Hakkı Saygı
ÖZÜMÜZDEKİ GİZLİ HAZİNE “ALLAH” (18)
A’yan-ı Sabite ve Aslımız! (1) Bu bölüme gelinceye kadar Kuran, hadis, tasavvuf ve felsefe ışığında “Allah’ın evvel, ahir, zahir ve batın vasıflarıyla; Allah, yani Zat-ı Mtak ve gizli hazine hakkında yeterince açıklamalar yaptım. Ayrıca Allah’ı görebilmek için izlenmesi gereken yollar hakkında bilgi vermeye çalıştım. Bugün ve yarın devam edecek “A’yan-ı Sabite ve Levh-i Mahfuz” hakkında bilgi vermeye çalışacağım. Ayan-ı Sabite, klasik olarak “hakikat, mahiyet ve zat” manasına gelir ve varlık (vücut) kavramından farklı bir mana ifade eder. Bir şeyin varlığı başka, mahiyeti başkadır. A‘yan-ı sâbite, Allah’ın ilminde sabit olan “yoklar”dır yani dış âleme nazaran varlığı yoktur. Onun için “yok” olarak kabul edilir. Aslında “A’yan-ı Sabite” bir tasavvuf kavramı olarak “dış âlemde var olan eşyanın görünür hale gelmeden önce Allah’ın indinde bilgi olarak mevcudiyeti, ortaya çıkan varlıkların Allah indindeki gizli hakikatleri, mahiyetleri” anlamındadır. (1) İbnü’l Arabiye göre A’yan-ı Sabite, eşyanın ezelden beri Allah’ın ilminde sabit olan mahiyetleridir. Yani “görülebilen varlıklar, A’yan-ı Sabite’nin var görünmesinden başka bir şey değildir. Bir başka deyimle: Varlıkların Allah indinde sabit olan ezeli hakikatleri, var olmadan evvel, varlıklar hakkındaki Allah’ın bilgiye sahip olması. Yani “Levh-i Mahfuz” da satır satır yazılmış halleridir. Bu kavramı kısaca, varlıkların yaratılmadan önce Allah’ın zihnindeki yoklukta, var oluşan olarak açıklayabiliriz. Mesela, bir kiraz ağacı, ağaç olarak meydana çıkmadan önce bir çekirdek idi. Kirazın tüm özellikleri ve mizacı kısacası kirazın tüm genetik bilgisi, yani “data” çekirdeğin “Levh-i Mahfuz”unda mevcut idi... Kiraz ağacının tüm genetik özellikleri nasıl çekirdekte mevcut ise, kâinattaki görünür görünmez tüm suretler de “Zat-ı Mutlak’ın ” ilminde aynen mevcuttur. Biz, bu çekirdeğin hangi safhalardan, yani “Esma” sıfatlerından geçerek, nasıl ağaç olup meyve vereceğini ilmimizle biliyorsak. Allah’ta ezeli ilminde, yani fark âleminde en küçük bir zerrenin ne olacağını ve nasıl olacağını ayniyle bilir. Tüm bunlar, “Levh-i Mazfuz”da ve A’yan-ı Sabite” de ayniyle kayıtlıdır. İşte o asıl haller, yani eşyanın vücuda gelmeden önceki, “Esma” sıfatları ve Allah’ın bilgisinde mevcut olan halleri, “A’yan-ı Sabite”yi oluşturur. Dış âlemde mevcut ve zahir olan eşyanın esas itibariyle kendine has müstakil bir varlığı yoktur. “Kısacası; “görülebilen varlıklar, A’yan-ı Sabite’nin var görünmesinden başka bir şey değildir.” Tekrar konumuza dönecek olursak, A‘yân-ı Sabite terimi tasavvuf tarihine İbnü’l Arabi ile girmiş, daha sonra mutasavvıflar Allah, âlem ve insan ilişkileri konusundaki kanaatlerini ve varlık görüşlerini büyük ölçüde bu kavrama dayanarak açıklamışlardır. Örneğin Hakk’ın ilmi suretlerinden olan A’yan-ı Sabite’ye felsefe dilinde “His edilmeyen Mahiyetler” denildi. Aslında çokluk, vehim ve hayal olarak vardır; birlik gerçek olarak mevcuttur. Yazının devamı yarın.. Hakkı SAYGI ____________________ Dini kaynaklar sözlüğü
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.