Hakkı Saygı

Hakkı Saygı

HZ. PEYGAMBERİN MİR’ACI

Bugün Hz. Peygamber Efendimizin Miraç gecesidir. Hz. Peygamber Efendimizin Mir’aç mucizesi, İslam tarihinde en çok tartışılan bir mesele olarak günümüze kadar gelmiştir. Bu tartışmalar arasında en çok sorulan soruların başında miracın ruh ve beden beraberliği içinde mi yoksa yalnızca ruh ile mi, rüyada mı, uyanık iken mi, bir kere mi birden fazla mı olduğu sorulmaktadır. Hatta Hz. Peygamberimizin bindiği Burak’ın “attan biraz küçük, katırdan biraz büyük mü olduğu, Burak üzerinde Mescid-i Aksa’ya giderken veya dönerken, yerden kendilerine el sallayanların olduğu, en akıl almazı ise, Peygamber Efendimizin, Burak’ı Mescid kapısına bağlayarak, oradan göğe ağardığı” söylenmekte ve yazılmaktadır. Yüce Allah’ın; Bakara Suresi’nin 115. Ayetinede “nereye dönersen, bakarsan Allah’ını yüzünü görürsün, Kaf suresi, 16. Ayette, “Biz ona şah damarınızdan daha yakınız” dediğini bilen bir Allah’ın Resulü, Mekke’den kalkıp, Kudüs’e gelecek, oradan da gökyüzünde Allah mı arayacaktı? Âlemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamberimizin miracı eşsiz bir mucizedir; mucize olduğu için de insanların bilgi araçları ile bilmeleri, tecrübe etmeleri mümkün olmayan tarafları vardır. Miraç olayını en sağlam kaynaklara dayanarak anlatan Hamidullah Hoca, Mühim olan bir insanın Allah'a doğru yücelişi, yükselişidir... “Bunun nasıllığı ve nerede cereyan ettiği değildir. Bu mucize tamamen ruhi-manevi alanda cereyan etmiş bir olaydır ve bu olayın da tasavvufî ve rasyonel manada olmak üzere açıklanıp ortaya konması icap eder, asla coğrafi veya turistik bir seyahat olarak değil." (1) Mir’aç meselesi, Hz. Peygamber Efendimizin en büyük mucizelerinden birisidir. . İsra ve Mir’aç mucizesinin nasıl gerçekleştiği Kur’an’ın İsra ve Necm surelerinde aşağıdaki gibi anlatılmaktadır. İsra Suresi’nin birinci ayetinde: “Bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, eksikliklerden münezzehtir. Kuşkusuz O, her şeyi işitir ve görür.” (2) Miraç mucizesinin Sidretü’l-Münteha’dan sonraki safhası ise, Kur’an’ın Nacm suresinin 5-18. Ayetlerinde açıklanmaktadır. Miraç olayı, İsra Sure’sinde anlatıldığı için bu ayetin metnindeki ilgili fiilin mastarı olan ve “geceleyin yürüme, gece yolculuğu” anlamlarına gelen “İsra” kelimesiyle anılır. Mir’aç sözcüğü ise pek çok hadiste anlatıldığına göre “yükselme, yukarı tırmanma, merdiven”(4) anlamındaki “uruc” kökünden türemiş olan ve yükselme vasıtası” anlamına gelen Miraç kelimesiyle ifade edilmektedir. Aslında Hz. Peygamber Efendimizin bizzat yaşamış olduğu Mir’aç mucizesinin, akıl ve şuurla izahı mümkün değildir. Bu bilgileri verdikten sonra Kur’an ve sahih hadis ışığında Mir’aç mucizesini, farklı inanç ve yorumlarla anlatmaya çalışacağım. İsra Suresi’nin birinci ayetinde anlatılmak istenen şudur: Mescid-i Haram, Mekke Şehrinde bulunan Kâbe’dir. Diğer bir inanışa göre ise, Hz. Muhammed’in kendisidir, yani O’nun gönül Kâbe’sidir. Mevlana Hazretleri, “Kâbe, Hazer’in oğlu Hz. İbrahim’in yaptığı taştan topraktan bir binadır. İnsanın gönlü olan gerçek Kâbe ise Allah’ın kendi yaptığı gönül Kâbe’sidir” diyor. Yunus Emre’de: “Gönül mü yeğ Kâbe mi yeğ ayıt bana aklı eren. Gönül yeğdir, zira kim gönüldedir, dost durağı” diyor. İbn-i HArabii ise bu hususta: “Ey Gafil Harabi! Kâbe’nin içindesin. Hala Kıble ararsın, Rabbinlesin işte, Kime secde edersin, Maşuğun gönlünde, Bu aşk şirki necedir? Muhammed Yurdunda Hakk’ı mı sorarsın?” diyor. Hz. Mevlana’ın, Yunus Emre’in ve İbnü’l Arabii’nin söyledikleri gibi, halk arasında Kâbe, mescit ve cami, “Allah’ın evi” olarak ifade ediliyor. Bu ifadeler birer teşbihtir, yani benzetmedir. Kâbe’yi tavaf ederken halka halindeki insanların tamamı yüzlerini Mescid-i Harama dönüyorlar. Hacerül esved taşını oradan kaldırırsak, ibadet edenlerin tamamı cemal cemale ibadet etmiş olurlar. Bakara Suresi, 115, “Siz nereye dönerseniz, bakarsanız Allah’ın yüzü oradadır” buyuruyor İlk başta da söylediğim gibi, Hz. Peygamber Efendimizin bizzat yaşamış olduğu Mir’aç mucizesinin, akıl ve şuurla izahı mümkün değildir. Ama yine de fakir, bu husustaki genel inanca ve kendi düşüncelerime göre izah etmeye çalışıyorum. Tekrar konumuza dönecek olursak, çevresi bereketli kılınan Mescid-i Aksa’nın sözlük anlamı ise, “çok uzakta olan, erişilecek son nokta, son sınır. Yani sonsuzluk” anlamındadır. (5)Bu tarife göre Mescid-i Aksa, bildiğimiz “Kudüs” olmuyor. Bilindiği gibi Hz. Peygamber Efendimiz, peygamberliğinin ilk yıllarında kıble olarak Mescid-i Aksa’ya yöneliyordu. Müşriklerin, “Muhammed Yahudilerin mescidini kıble olarak kullanıyor” şeklindeki dedikoduları sonunda aşağıdaki ayetler nazil oldu. Yüce Allah: “Biz, senin sık sık yüzünü göğe çevirip durduğunu elbette görmekteyiz. Bu sebeple seni, memnun olacağın bir kıbleye döndüreceğiz. Artık yüzünü Kâbe’ye çevir. Bundan sonra da nerede olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çeviriniz…” (6) “Nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram’a çevir. Nerede olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çevirin ki, insanların elinde sizin aleyhinize bir delil bulunmasın… (7) Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi Yüce Allah, Hz. Muhammed Efendimize kıble olarak Mekke’de bulunan Mescid-i Haram’ı gösterdi. Bakara suresi, Hicretin ikinci yılında, yani 624 yılında Medine’de nazil oldu, Hz. Muhammed Efendimiz, Bakara suresinin yukarıdaki ayetleri nazil olmadan 13 yıl Mekke’de iki yıl da Medine de olmak üzere 15 yıl boyunca Mescid-i Aksa’yı kıble olarak kullanmıştı. Hz. Peygamber Efendimizin, 15 yıl boyunca Mescid-i Aksa’yı kıble olarak kullanmasında herhangi bir yanlışlık yoktu. Yüce Allah, Kur’an’ın şu ayetinde: “Doğu da batı da yalnız Allah’ındır. O halde nereye dönerseniz orada Allah’ın yüzü vardır. (8) buyuruyor. Kur’an’ın şu ayetinde de Yüce Allah: “Yemin olsun ki insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız” (9) buyuruyor. İşte bundan dolayıdır ki yukarıda da söylediğimiz gibi “Aksa” sözcüğünü, “çok uzakta olan, erişilecek son nokta, son sınır, sonsuzluk” (10) düşünüyorum. Demek oluyor ki, Hz. Peygamber Efendimiz, İsra suresinde zikredilen gece yolculuğunu, kendi özünün derinliğinde mevcut olan makama yani kendi ÖZ’üne yapmıştır. Çünkü bu yolculuk fiziki bir yolculuk değildir, mana âleminde yapılan bir manevi yükseliştir. Hz. Peygamber Efendimiz, bu manevi yolculuğunun ilk bölümünde “akıl ve şuura” bağlı olarak, “kâinatın bittiği” yer olarak kabul edilen Sidretü’l-Münteha’ya (11) kadar Cebrail ile birlikte yaptı. Sidretü’l Münteha, gerçek anlamda insan aklının ulaşabileceği en son noktadır.. Şuur ve akıl ile bir yere kadar düşünebilir, daha ileri gidemez. İşte Cebrail-i Emin, yani akıl da şuur ve maddeye bağlı olduğundan belli bir noktaya kadar ulaşabilir. Bundan dolayıdır ki, Cebrail-i Emin, “benim iznim buraya kadar, buradan sonrasına ben gidemem, gidersem yanarım. Sen yoluna yalnız devam edeceksin” dedi ve Ah’zap Suresi’nin 56. Ayetini okuyarak, Hz. Muhammed’i Hakk’a teslim etti. (12) Bundan dolayı bu ayete “teslim ayeti” denir Hz. Peygamber Efendimizin Sidretü’l Münteha’ ya kadar yaptığı yolculuk, şuur ile akıl ile olduğundan bu makam, “Kâbe Kavseyn” makamıdır. Kâbe Kavseyn, Ay’ın iki ucuna veya iki kaşa (13) benzetilir ki, farktır, varlıktır, hayattır ve devrandır. Akıl ve şuur madde de, yani vücutta bulunduğundan yine maddeye göre tefekkür edebilir, maddi varlığın sınırını aşamaz. Buna göre akıl ve şuur da maddidir, bu sebepten de sınırlıdır. İşte. Hz. Peygamber Efendimiz de seyranını maddi aklının son sınırına, yani Sidretü’l-Münteha’ya kadar aklı ve şuur ile yaptı, fakat daha ileri gidemedi. Daha ileri gitmek ve hakikati görebilmek için, bu sefer akıl ve şuurunu bırakıp, şuur altına geçti. Akıl ve şuur yerine “Ruh”una sarıldı ve ruh yoluyla, gönül yoluyla, sezgi yoluyla seyrana devam etti. Buna da “Ref-ref”, yani “Cezbe ve Aşk” atı diyoruz.. Burada artık akıl ve şuur yok, şuur altı vardır ve bu makam, zerrenin bütünle birleşmesidir, yani Hz. Muhammed’in bir damla misali, deryaya karışarak, derya ile derya olduğu makamdır, kısacası, “Ev Edna” makamıdır, Hz. Peygamber Efendimizin Hakk ile Hakk olduğu makamdır. Bir başka deyimle bu durum “aşk ve cezbe” halidir. Aşk ve cezbe hali öyle bir şeydir ki, insanın bir an için madde âlemden mana âleme geçmesini sağlar, bir an için insanı Tanrı ile bütünleştirir, bir an için insanı vuslata kavuşturur, bir an için zerreden bütüne doğru öyle bir akış olur ki, insan bir damla misali deryaya karışır ve bu aşk deryasında yok olur. Hz. Peygamber Efendimiz, bu mucizevi seyranını tamamlayıp geriye dönüşünde ise Sidretü’l-Münteha’da kendisini Hakk’a teslim eden Cebrail ile buluşur. Cebrail, daha önce yaptığı gibi, Allah’ın Resulüni A’zap Suresi’nin 56. (teslim) ayetini okuyarak teslim alır ve aldığı yere getirir. Bugün camilerimizde imamlar, Cuma hutbesini okumak üzere minbere çıktıklarında yukarıda üç basamak bırakırlar, hutbeden önce “teslim” ayetini okurlar. Hutbe sona erdiğinde tekrar “teslim” ayetini okuyarak bulunduğu basamağı terk edip aşağı inerler. İşte imamların kesinlikle çıkmadıkları son üç basamak, Hz. Muhammed’in tüm maddi varlıklardan kurtulup, mana âlemine geçerek “ref-ref” adı verilen aşk ve cezbe halinde tek başına çıktığı makamdır, yani “Ev-Edna” makamıdır. Bugün cem evlerinde de rehber, “nasip” alacak veya musahip olacak olan canları, bu teslim ayetini okuyarak teslim eder. Mürşid, gerekli telkinleri verip, talibin hizmeti sona erince tekrar talibi rehbere geri verirken, yine bu Ah’zap Suresi’nin 56. Ayetini okuyarak rehbere teslim eder. Kısacası: Hz. Peygamber Efendimizin bizzat yaşamış olduğu Mir’aç mucizesinin, akıl ve şuurla izahı mümkün değildir. Hakkı BABA ----------------------------------- 1 Hamidullah Hoca, s. 133, par. 2492 2 İsra suresi, 1 3 İbn Esir, Nihâye, c. 3, s. 203 4 Ferit Develioğlu; Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lügat. Aksa ve kusva maddeleri: 1. son derecede bulunan, 2. nihayet, son. Hadd-i kusva (bkz. Aksa) 3. Erişilecek son nokta, son sınır. 5 Bakara suresi, 144 6 Bakara suresi, 150 7 Bakara suresi, 115 8 Kaf suresi, 16 9 Ferit Develioğlu; Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lügat. Aksa ve kusva maddeleri: 1. son derecede bulunan, 2. nihayet, son. Hadd-i kusva (bkz. Aksa) 3. Erişilecek son nokta, son sınır. 10 Kur'an'da "sidretü'l-müntehâ" (son sınırağacı) denilen ve bir görüşe göre (bk. Şevkânî, V, 124) yaratılmışlarca bilinebilirlerin son sınırını işaretlediği kabul edilen sınır noktasıdır. Bunun ötesine Cebrâil'in geçme İmkânı olmadığı için Hz. Peygamber, Ref-ref (cezbe) denilen bir araçla tek başına yükselmesini sürdürdü. 11 Bu ayet Teslima ayetidir. 12 Bk. Necm suresi, 8-9

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hakkı Saygı Arşivi

ALLAH

03 Şubat 2021 Çarşamba 15:55