Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

BOŞANMA MODASI

3 gün evli kalıp, 3 yıl adliye koridorlarında boşanma sırası bekleyen çiftlerin içler acısı hâli maalesef, gelecek nesiller açısından hiçte iç açıcı olmamakla beraber, dini ve mili duyguların da hızla çöküntüye uğramasına sebep oluyor. Peki, nedir bize aşkı unutturan? Nedir bize, saygının, sevginin, hoşgörünün ve birlik-beraberliğin anlamını unutturan? Nedir bu, birbirimizle çıldırmışçasına ve yarışırcasına boşanmaların sebebi? Bu soruların cevabını halk olarak bizler veremeyiz ama en iyi bilenler sanırım bizleri yönetenlerden başkası değil. Tutturmuşlar bir Avrupa sevdası, Avrupa özentisi gidiyor... Avrupa’ya girelim girmesine ama Avrupa istedi diye törelerimizden; daha da vahimi, kanunlarımızdan ödün vermeyelim. Japonya gibi, Avrupa’nın bilim ve sanayisini kullanalım. Avrupa’nın töresini değil! Avrupa’nın dönmelerini, lezbiyenlerini ve bu nevi sapıklıklarını değil! Zaten ortada Avrupa Kültürü diye bir kültür de yok. İngiltere’ye gidin İngiliz Kültürü vardır, Almanya’ya gidin Alman Kültürü vardır, Fransa’da Fransız Kültürü vardır ama Avrupa Kültürü diye bir şey yoktur. Onları bir birlik çatısı altında toplayan tek sebep, “Hristiyan Kültürü”dür... Türkiye’nin ise hem kendi kültürü, hem de “İslami Kültürü” vardır. Ne hazindir ki, vasaten 1,5 asır boyunca dini ve milli kültürümüzü AB adı altında kurulmuş bir “Hristiyan Kültürü”ne almayacaklarını bile bile feda ettik. “Kadına şiddete hayır!” sloganları veya “Kadına pozitif ayrımcılık” uygulamaları, kadınları sokağa döküp ayaklandırmaktan başka bir işe yaramadı. Bilakis, devlet böyle yaptıkça milllet daha fazla kadına şiddet uyguladı, daha çok kadınları itip horladı... Pek çok gazeteyi okuduğunuzda veya haber bültenlerinde izlediğinizde maalesef bu ülkede bir kadın-erkek çatışması çıkarılmak istendiğini göreceksiniz. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Sağ-Sol çatışmalarından umduklarını bulamayanlar bu milleti Kadın-Erkek olarak çatıştırmak için çaba sarf ediyor. Kadın-Erkek çatışması yaşansın ki aileler yıkılsın, ocaklar sönsün. Bu şekilde “Evin direği” olan erkekler, adeta “Kadının oyuncağı” haline getiriliyor. Bir erkeğin, bir kadına uyguladığı şiddeti “Erkek terörü” diye manşetine taşıyan beyinsizlerin maksadı, ülkemizde kaos çıkarmaktan başka şey değildir. “Erkek terörü” ne demek? Tüm erkekler kadınların nazarında potansiyel bir suçlu, bir terörist demek öyle mi? Bu dehşet verici oyunu görmekte zorlanmayan bazı üstün ferâset ve iz’an sahibi siyasetçiler, konu hakkında görüşlerini ve çekincelerini dile getirdiklerinde ise bu ifadeler maalesef gazetelerin iç kısımlarında ufacık puntolarla yer alıyor veya yer alma gereği bile duyulmuyor. Mesela, MHP Genel Başkanı Sn. Devlet BAHÇELİ’nin, 01 Şubat 2014 tarihinde, Denizli’de yapmış olduğu açıklama bence ülkemizin gündemine yerleşecek kadar önemli bir ifadeydi. Fakat gazetelerin görünmez puntolarına mahkûm oldu şu ifadeler; “Bugün televizyoncuların dikkatini çekmek istiyorum. Kadına şiddete yönelik hadiselerin yoğunlaştığı bir ortamda, kadına şiddeti saatlerce gösterip katil bozuntularını televizyonlarda sürekli göstermek doğru değil. Her ailede ufak tefek geçimsizlikler, sıkıntılar olabilir. Bu sıkıntılı ortamı her gün televizyonda gösterirseniz, o ailenin içinde ‘Madem böyle oluyor, ben de yapayım’ diyen bir sürü de katil çıkıyor. Haber olarak verin ama eğitici yönünü de verin. Ailelerin nasıl yıkıldığını, nasıl cinnet geçirdiğini, bunu aşmak için hangi tedbirleri almak gerektiğini bir dakika dahi vermiyorsun. Cinayeti sabahtan akşama kadar tuzlayıp duruyorsun.” Uzmanlara göre, her 5 boşanma vak’asından yaklaşık olarak 3’ünün sebebinin twitter, facebook gibi sosyal iletişim araçları olduğu savunulsa da, bu durum bölgeye göre hatta vilayetlere göre farklılık gösterebiliyor. Tabi şahsım uzmanların ortaya koyduğu tezlere mukabil, karşı tezler üretebilecek ilme elbette vâkıf değildir. Sadece yaygın olarak gördüğüm ve şahsen de yaşamış olduğum kadarıyla, “Üçüncü şahısların evliliğe müdahalesi sonucu” gerçekleşen bir boşanmalar yaygın. Yani “Kaynana-gelin; Kayın-damat, Görümce-gelin; Kayınpeder-damat… vs.” ilişkileri sonucu gerçekleşen boşanmalar, bence yukarıda anmış olduğum sosyal iletişim araçları sayesinde gerçekleşen boşanmalardan daha fazladır. Bugün boşanan veya boşanma aşamasında olan hangi çifte sorsanız, evliliğine üçüncü bir şahsın müdahalesi sonucu huzurunun bozulduğunu veya evliliğinin sona erdiğini söyleyecektir... Şunu da unutmamak gerekir ki, son zamanlarda artarak devam eden boşanmalar sadece ülkemizde değil, özellikle gelişmekte olan tüm ülkelerde büyük bir sorun olarak görülmektedir. Gelişmiş ülkeler ise zaten bu konuda hududu çoktan aşmış haldeler. Çünkü onlara göre evlenmek; “özgürlüğü kısıtlayıcı, gerici bir zihniyetin töresi…” olarak görülmektedir. Mesela Fransa başbakanı Hollande’ın Ocak 2014’te neredeyse dünya gündemini işgal eden gizli bir ilişkisinin medyaya yansımasını ele alalım; Hollande’ın 8 yıl “beraber yaşadığı" Valerie TRİERWEİLER isimli bir kadını, Julia GAYET isimli başka bir kadınla aldattığı haberleriydi. Bir ülkenin cumhurbaşkanı böyle bir olayla anılıp, kamuoyu gündemine yerleştikten sonra o ülkede ne sağlıklı, ne de kalıcı bir evlilik olması mümkün değildir. Eğer Hollande’ın veya kendisinden önceki cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Nicholas SARKOZY’nin yaptığı aymazlıkları ülkemizdeki herhangi bir cumhurbaşkanı veya başbakan yapmış olsaydı, özellikle ekonomik ve ahlaki bakımdan dönüşü olmayan büyük bir çöküntü yaşayabilirdik. Elbette ekonomik çöküntüler gelip geçicidir. Daha da vahimi, o iktidar sahibine gönül vermiş milyonlarca insanın da aynı aymazlığı yapmak isteyecek olmasıdır. Çünkü insanoğlu, özellikle Türk Milleti gördüğü her şeyi iyi de olsa, kötü de olsa denemeye meyilli bir millettir. Gerçi ülkemizde bu tip mahrem hadiseler siyasetçilerimiz tarafından gizli saklı yapılsa da, rant ve iktidar hırsı gözlerini bürümüş kahrolası bir mel’un veya kahrolası bir örgüt tarafından gizlice kayda alınıp zorla insanların gözleri önüne faş etmekteler. Böyle ahlaksızlıkları alenen sergilemekten kaçınmayan kişiler çok şükür ki, kendilerini sanatçı veya manken zanneden ahmaklarla sınırlı.(Cemaatcileri saymazsak) Yıllarca iktidarda olduğu halde bu soruna ciddi ve kesin bir şekilde el atamayan devletimiz, maalesef gelecek nesillerimizi tehdit eden bu soruna en keskin adımı 2013 yılında atabilmiştir. Buna göre; boşanacak her çift en az 1 sene boyunca uzman ve psikolog denetimine girecek, eğer bu süre sonunda hala boşanmak istiyorsa ancak o zaman boşanabilecektir. Bu olumlu ve yerinde yasadan önce Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı parçalanan ocaklar konusunda maalesef kayda değer hiçbir adım atmamıştır... Çocuğu anneden alıp babayı ağlatmakla, babadan alıp anneyi ağlatmakla bir sonuca ulaşılacağı zannedilmiş, yuvaların yıkılmasını önleyici plan ve projeler yerine yuvalar yıkıldıktan sonra meydana gelecek şiddete karşı koruyucu plan ve projeler yürürlüğe sokulmuştur. Yıllarca “Kadına pozitif ayrımcılık” safsatalarıyla, hemen hemen bütün erkekler kadınlara nazaran potansiyel suçlu olarak görülmüş, maddi ve manevi olarak mağdur durumda bırakılmıştır. Bu şekilde mağdur olan erkekler, kadınları kendilerinden daha fazla kollayan yargı huzurunda da çaresiz kalınca intikam alma duygusuyla ayrıldığı eşine doğal olarak şiddet uygulamıştır. 3-5 ay evli kalıp ta, eşinden boşanan bir kadın, kocasının maddi durumuna bakılmaksızın nafakaya bağlanıp, tazminat hakkı elde edebiliyor. İşsiz olduğu halde, ödeyemediği aylık her nafaka karşılığında 3 ay tazyik hapis cezası alan koca, hapisten çıktığı zaman devlet tarafından adeta suça teşvik edilircesine gidip hapse girmesine sebep olan eşini buluyor ve sonunda gazete manşetlerinde ve haber bültenlerinde aklımıza zorla kazınmaya çalışan hazin ve elim şiddet olaylarına şahit oluyoruz. Kadına şiddet uygulayan erkek bulabilmek için neredeyse özel bürolar kurup, Aile Mahkemeleri’nin kapılarındaki elemanlarına nöbet tutturan medya kuruluşları “Erkek terörü” nü zevkle ve özene bezene yayınlarken, nedense geçimini evlenmek ve boşanmakla sağlayan bazı dolandırıcı ve sahtekâr kadınları(Kadın terörist demeyeceğim) görmezden gelecek derecede geçiştirmekle yetiniyor... Ülkemizde artarak devam eden boşanmalara mezhebi açıdan bakacak olursak, Sünni çiftlerin Alevi çiftlerden katbekat daha fazla boşanma ve geçimsizlik yaşadığını görürüz. Sanırım bunun yegâne sebebi, Alevi yurttaşlarımızın boşanmadan evvel “Dede” olarak adlandırdıkları büyüklerine olan bağlılığıdır. Aleviler’in birçoğu, Sünni vatandaşlarımız gibi “Karşılıksız Avrupa sevdası”na kapılarak törelerini bozmamışlardır. Boşanma kararı veren çiftler dedelerine durumu anlatır ve izin isterler. Dede ise durumlarını ve aralarındaki geçimsizlik kağnağını saptayıp karar verir. Çiftler ise dedelerinin vereceği karara ram olurlar. Fakat bu gıpta ile karşılanacak durum Sünnilerde bulunmamakla beraber, çiftler ana-babasına bile danışmaksızın boşanma kararı verip birbirlerine dava açmaktan sakınmıyorlar. Özellikle kırsal kesimde yaşayan, örf ve adetlerine bağlı, geniş nüfusa sahip Sünni aileler de istisnai durumlar baş gösterebiliyor. Alevi yurttaşlarımızda dedenin yaptığı görevi, “Aşiret Reisi” veya “Aile Büyüğü” olarak seçilen kişiler yapabiliyor. Mesela 15-20 sene öncesine kadar aile bireyleri geçimsizlik yaşadığında her iki taraftan da birer aile büyüğü oturup her iki tarafında sorunlarını ve şikâyetlerini dinledikten sonra gerekli adımlar atılırdı. Netice itibariyle, kadın ve koca barışıp öncekinden daha iyi şekilde hayat sürdürürlerdi. Eğer hatası tesbit edilen taraf aynı hatayı tekrar etmekte diretirse kendisine hakettiği cezâ verilir, boşanma en son çare olarak görülürdü... Şu dini gerçeği de unutmayınız ki; İslam'da evlenmek sünnet, boşanmak farzdır. Eğer geçimsizlik boyutu katlanılmaz hâle geldiyse elbette boşanmak yerindedir. Lâkin, incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplere dayanarak gerçekleşen boşanmalar hem kadın için, hem erkek için, hem çocuklar için ve dahi geleceğimiz için büyük bir tehdittir... Evet değerli okurlarım. Kadınlar Günü'nüz kutlu olsun demek isterdim sizlere. Ama bizler Müslüman'ız. 365 günün her lahzâsı, "Kadınlar Lahzâsı"dır bize... Kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir dünyada, " Cennet anaların ayağı altındadır!" diyen bir Peygamberin (A.S) ümmetiysek; "Kadınlar Günü" bizim sadece bir gaflet ve dalâletten ibarettir...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi