Halil Şahin
ÖNDER PARTİYİ GÖRMELİSİNİZ
Atatürk’ün inşa ettiği cumhuriyeti, Uğur Mumcu’ları, Eşref Bitlis’leri vura kıra yıktılar ve son darbeleri indirme hazırlığı içindelerdi. Şehitler vatan topraklarına değil, yüreklere gömülürken; arkadaşları ise, Silivri Kalesi’ne hapsedildi. 20. yüzyılda, mazlum milletlerin cumhuriyet yolunu haramiler kesmişti. Türkiye gibi ülkeler, Fransız Devrimi’nin yolunu izleyerek demokratik devrimlerini tamamlayamazlardı. Atatürk’ün bu gerçeği yakaladığı görülüyor. Çünkü “Mazlum Milletler” tahlili çağın gerçeği olarak saptamıştır. Fransız devrimcileri bireyci ve liberaldir. Mazlum milletlerin devrimcileri halkçı ve devletçidir. Bu nedenle; bugün Atatürk’ün Cumhuriyetini yıkmaya çalışanlar da, “Devletin içindeki Sovyetler Birliği’ni yıkıyoruz” diye övünüyorlar. Oysa Atatürk, padişahlığı ve halifeliği yıktı; Ortaçağ kurum ve ilişkilerini ağır darbeler indirdi; büyük bir devrim mirası bıraktı. İşte onlar, bunları unutmadılar! Atatürk, “Köylüyü memleketin efendisi” ilan etti; ama memleketin efendisi yapamadı. Atatürk, “Kimsesizlerin kimsesi olan cumhuriyeti kuralım” dedi; ama yarım kaldı, ömrü izin yetmedi. Atatürk;1935 yılı Mayıs Ayı’ndaki CHP Büyük Kongresi’nde, “Arasız devrimler” diyordu. Ama hitap ettiği kadro bunu kavrayamadı ve Türk devrimi, “arasız devrimlerini” sürdüremedi. Şimdi, Türk devrimine karşı devrim yapıyorlar. Hem de “Atatürk’ün partisiyiz, Devlet kuran partiyiz” diyerek, böbürlenerek laf ebeliğinden öte gidemeyip, yan gelip yatanları kullanarak… Birileri de onların sayesinde milletvekili seçiliyorlar, hükümet oluyorlar ve devleti ele geçiriyorlar, el birliğiyle Atatürk’ün Cumhuriyetini yıkmaya kalkışıyorlar. Atatürk’ün giderken, 1936 yılında bıraktığı son mesaj, şimdi daha anlamlı: “Mazlum milletler, emperyalist zalimleri bir gün telef ve nabut edecektir.” Büyük devrimci, “Doğudan doğacak güneşi nasıl görüyorsa, bu gerçeği de öyle görüyordu”. Bugün, Batı batıyor ve uygarlık Doğu’dan yükseliyor. Türkiye’nin Doğu’dan yükselen burcuna baktığınıza; parlayan yıldızlar olarak İstanbul İtafiye işçilerini, tekel işçilerini, Diyarbakır Bismil’in Aslanoğlu köylülerini görürsünüz. Savaştıkları siperler, Atatürk Cumhuriyeti’nin mevzileridir: Kamu kuruluşlarını özelleştiremezsiniz! Tekel vatandır vatan satılmaz! Yıkılsın ağalık, toprak köylünün! Onlar, Atatürk’ün “kimsesizlerin kimsesizi” diye tanımladığı cumhuriyeti yeniden kuracak olan büyük halkın fedai müfrezeleri! Şimdi büyük kuvvetler, onların siper olduğu mevzilere girmektedir. Dalga dalga geliyorlar. Kamu emekçileri, avukatlar, eczacılar, itfaiyeciler, belediye işçileri, gençler, bakkallar, şoförler, kamyoncular, hekimler ve sağlık emekçileri, “Beni de alın” diyen namuslu aydınlar ve sanatçılardır onlar! Bütün sınıflardan halk, karanlıkta ışıyan bu yıldızlara bakarak yönünü bellemekte ve ayağa kalkmaktadır. Hepsi birden “safa girin çağrısı” yapıyor. Bismil köylüsü, “Elimden tutun diye” elini uzatmış. Cumhuriyet mitinglerinde milyonları ayağa kaldıran ulusal hareket, işte bu çağrıları duymaktadır. Tarihsel olay yaşanmaktadır. Ulusal hareket ile işçi ve köylü hareketleri birleşmektedir. Zaten bu birleşme olmazsa, Atatürk cumhuriyeti altta kalacaktır. Ulusal hareketin emekçi hareketi ile birleşmesi, bir zorunluluktur. O olmazsa, hiçbir şey olmaz. Atatürk’ün “mahvolacak” dediği emperyalizmin korktuğu olmaktadır. Bütün mesele, bu iki halk dinamiğinin iktidar hedefine yönelmesi ve ülkenin efendisi olmasıdır. Bugün bu iki dinamiği birleştiren her eylem doğrudur; yakıcı görevdir. İktidar mücadelesi, siyasal örgütlenmeyle yürütülür. Size önderlik eden siyasal partiyi iyi görün. O partinin arkasında değil, yanında olmalısınız. Bu önder partiyi görebilmek, yanında olabilmek, kurtuluşu sağlayacak işçi-köylü hareketi ve ulusal hareketin kaçınılmaz gündemidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.