Hakkı Saygı
Ahadiyetü’l Cem Makamı
Ahadiyet-ül Cem makamı: Tüm makamların toplandığı makamdır. Şöyle ki; zahir âlemi, efal (fiil), sıfat ve zat mertebelerinde toplayıp Hakk’a havale eden ve her şeyi Hakk gören makamdır.
Bu makam, Muhammed makamıdır, “Ev Edna” makamıdır. Bu makam, kayıtlanmıştan kaydın kalkmasıdır. Bu makamda şu ayete işaret edebiliriz:
“O’nun yüzünden başka her şey helak olacaktır.”
Kısacası Cem, Hazretü’l Cem ve Cemü’l Cem makamındaki hakikat yolcusunun hali ile tüm âlemi kendi manası ile kendisinde toplayan makamdır.
Bir başka deyişle Ahadiyetü’l Cem, Bekabillah mertebesinin sonuncusudur. Bu makam aynı zamanda Makam-ı Muhammed’tir. Çokluk olan varlıktan kaydın kaldırıldığı makamdır, kısacası teklik ve birlik makamdır ve en yüce mertebedir.
Kaabe-Kavseyin makamı, daha önce de değindiğimiz gibi iki yayın ucuna veya iki kaşa benzetilir ki burada henüz ikilik mevcuttur. Bu makam, ikiliğin tam olarak ortadan kaldırılamadığı makamdır. Hakikat yolcusu, bu makama ulaştığında, burada kalmayıp, “Ev-Edna” makamına, yani birlik makamına yükselmek ister.
Bu da ancak, ikilik düşüncesini ortadan kaldırıp, birlik makamına, yani “vahdet-i vücut” mertebesine ulaşmakla mümkündür ki, bu makama velayetin sonu denir ve bu makam, “Kaabe- Kavseyin-Ev Edna”makamıdır.
Hazret-i Muhammed Efendimizin, Miraç yolculuğu sırasında, akıl ve şuurla ulaştığı yer, Sıdret-ül Münteha’dır, Yani “Makam-ı Kaabe Kavseyin” dir.
Hazret-i Muhammed Efendimizin Stret-tül Münteha denilen makamda Cebrail’den ayrılıp, refref denen aşk atına binerek tek başına ulaştığı makama ise “Makam-ı Ev Edna” denir.
Hz. Muhammed Efendimizin miraç yolculuğunun, Sidret-ül Münteha’ya kadar olan kısmı, akıl ve şuurla olmuştur. Ancak Hz. Peygamber, daha ileri gitmek ve hakikati görebilmek için, bu sefer akıl ve şuurunu bırakıp, şuur ötesine geçti.
Akıl ve şuur yerine “Ruh”una sarıldı ve ruh yoluyla, gönül yoluyla, sezgi yoluyla seyrana devam etti. Bu hale, “ref-ref”, yani “cezbe ve aşk” atı diyoruz. Burada artık akıl ve şuur yok, şuur ötesi vardır. Bir başka deyimle bu durum “aşk ve cezbe” halidir.
Daha önce de değindiğimiz gibi, aşk ve cezbe hali öyle bir şeydir ki, hakikat yolcusunun bir an için madde âlemden mana âleme geçmesini sağlar, bir an için hakikat yolcusunu vuslata kavuşturur, bir an için zerreden bütüne doğru öyle bir akış olur ki, hakikat yolcusu bir damla misali deryaya karışır ve bu aşk deryasında yok olur. Bu yokluk, zat ile zat, derya ile derya, yani tanrı ile bütünleşerek, kendisini yok etme makamıdır. Kısacası tasavvufta çok önemli bir yeri bulunan “mutu kalbe ente mutu” (ölmeden önce ölme) mertebesidir. Buna yukarıda söylediğim gibi “Ev Edna Makamı” denir.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığım bu mertebeler, bilgi ile ulaşılabilecek mertebelerdir. Bu makamlara, ancak ve ancak bilgi ve ilim ile varılabilir. Bizi bu ilâhi sevgiye götürecek olan yol da bilgi ve ilimdir. Kur’an’da: De ki: “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” deniyor.
Bunun için de “evreni” çok iyi tanımalıyız ve buradan da kendi özümüze inmeliyiz. Kur’an da: “Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır” deniyor. Görüldüğü gibi, bilgi sonsuzdur, biz ne kadar bilgili olursak olalım, bizden daha fazla bilen birilerinin olduğunu unutmayalım. Eğer bir insan, evreni ve âlemleri, gerektiği şekilde anlar ve Allah’ı bunlardan ayrı görmeyerek bir saat tefekkür halinde kalabilirse, bin yıl ibadet ve zikir etmekten daha fazla Allah’a yaklaşmış olur.
Bir ağacın kökü, gövdesi, dalları, yaprakları, çiçeği ve meyveleri vardır. Biz, ağacın bu organlarını görüyoruz fakat buna rağmen, bu ağaca baktığımız zaman, bu bir dal veya bu bir yaprak demiyoruz. Bunun yerine, “bu bir ağaç” diyoruz. Bu ağaç örneğinde olduğu gibi, bu âleme, yani evrene baktığımız zaman, evrenin içerisinde bulunan varlıkların isimlerini, teker teker söylemek yerine, bunları var edene “Allah” diyoruz.
Nasıl ki, ağacın dallarına, yapraklarına ve diğer organlarına, teker teker ağaç diyemiyorsak, evrenin içerisinde bulunan ve Allah’ın tecellilerinden ibaret bulunan varlıklara da teker teker Allah, diyemeyiz.
Allah’ın, Ahadiyet oluşundan, yani tek oluşundan dolayı, ona Allah diyoruz. İşte Allah’ı bu şekilde anlamış olan bir kimse, baktığı, gördüğü her nesnede, Hakk’ı müşahede etmeye başlar. Eğer insan, gördüğü her varlıkta Allah’ın bir hikmetini görür ve gördüğü bu hikmetler, hakkında uzun uzun düşünmeye başlarsa, bunun adı “tefekkür” dür ve ibadetlerin en makbulüdür.
Bunun için, “âlimin bir saatlik ibadeti, cahilin yetmiş yıllık ibadetinden daha makbuldür” demişler. Tefekkürden maksat, bir an için Allah’ı müşahede etmektir. O anda insan, Allah ile bütünleşir ki, bu da ruhun terbiyesi demektir. Nebiler ve veliler, ruhlarını bu yolla terbiye etmişlerdir.
Yüce Allah Kur’an’da: “Aklını ve gönlünü işletenler o kimselerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerlerin yaradılışı hakkında derin derin düşünürler: “Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Şanın yücedir senin, ateş azabından koru bizi” derler.
Buraya kadar “Cem, Hazretü’l Cem, Cemü’l Cem ve Ahadiyyetü’l Cem” makamları ile anlatılan Yüce Allah’ın Uluhiyetini, Hakkı Baba, aşağıdaki “ Zahir-Batın ve Vesile” şiirleriyle bakın nasıl özetlemiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.