Geleneksel Türk tiyatrosunun geçmişi oldukça uzun bir zaman dilimine yayılmış olmasına karşın, batılı anlamda bir mahiyet arz etmesi, toplumu yönlendirme çizgisine gelmesi ancak XX. yüzyılda mümkün olabilmiştir.
Bu anlamda tiyatromuzun öncüsü ve kurucusu olarak 28 Şubat 1892 tarihinde dünyaya gelen Muhsin Ertuğrul ismini söylememizde bir mahzur bulunmamaktadır. Kendince tesis ettiği sanat dalında oyuncu, yönetmen, ve yapımcı olarak sayısı tespit edilmesi zor bir çok esere imza atmıştır.
Tiyatronun sinema üzerindeki doğal yansıması onda da görülmüş olup, ülkemizdeki perde gelişiminde özellikle ilk başlarda önemli katkılar sağlamıştır. Milli Mücadele'nin son aşamasından İkinci Dünya savaşının başlamasına kadar Türkiye'de tek film yapan kişi olarak sinema sanatına katkısını sürdürmüştür.
Bilim, sanat, fikir ve kültür alanlarında dezavantaj olduğu kadar büyük yerleşim birimlerinde dünyaya gelmek bir avantaj da teşkil etmektedir. Sosyal hayat ve çevre kendini kabul ettirmektedir.
- Abdülhamit döneminin ortalarında payitahta dünyaya gelen Tefeyyüz Mektebi'nde başlayan tahsil hayatını Topkapı Rüştiyesi, Mercan İdadisi'nde sürdüren sanatçının daha mektep hayatının başlarında sahneye ilgi duyması, kendisini bu alana doğru yönlendirmesi meyvesini vermekte gecikmemiş daha 17 yaşındayken Erenköy Burhanettin Tiyatrosu'nda yabancı bir oyunda sahne görevini kabul etmesi, rol alması ile vermiştir.
Genç yaşlarda başlayan sahne tutkusu II. Meşrutiyet döneminde "medeniyetin bekleme odası"ndan çıkartılan toplumla birlikte bir galeyana dönüşmüş daha bir çok oyunda genç yaşlarda görev üstlenmiştir.
Bilimsel çevrelerde "kuşak çatışması" şeklinde ifade edilen "adam gibi bir iş" yapma sınırlılığı yüzünden aile içi çatışmaya girmiş 19 yaşında yeni ufuklara yelken açarak 19 yaşında iken tiyatro, sanat ve kültürün merkezi kabul edilen Paris'e gitmiş burada hedeflediği tiyatro eğitimini almaya başlamıştır. Yabancı sularda yüzmek, heyecan kadar bilgilenme açısından zenginliği de getirmiştir. Ülke dışında Rus topluluklarını ve oyunlarını yakından izleme fırsatı yakalamıştır.
Çok değil bir yıl sonra payitahta geri döndüğünde artık sadece sahnede rol alan-arayan birisi değil aynı zamanda yönetmendir. Hem de dünya tiyatrosunun önemli eserlerinden olan
Hamlet'i yönetmekte ve oynamaktadır. Yolun başında zirveye ulaşmak hem tehlikeli hem de büyük bir fırsattır. O zaman zaman tehlikeyi hissetmişse de bunu fırsatı dönüştürebilmiştir.
Türkçülük hareketinin hızlı bir yükseliş trendinin yakaladığı bir zaman diliminde İsmail Galip, Behzad ve Kemal Emin beylerle birlikte
Millet Tiyatrosu'nu kurmuş, ona bağlı olarak
Turan Temsil Heyeti'ni oluşturmuştur. Turan adındaki heyetin sergilediği oyunların hemen tamamı yabancı menşelidir. Bunların da çoğunda hem yönetmen, hem oyuncu olarak görev almıştır.
Türklüğün hızla uçuruma yuvarlandığı Kuzey Afrikadan başlayarak Balkanları ve Adalar Denizini kaybettiği zaman diliminde sinema dünyada hızla yükselmektedir. O da Şehzadebaşı'nda kendi adını taşıyan Ertuğrul sinemasını açmıştır. Bir yandan sinema işletirken, zaman zaman salonunda
Karanlık İçinde Buse, Fener Bekçileri oyunlarını sahnelediği gibi, film öncesi canlı kısa gösteriler sergiledi. İçinde gençlik ateşiyle beslenen tiyatro tutkusu görülüyordu.
Tiyatro ile ilgilenenler mutlak surette siyasi hareketlerde taraf kabul edilmişlerdi. O da 1913 yılının sonunda bu sebepten dolayı sınır dışı edilince yeniden Paris'e gitti. Konservatuara devam etmek istediyse de muvaffak olamadı. Zamanı boşa harcamamak adına tiyatro ve sinemalarda gözlemlerde bulundu. Orada da çok fazla kalamadı. Zira dünya askeri anlamda siyasi bir uçuruma yuvarlandı. Ülkesine geri döndüğünde Türk milleti sonu gelmeyen bir maceranın içine düşmüştü.
Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları topluluğunu oluşturan sanatçı, 1914 yılında
Darülbedayi Osmani adıyla kurulacak olan sonradan
İstanbul Şehir Tiyatrosu adını alacak olan
Müzik ve Tiyatro Okulu'nun kuruluş aşaması ve çalışmalarında yardımcı olarak görev aldı. Okulun açmış olduğu sınavlara katılmış ve talebe olarak kaydını yaptırmıştır. Birikimi ile çok geçmeden okula yardımcı öğretmen olarak atanmıştır. Yine çok geçmeden daimi kadroya geçirilmiştir.
Profesyonel olarak bir çok oyunda görev aldı. Dünya savaşının da etkisiyle okul bir tiyatro topluluğuna dönüştü. Pek çok genç cepheye giderken o kurumdan izinli olarak bu defa Berlin'e gitti. Tiyatronun yanında sinema alanlarındaki incelemelerini artırdı. Sanat yanında akademik donanım sahibi oldu.
Berlin'de
Karanlıktaki Işık oyununda rol aldı. İstanbul'a döndüğünde yine savaş yıllarında Tahsin Nahit Bey'den uyarladığı
Bir Çiçek İki Böcek, yabancı bir uyarlama
Uçurum ile Halit Fahri beyden uyarladığı
Baykuş oyunlarını 1917 yılında sahneledi. Henüz 25 yaşında olmasına karşın başarılı bir şekilde ihtiyar köylü rolünü sahneledi. Rolden role, kılıktan kılığa giriyor ama hepsinin de hakkını veriyordu. Rollerini aynı yıl yeniden gittiği Berlin'de de sürdürdü.
Gurbet ile sılayı birlikte götüren sanatçı Berlin'de İstanbul Film Şirketini kurduğu gibi, filme de ortak olup, yönetmeni oldu. Serüven adamlığının gençlik heyecanıyla ilgili değil ömrünce süreceğinin işaretlerini çektiği şu filmlerde bir kere daha gösterdi:
Samson, Kara Lale Bayramı, Şeytana Tapanlar.
Daha birkaç yıl önce öğrencisi olduğu Darülbedayi'ye yeniden döndüyse de oyunları seçimden ve istikrasızlıktan dolayı burada kalmayarak kendi serüvenini çizmeye devam etti. Ardından kendisi tekrar çağrıldı davete icabet etti ise de bu defa işten çıkarıldı. Zaman da Türklüğün kalbinin Sakarya'da attığı dönemde.
Serüvenin istikametini bu defa tamamen sinema olarak belirledi. Ülkemizdeki ilk özel film şirketi Kemal Filmin yerli film yapımına yönelmesini sağladı. 1921 yılından itibaren üç yıl içinde tam altı film çekti. Bu filmlerde de serüven adamı olduğunu ortaya koymuştur:
İstanbul'da Bir Facia-i Aşk;
Zafer Yolları;
Ateşten Gömlek;
Milli Mücadele hareketini konu alan filme bayan sanatçı için açmış olduğu müsabakada dereceye giren Neyyire Neyir'e rol verdi. Ardından onunla dünya evine girerek yeni bir serüvene daha girişti.
Sanatın kalıcı olmasında gençliğin daha doğrusu eğitimli gençliğin rolünü düşündüğünden 1924 yılında on yıl önceki
Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları adlı topluluğu yeniden kurup, öğrenciler için indirimli oyunlar ve matineler organize etti. Ancak adı ne olursa olsun kurum bir sektöre aitse mutlaka maddi güç gerekiyordu. İmkansızlıklar yüzünden 23 oyun sahneledikten sonra topluluk dağılmak zorunda kaldı. Tekrar yurt dışına gitti.
Şubat 1927 de İstanbul'a döndüğünde Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ'ın ısrarıyla tekrar Darülbedayi 'de Sanat Yönetmeni oldu. Yurt içinde ve dışında kurumsal kimlikle pek başarıya imza attı ve zemin hazırladı. Özel tiyatro ve sinema müesseslerinin kurulmasını teşvik etti.
İpek Film göreve gelmesinin hemen sonrasında onun yönlendirilmesi ile teşekkül etti. 1931 yılında belediye bünyesinde
Tiyatro Meslek Okulu açılmasına öncülük etti. 1935 yılında ilk düzenli çocuk oyunlarını başlattı. 1936-1938 yılları arasında
Ankara Devlet Konservatuarında öğretmenlik yapmışsa da kurumun kurucusu Carl Ebert ile anlaşmazlığından dolayı ayrıldı. 1941 yılında tekrar bu göreve davet edildi. Eşiyle birlikte
Perde ve Sahne Dergisini çıkarmaya başladı. ancak 1943 yılında eşini kaybetti. Görevini 22 yıl sürdürdükten sonra 1949 yılında Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne getirildi.
Devlet hizmeti yanında 1928-1941 yılları arasında İpek Film adına 20 adet film çekti. Serüven adamlığı burada da kendisini göstermiştir. İlk sesli Türk filmi 1931 yılında Onun tarafından çekilen
İstanbul Sokaklarında olmuştur. 1932 yılında çekilen
Bir Millet Uyanıyor çok daha esaslı, sesli bir yapım olarak tarihteki yerini aldı. Tek-parti yönetiminin sonlarına kadar sinemaya da sırtını dönmeden ilerleyen sanatçı 1949 yılından itibaren kesintilerle de olsa Genel Müdürlük ve İstanbul Şehir Tiyatroları Baş rejisörlüğü görevlerini sürdürürken Ankara'da kurduğu
Küçük Tiyatro ile
Büyük Tiyatro kurumları da hayatında önemlidir. Zira ikinci kurumda oynanan
Bir Komiser Geldi oyunundaki müfettiş rolü altmışlı yaşlara merdiven dayayan sanatçının son kez sahne aldığı kurum oldu.
Sonlar başlamıştı serüven adamının hayatında. 14 Mayıs 1950 de iktidar değişince büyük hayallerle ve hedeflerle kurduğu
Büyük Tiyatro'da balo yapılamasına karşı çıkınca başkentteki görevinde istifa ederek bir son daha yaşandı. Elbette ayrılıklar birliktelikleri de hazırlamaktadır. Handan hanımla ikinci evliliğini gerçekleştirmiştir.
Serüven adamlığında sınır tanımamak esas olduğundan Yapı Kredi Bankasının çağrısıyla İstanbul'da
Küçük Sahne'yi kurdu. Burada genç sanatçıların yetişmesine zemin hazırladı onların rol aldıkları oyunları yönetti. 1953 Yılında sinemamızın ilk renkli filmlerinde olan
Halıcı Kızı yönetti. Tecrübe ve heyecana rağmen hayal kırıklığı yaratan başarısızlık onun sinemadaki son eseri oldu.
Demokrat Parti, birikimlerinden yararlanmak düşüncesiyle 1954 yılında
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne yeniden getirdi. Kaldığı yerden sanki hiç bir şey yaşanmamış gibi
Küçük Tiyatro ile
Oda Tiyatrosunu açtı. İzmir ile Bursa'da
Devlet Tiyatrosu'nun, Adana'da
Şehir Tiyatrosunun açılmasına katkı sağladı. Karşılık olarak da 1958 yılında görevinde alındı.
İstanbul Şehir Tiyatrosunda başyönetmen olarak çalışmaya başladı. sekiz yıl burada bu görevde bulundu. Bu arada yaşı da 75 i bulmuştu. Ancak serüven adamının nüfus kağıdı değil kafasının içi önemlidir.
Üsküdar Tiyatrosu, Kadıköy Tiyatrosu, Zeytinburnu Tiyatrosu bu zamanda açıldı. Bunun da karşılığı olarak İstanbul Belediye Meclisi başyönetmenlik kadrosunu kaldırdı.
Serüvenine daha önce defalarca yaptığı gibi yurt dışında devam etti. Federal Almanya ve İspanya'da tiyatro eğitim yöntemleri üzerinde incelemeler yaptı. Hemen ardından İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsünde
Tiyatro Eleştirisi dersi verdi.
82 yaşına ulaştığında
Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliğine atandı.
Semt tiyatrosu, öğle tiyatrosu, gezici tiyatro gibi çeşitli uygulamalarla yeni bir tiyatro seferberliği başlattı;
Gültepe Tiyatrosu'nu ve
Bayrampaşa Tiyatrosunu açtı (1974-75),
Deneme Sahnesini kurdurdu ise de iç çekişmeler üzerine 1976’da görevi bıraktı. Bu zamanda hayatından bazı parçaları
İnsan ve Tiyatro Üzerine Gördüklerim adı altında 1975 yılında yayınladı.
85 yaşına gelen serüven adamı serüvenine artık sahnede, eğitim kurumlarında değil de süreli yayınlardaki yazılarıyla görünüyor.
1923 yılında çektiği
Leblebici Horhor filminden dolayı II. Venedik Film Festivalinde Onur Madalyası ödülü verilmiştir.
1932 yılında tiyatro alanındaki hizmetlerinden dolayı
Goethe Madalyasına layık görülmüştür.
23 Ekim 1971’de Kültür Bakanı Talât Halman’ın çabasıyla Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir sanatçıya verilen
Devlet Kültür Armağanı takdim edildi. Yaşı da 80 i bulmuştu.
TBMM nin açılışının 59. yıldönümünde, Çağdaş Türk tiyatrosunun temelini atan ve geliştiren serüven adamına 23 Nisan 1979 günü
Ege Üniversitesi Fahri Doktorluk payesi vermiştir. Ancak bu unvanı almak için gittiği İzmir'de geçirdiği kalp krizi sonucu 29 Nisan 1979 günü son derece renkli, mücadelelerle ve serüvenlerle geçen hayatı sona ermiş ancak geride ileriye doğru giden kurumlar ve eserler bırakmıştır.
.1892-02-28
Doç. Dr. Turan AKKOYUN
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü Başkanı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.