Kaygan Zemin
ÇEYREK DARBE / ÖLENLER, ÖLDÜRÜLENLER, ŞEHİTLER, KATLEDİLENLER
Başka başka konulara takmıştım o gün. Gün güzel geçmişti. Havadan, sudan bahsederken geç vakitteki akşam yemeği... Saat 22 sularında odaya çekilip elime bir kitap aldım ki: watsap'tan DARBE OLDU mesajı geldi. "Televizyonu açalım, darbe diyorlar" dedim, heyecanla. 1960tan beri bütün darbeleri yaşamış bir kişi olarak hissettiğim bir heyecan. Sinema şeridi gibi derler ya; öylesine bir darbeler filmi geçti hızla aklımdan televizyona bakarken. Teferruatı herkes biliyor o gecedeki. Görünenleri anlatmaya gerek yok. Herkes seyretti; benim gördüklerimi herkes gördü. Ben bu durumun (Darbe diyemiyorum. "Kalkışma" da konuya uzak kalıyor bence) bana anımsattıklarıyla başlayıp, aklıma gelenleri sıralamak istiyorum izninizle. 1960 Darbesi'ni (İhtilal deniyordu o zaman. Ama darbeciler AK DEVRİM diye adlandırıyordu.) Hatta AKDEVRİM (İran'daki Akdevrim'le karıştırmayalım. İran'daki, Musaddık iktidarının sonundan 'islam devrimi' ne uzanan süreçte büyük önem taşıyan gelişmelerden biri, Şah'ın 1962 yılında gündeme getirdiği ''ak devrim'' adını verdiği reform paketidir.) adıyla kalınca bir kitap yayınlattılar. Kitapta darbe öncesinde (O zaman televizyon yok) basında çıkan haberlerden ve köşe yazılarından seçilmiş resim ve yazılar vardı. O güne kadar basında 1960 İhtilali'nin gelmesini neredeyse dört gözle beklediler diyebileceğim yazılar yazan yazarlar ve gazeteler ihtilali takip eden günlerde ise ihtilali yapanların oluşturduğu MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ lehine haberler, yazılar yazmaya başladılar. Hatta bugün yere göğe sığdıramadıkları Adnan Menderes ve arkadaşlarının eksiklerini bulmakta mahkemelere döküman hazırlarcasına gayretkeşlerdi, diyebilirim. Sonra n'oldu? Gençler bilmez tabii. Köprülerin altından çok sular geçti. Aradan zaman geçip, ortalık durulup sütliman olduğunda, birçoğu turnusol kağıdı gibi (Bilindiği gibi Turnusol kağıdı kimyada kullanılan ayıraçlardan bir tanesidir. Çözeltilerdeki asit ve bazları ayırt etmekte kullanılır. Turnusol, asitle temas ettiğinde kırmızı, bazla temas ettiğinde mavi renk verir.) birden (Bukalemun gibi derdi rahmetli fosfat lakaplı kimya hocamız Faruk Ceylan böyle durumlarda.) değiştiler ve gazeteler de, köşe yazarları da (o zamanki tabiriyle yazalım) AK DEVRİM aleyhinde yazılar yazmaya, gazeteler AK DEVRİM aleyhine haberler ve fotoğraflar yayımlamaya başladılar. (Aksini iddia eden varsa bahsi geçen kitabı okusun önce.) Menderes'i yazı ve haberleriyle yerden yere vuranlar ona ve Menderes dönemine övgüler düzmeye başladılar. Menderes "Demokrasi Şehidi" oldu. Bugüne kadar da hep darbelerin gereksizliği, memleketi en az 10 yıl geri götürdüğünü yazıp çizdiler; hasılı darbe aleytları kesildiler. Kimse de kalkıp "Niye" diye sormadı. Hepsi birbirini alkışladı. 1960 27 Mayıs'ta Afyon'da Tac-ı Ahmet Mahallesi'nde oturuyorduk ve ben Afyon Lisesi'nin Orta Kısmı öğrencisiydim henüz. Cumartesi günü yarım gün okula giderdik. İhtilaller Cuma geceleri sabaha karşı oluyor. (Bakar mısınız, ne tecrübe!.. Bu defaki "kalkışmacılar" acemi: Gece 10'da başlamaz "kalkışma". Demirel'e yapılan darbelerden birinin öncesinde MİT'e soruyor veya sorduruyor Demirel; "Genel Kurmay'ın ışıkları gece geç saatlerde neden yanıyor?" Genel Kurmayın ışıkları geceleri geç vakte kadar yanıyorsa, ihtilal hazırlığından ürkülüyor. Aldığı cevap "Olağan çalışma." Oluyor. MİT saklamış bildiklerini meğer.) İhtilal sabahı Bedesten'in Yukarı Pazar'a çıkan caddeye açılan yan tarafındaki kapısına kadar geldiğimi, askerlerin oradan "sokağa çıkmak yasak!" diye geri çevirdiğini anımsıyorum. 1960 sonrasında hep İstanbul'da oldum. 1968 olayları ve takip eden olayları üniversite öğrencisiyken yaşadım. Neyse... O günler geçti. Tabii ki; demokrasidir arzumuz. Demem, bunun aksi değil. Ancak Türkiye'de darbeler devam etti ne yazık ki! Gelelim asıl anlatmak istediğimi; dilimin döndüğü kadar anlatacaklarıma. Bu defaki darbe girişimini ve "püskürtüldüğünü" hep beraber seyrettik. (Benzer bir mesele değil ama aklıma geldi: İnsanlık İlk canlı savaş yayınını Irak'ın ABD ve yandaşlarının barışgetirmek bahanesiyle işgalini seyretti CNN TV yayınından) 15 Temmuz gecesi sabaha kadar seyrettiklerimizden tespit ettiklerim şunlar:
- Elinde tabancayla koşarken sakallı bir adamın "savaştayız, savaşa gidiyoruz" diyerek kalabalığın arasına koşması ve teslim olan emir kulu olan Türk askerine saldırması, erleri linç girişimleri...
- Genç bir adamın yine kalabalığa doğru koşarken "4 kişiyi öldürdük, beşinciyi öldürmeye gidiyorum" diyerek elindeki silahı göstermesi ve yerde yatan, dayaktan perişan hale gelmiş askere silah doğrultması. (Sanırım ateşlemiştir. Göremedim o kısmı.)
- Bir başka yerde (Galiba hepsi de İstanbul'da Boğaziçi köprüsü'nde idi, bilemeyeceğim.) elindeki otomatik tüfekle yüzlerce kişiyi öldürebileceğim halde tabancalı polise ateş etmekten çekinen asker. (Aklıselim davranmış o ama bazıları kemerle dövdü; onlara acımadı.)
- Bir başka ve belki hepsinden beter sonuçlar doğuracak olanı ise yine İstanbul'da, Fatih'te geçiyordu: Polisin mermisi bitmiş. Bazı kişi (veya kişiler) polise kutu kutu mermi vermiş. Fatih'te bir veya birkaç evde kutular dolusu silah mermisinin ne işi var? Bu mermiler terör için değilse kimler için, ne için evde tutuluyordu? Kimse sormaz ve asla sorgulamayacak, biliyorum ama ben kendi kendime sormadan edemedim.
- Ve şimdi: Askerden, polisten, sivilden ölenler... Hepsi bizimdi. Kim ayırt edecek, kim şehit? Kim değil? Hangileri için okundu geceyarıları selalar?
- Ya, Işid benzeri, tekbir getirerek 20 yaşında bir erin, teslim olduğu halde kafasının kesilmesi?
- Bu "kalkışma" sonundaki "demokrasiyi kurtarma" çabaları ayrışmalara neden olacak mı? Net'te dolaşan resim ve yazılar bu açıdan sizi korkutmuyor mu?
- Hâlâ söylediğim şu tekerlemedeki gibi: "Ne olacak bu memleketin hâli?"
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.