Halil Şahin
ONUR SAVAŞI
Geldiğimiz şu noktaya bir bakın: Onurlu Türk subayları birer birer intihar ediyor! Deniz Yüzbaşı Doğan İlbaş’ın adı, R.T.Erdoğan’a verilen Mavi Dosya’da geçiyordu. Bu kahpe suçlamayı onuruna yediremedi. Ve daha niceleri… Kamikaze Subaylarının intiharı gibi: Vatan uğruna, milletin onuru uğruna ve... Bu intiharlara neden olanlar, şerefli Türk subaylarının katili ABD ile Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eş başkanlığı ile gönenenler değil mi? Ergenekon saldırısı sürecinde intihar eden; E. Alb. Abdülkerim Kırca, Özel Harekât Bşk. Behçet Oktay, Kd. Yzb. Olgun Ural, E. Alb. Belgütay Varımlı, Deniz Yarbay Ali Tatar, Deniz Alb. Berk Erdem, Ütğm. Sema Koç, Ütğm. İbrahim Ural Sarıoğlu, Uzm. Çvş. Erdem Acar, Ast. Atakan Timuroğlu ve Deniz Yzb. Doğan İlbaş’ın kanı yerde kalacak mı? Hani şehitlerin kanı yerde kalmayacaktı? Bu yitirdiklerimiz, sizin dahi düşmanınız olan AB’D güdümlü Terörist Fetö’nün zulmü ile ölmediler mi? AKP, CHP ve MHP aklını başına almak durumunda! Subayları intihar ederek Türkiye’de yere düşen bu canların katilleri, bu suçlarının cezasını elbette ödemelidir. Vicdanlar; “Hesap, öbür dünyaya bırakılmamalıdır.”demekte. Her ne pahasına olursa olsun “Türk Ordusu’nu ‘darbeci’ göstermek hangi aklın kârıdır?” bilinmez, ama kampanyalar tüm hızıyla sürüyordu. Ordumuzu yüceltiyor gibi yapanlar, güya eleştirilerini “Orduya değil de, içinde var olduğunda ısrar ettikleri çetelere” karşı gibi gösteriyorlar. Darbecilikle suçluyorlar, ama kendileri darbe yapıyorlar! Bir devletin yasama organında yer alan milletten vekâlet almış temsilcileri, aynı milletin çocuklarından oluşan ordusuna sahip çıkmayınca işte bunlar yaşanıyor... Önceleri, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adı Türkiye Silahlı Kuvvetleri olsun” diye başladılar. Sonra, “Yeniçeriler gibi Türk ordusu lağvedilsin, Nizam-ı Cedit gibi yeni bir ordu kurulsun” demeye başladılar. Daha sonra, paşalar tek tek gözaltına alındı, hapse atıldı; işte tam o sırada teröristbaşı Öcalan’a “Paşalık rütbesi verilsin” deme cesaretine kavuştular. Daha sonrasında da, Türk Ordusu’nu yeni bir zan altına sokabilmek için bir ‘Balyoz’ darbe planını ortaya attılar. Oysa yazılanları, çizilenleri okuyunca; “Yahu ne akıllı adamlar, çok iyi senaryo yazmışlar, bak kimsenin aklına gelmeyen neleri düşünmüşler” diyemiyorsunuz. Çünkü normal zekâlı bir insanın günlük gazeteleri okuyarak yazabileceği sıradan iddialardı bunlar. Darbenin adı da yeni değil. Anımsayacaksınız; “Balyoz Planı”, 12 Mart öncesinin modası idi. O dönemde de, tıpkı şimdiki gibi, darbeden sonra başbakan yapılacak isimler vardı. Hatırladıklarınızı bu günkülerle karşılaştırırsanız, bugünkü balonlarla birebir benzeştiğini de görürsünüz. Yıllardır ülkemizde uyguladıkları sistematik plan uygulamalarıyla yarattıkları ümmet toplumu, işte böyle kandırıyorlar! Bu salt bir yıpratma değil, aynı zamanda “onursuzlaştırma operasyonu” oluşunu algılıyorsunuz. Bu senaryoların çalınmış ve düşmanın eline geçmiş olacağını kimseler bilmeyecekti. Türk ordusu düşman tarafından tek tek avlanıyor olacaktı. Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Abdi İpekçi cinayetlerinde olduğu gibi, daha nice yurtsever Kemalist değerlerimizi yitirecek ve her biri faili meçhul cinayetler olarak tozlu raflarda kaybolup gidecekti. Büyük bir olasılıkla da, Türk Silahlı Kuvvetleri gireceği her savaşı yitirecekti. Meğerse Türk Ordusu kevgire dönmüş de haberimiz yokmuş! Oysa bazılarına göre; iktidar yalakası basının ‘Balyoz’ adını uygun gördüğü harp oyunu, Org. Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde yapılmış. Bu olayın üzerine gidilmelidir. Eğer işbirlikçi yalakaların ‘Balyoz’ dedikleri bu şey gerçekten bir harp oyunu değil de bir darbe planı ise, Org. Özkök’ün tutuklanması gerekirdi. Org. Özkök, sessiz ve suskun kalma hakkına sahip değildir. Niçin ortaya çıkıp, açıklama yapmıyordu? Neden, “Bunlar yalandır, iftiradır” demiyordu? Ordu’nun Vatan savunması ile ilgili olarak yaptığı hazırlıklara ilişkin bilgilerin başka ellere geçmesi bir casusluk faaliyetidir. Casusluk, salt askeri sırlarla da sınırlı değildir. Bu konularda Türkiye, son yıllarda derin yaralar almıştır. Genelkurmay’ın bir türlü adını söyleyemediği bir ‘merkez’, Türkiye’de açıkça bir casusluk ve yıkıcılık faaliyeti yürütmekteydi. TSK’nın elinde bulunan, vatan savunmasına ilişkin her türlü sır ele geçirilmekte, Türkiye’nin milli güçlerine yönelik olarak yürütülen “asimetrik psikolojik savaşa” uygun olarak, üzerinde gerekli ekleme ve çıkarmalar yapıldıktan sonra piyasaya sürülmekteydi. Hepsine seyirci kaldılar. Tüm bunların casusluk faaliyeti dışında bir açıklaması olamaz. “Asimetrik psikolojik savaş” için kullanılanlardan bilgimiz olmakta, diğerlerinin ise nerelere ulaştırıldığı, gelecekte devletimize karşı kullanılmak üzere, hangi ilgili yerlere gönderildiği bilinmemektedir. Oyun açık oynamaktadır. Çünkü ABD’nin zamanı yoktur ve bir an önce sonuca ulaşmak zorundadır. Bir yandan Irak’ın kuzeyine yığınak yapıp ve buradaki kukla oluşumu Türkiye’ye kabul ettirirken, öte yandan Güneydoğu’nun ayrı bir statüye kavuşturulmasına yönelik ‘açılım’ politikalarını dayatıyor. Türkiye’deki işbirlikçiler de, bu casusluk ve yıkıcılık faaliyetinde üstlendikleri rolü oynuyorlar. Türkiye, onurlu Türk subaylarıyla ayakta kalır. O kahramanlar da askeri liseler ve diğer askeri okullarda yetişir. Milli Eğitimin yıkılışı Köy Enstitülerinin yok edilmesiyle, Türk Ordusunun güçsüzleştirilmesi de Askeri okul ve hastanelerinin kapatılmasıyla gerçekleştirilmeye çalışıldığı da gün gibi ortadadır. Küresel sömürgenler adına bu hainlikleri yapanlar cezalandırılmalı ve yanlış adımlardan geri dönülmelidir. Bu bir var oluş ve onur savaşıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.