ve hala da seyrediyor. Ancak O’nu kimse göremiyor. Bizler, O, yüce “Zat-ı Mutak”ı, devamlı olarak sadece “Allah, Tanrı, İlah gibi isimlerle ifade ediyoruz ve orada, burad ve yukarıda arayıp duruyoruz, ,nandırcı olsun diye “yukarıda Allah var” diyoruz. Ancak bu isimler, Allah’ın “Zat”ının bu âlemde görünen tecellileridir. Allah’ın “İnsana ruhumdan üfledim “ dediği “Tüm Âlem Ruhu” vardır ki bunlar da “Zat , Hu, Ruh, Gönül, Hakk, Mevla, Hüda ve Can gibi isimlerdir. İsmi Allah olan, mukayyettir (değişken) ki, evrendeki görünür görünmez tüm varlıklarda, ayrı ayrı sıfatlarda görünür. Bizler, “kelime-i şehadet” getirerek, O’nu müşahede ettiğimizi veya gördüğümüzü söyleriz. Yani O’nun tek olduğunu (tevhit) O’ndan başka tanrı ve ilah olmadığına” tanıklık ederiz veya söylemiş oluruz. “Zat”, yani “HU” ise “Mutlaktır” ki, peygamberler ve veliler de dâhil, O’nu hiçbir kimse göremez. Ancak O’na, “Amentü-Billâh” diyerek, iman ederiz. Özetleyecek olursak; Bu âlemde görünen (zahir olan) Zat-ı Mutlak’ın sıfatlarıdır veya eserleridir ki, biz bunlara “Allah” diyoruz. Görünmeyen (batın olan) ise Kuran’da, “Onu düzenleyip ruhumdan üfledim” (3) dediği “Tüm Âlem Ruhu”dur, yani Zat-ı Mutlak’tır. Yunus Emre bunun için “ete kemiğe büründüm, Yunus olup göründüm” diyerek, özümüzdeki “gizli hazineden” bizleri haberdar ediyor. Yunus’un, “bir ben var bende, benden içeri” dediği Zat-ı Mtlak ise bizim özümüzdür, bizim gönül evimizi kendisine mekân seçip, orada kendisini “Sultan” eylemiştir.. O, gönül Sultan’ı ki, kendi gözü ile kendi Zat’ının âlemdeki tecellilerini, yani kendi eserlerini seyreder ve görür. Baktığı gözü ise insandaki gözdür. Nasıl ki insan kendi gözü ile kendi elini, kolunu, bedeninin tüm uzuvlarını, yani kendi zahirini görüyorsa, Öz’ündeki Zat’ı Mutlak da aynı şekilde kendisi ile kendisini temaşa eder ve görür. Bu duruma göre Zat, yani “HU”, insanın ruhudur, gönlüdür, canıdır. Yukarıda söylediğim gibi, Yunus; “bir ben var bende, benden içeri”; Bayezid-i Bistami, “Allah” benim cübbemin altındadır demiş” diyerek hep söyler dururuz.. Âşık Veysel ise gönül Sultanı için: “Güzelliğin on par’etmez. Bu bendeki aşk olmazsa. Eğlenecek yer bulaman, gönlümdeki köşk olmasa” diyor. Gönüldeki bu “Sultan” için Yunus Emre şöyle sesleniyor: İş bu vücut şehrine hem dem giresim gelür. İçindeki sultanın yüzün göresim gelür. Veyselin söylediği “gönül”, aynı zamanda “Gönül Kâbesi” dir. İbnü’l Arabi ise bu “Gönül Kâbesi” için; “Ey Gafil Harabi! Kâbe’nin içindesin. Hala Kıble ararsın, Rabbinlesin işte, Kime secde edersin, Maşuğun gönlünde, Bu aşk şirki necedir? Muhammed Yurdunda Hakk’ı mı sorarsın?” diyor. Zat-ı Mutlak’ın Zuhurtı (I) ile devam edecek. Hakkı SAYGI _________________________ 1) Buhari ve Müslim, bu hadisi: “Allah, Âdem’i kendi suretinde yarattı. Buhari, İsti’zan, 1. Müslim, Birr, 115 Yine Buhari, İsti’zan,1; Müslim, Birr, 115 v3 Cennet, 28’de ise “Allah, insanı Rahman suretinde yarat.” Şeklinde ifade edilmiştir. 2) Bizim gözlerimiz. 3) Hicir Suresi, 29
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.