Kaygan Zemin
KAHVENİN HİKÂYESİ
Milattan sonra 800'lü yıllardı. Bugün Etiyopya dediğimiz Habeşistan'ın Kaffa şehrinin yüksek yaylarında Kaldi adında bir çoban keçilerini otlatıyordu. Bir gün dikkatini ilginç bir şey çekti. Yüksek tepelere çıkarken yorulan keçiler, bir ağacın kırmızı küçük meyvelerini yiyince canlanıyor, yerlerinde duramıyor, hatta uyuyamıyorlardı. Çoban Kaldi "neden" diye sordu, kendi kendine, sonra "bu meyveden olmalı" dedi. Ve o meyvelerden kendisi de yedi. Kısa sürede güçlendiğini, daha enerji dolu olduğunu fark etti. İşte o meyve kahveydi. Bugün dünyada en çok satılan ikinci ürün. Kahve adı da bulunduğu şehirin adı Kaffa'dan geliyor. Ünü kısa sürede bölgeye yayıldı. Özellikle Arap yarımadasında vazgeçilmez bir tutku oldu. Araplar "Qahva" dediler, bu mutluluk hormonuna. İngilizler Coffe. Ünü Yemen'den Osmanlı'ya, Osmanlı'dan Avrupa'ya, oradan da Amerika'ya taşındı. Osmanlı Sarayında özel "Kahvecibaşı" çalışıyordu. Adamın tek işi padişaha kahve pişirmekti. -Ne iş yapıyorsun? -Kahve pişiriyorum abi! Türkülerimize bile girdi kahve. "Kahve Yemen'den gelir, suyu çemenden gelir." "Kahve koydum fincana Hele bakın şu Can'a Körolasın kel Saim Nasıl da kıydın bu cana." Kahveyi Afrika'dan Arap yarımadasına taşıyanlar müslüman dervişlerdi. Mesela birinin adı Baba Budan'dı. Sufi bir derviş. Amerika ve uzak doğuya taşıyanlar ise hristiyan keşişler oldu. Dervişler kahveyi tek tip içtiler, tozunu sıcak su ile kaynattılar. Bizim Türk kahvesi dediğimiz de öyle yapılanlardan. Keşişler ise kahvenin farklı türlerini buldu. Mesela Cappucino adı keşişlerin giydiği "kapşon"lu elbiseden geliyordu. Koyu kavrulmuş kahveden yapılana "Espresso" dediler. Bazıları Ekspresso dese bile orijinali Espresso. İspanyolca preslemek, sıkmak anlamında. Süt köpüğününün üzerine espressoyu dökünce ortaya "Macchiato" çıktı. Macchiato İtalyanca benek demek. Sütün üzerinde kahve benekleri. Espresso'nun üzerine sıcak su eklenince oldu sana"Cafe Americano". Espresso, süt ve kakao karışımına da "Mocha" dediler. İsmi Yemen'deki El Mocha limanından geldi. Kahveyi ilk perakende satanlar da Araplar. Kahvehane kültürü arap yarımadasından Anadolu'ya yayılıyor, buradan da Viyana'ya ve tüm Avrupa'ya. İlk kahvehanenin Kabe'nin yanında açıldığı söylenir. Bizim toplumumuz aslında sıkı kahveciymiş. Bir zamanlar çaydan çok kahve tüketilirmiş. Eskiden sabah kahvaltısında çay içme geleneğimiz yokmuş. Çay tiryakiliğimiz daha yeni. Yüzyıl bile değil. Çayı yokluktan içmişiz ve alışmışız. İkinci Dünya Savaşı ve ardından gelen ekonomik kriz nedeniyle Türkiye kahve ithal edememiş. Piyasada kahve karneye bağlanmış. İnsanlar 250 gram kahve alabilmek için uzun kuyruklar oluşturmuş. Bunun üzerine zorunlu çaya dönmüşler. Kahvehaneler olmuş çayhane. Şimdi keyifli keyifli sabah kahvenizi içerken Çoban Kaldi'nin keçilerini düşünün hele. Ya o keçiler olmasaydı, halimiz ne olurdu? Fincandan burnumuza yükselen mis gibi kokuyu alamamak. Şahsen ben hayatımda büyük yokluk hissederdim. Çünkü kahve bazıları için hayatın benzinidir. Kahve höpürtülerek konuşulan bir dildir. Sabah şerifleriniz hayırlı olsun derken, yazıyı Cemal Süreya ile noktalayalım. "Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme, kırk yılın hatrına sen kalayım." Alıntıdır (Ben de Cengiz Karaköse Facebook sayfasından alıntıladım. Affetsin.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.