Mehmet Ünal Taşpınar

Mehmet Ünal Taşpınar

SIĞIRLAR AYNI YERDE OTLUYORLARDI

Daha yedi yaşlarında babamın çiftliğinde traktörle çift sürüyordum ve , traktör makine ve ekipmanlarına merakım daha o yaşlarda başlamıştı . Öğretmen Okuluyla birlikte Çınarlı Meslek Lisesinin Radyo-Elektronik bölümünün gece eğitimini  bitirdim . Öğretmen okulunda öğrenciyken müdürümüz Tevfik Elmas'ın teşvikiyle , tarihte ilk defa Radyo-Elektronik kolunu kurdum . 19 yaşımda bir dağ köyüne tayin olduğumda , bilgilerimi hayata geçirmeye can atıyordum .

O yıllarda Grundig marka transistorlu radyolar dokuz yüz , öğretmen maaşı da dört yüz elli liraydı .

Yani bir transistorlu radyo iki öğretmen maaşına , bu günkü değeriyle altı bin liraya satılıyor, milletimiz düpedüz soyuluyordu . İzmir Çankaya Caddesinde elektronik hurdacıları vardı . Atılmış radyo kondansatörleri radyonun kalbidir , gerisi kolay ! Hurdacıdan aldığım parçalarla bir radyo otuz liraya mal oluyordu . Öğretmenlik yaptığım dağ köyünün elinden marangozluk da gelen muhtarı İrfan , muhtarlık binasında bana yer verip bir de çalışma masası yaptı . İşe  koyulup radyo elemanlarını monte ettim . En sona hoparlörü kalınca , muhtara << Tut şu kablonun ucunu , hoparlörün dibine değdir >> dedim. Değdirdiği gibi oyun havaları patladı ! Ankara radyosu çalıyordu ! Muhtar radyoyu kapıp sevinçle dışarı fırladı   << Öğretmenimiz radyoyu icat ettiii ! >> diye bağırarak köy meydanındaki kahveye koştu . Köylü merakla kahveye doluştu . << Üleen dokuz yüz gaymelik iş bu muymuş>> diyorlardı . Onlar <<Öğretmenimiz radyo icat etti >> dedikçe << Ben değil başkası icat etti , ben imal ettim >> diye uyarsam da , onlar inatla << Sen icat ettin >> diyorlardı . Önce muhtara , sonra da köylülerime radyo yapmaya başladım. Muhtar radyolara  kutu yapıyor , hoparlör çıkışının deliklerini açıyordu . Kutunun yan tarafındaki kondansatör düğmesinden arama yapılıyor , skala olmasa da istasyonlar pekala bulunuyordu . Kimseden para da almıyordum ama , onlar da çeşit ikramla memnuniyetleri gösteriyordu . Radyoya kavuşmaktan herkes çok mutluydu  . Bir gün , bizim Uzun Memet radyosunu ağaca asmış tarlada çalışırken , devriyeye çıkan jandarma başçavuşu görüp yakalamasın mı  : - Nedir ülen bu ? - Radyo başefendi . - Böyle radyo mu olur ülen ? - Öğretmenimiz icat etti . - Neee , kaçak radyo yapmış , tut onbaşı , zabıt tut ! Zaptı tutmuşlar . O yıllarda öğretmenlerin milletvekili gibi dokunulmazlığı vardı . Jandarma ya da polis karakoluna çağıramazlar , milli eğitim müdürü ifade alır , gerektiğinde savcılığa sevk ederdi . Milli Eğitim müdürümüz  Ahmet bey , öğretmenimiz bana bir uğrasın diyecek kadar kibardı . Yanına varınca beni alıp kaymakama çıkardı  ve << O muhteşem mucit bu ! >> dedi ve  kaymakam da suçumu yüzüme tebliğ etti . Radyoların yıllık vergisi vardı ve vergi kaçakçılığı nedeniyle  radyo başına para cezası  kesiliyordu . İzinsiz radyo imal etmek de casusluk gibi bir şeydi , yani sonu hapis cezası . Savcılığa sevk etmemek için , önce takdir edip , sonra bir sürgün cezası ile işi kapatarak , Ödemiş Bozdağlardaki  Kızılkeçili köyüne sürgün ettiler ! Soruşturma kapanmış ama yurdumun  geri kalmışlığının yaraları kapanmamıştı . Bahar aylarında Bozdağlar'a geldim , İsviçre gibi bir yer ! Bozdağların tepesinde son köy Karakeçili, buradan öteye sürülecek yer yok ! Köyü gezerken , içinde alabalıkların oynaştığı dere boyunda  terk edilmiş üç su değirmeni gördüm . Elektriklisi çıkınca , bunların pabucu dama atılmış ! Birinin suyu var , kapağı kapatınca  tribünden çıkan su insana çarpsa parçalar ! Yazık boşa akıyor  ! O  yıllarda hiç bir köyde elektrik yok . Hafta sonunu dar ettim . İzmir Sanayi Bölgesinde Manisalı Ahmet Tütüncüoğlunu buldum . Derdimi anlatınca  yardımcı olup , jeneratör için gerekli parçaları bulmamı sağladı : alternatör ,  voltaj aralığı sağlayan kolektör ve kondüktör , jeneratörün miline  monte edilecek kayış ve tribün kanatlarını kaynak yapacağım değirmen çarkı . Ahmet bey , o iyi yürekli insan , hepsini köyüme kadar kendi cipi ile getirdi . Bir kaç günde montajı tamamladım . Köy kahvesine , okuluma , camiye ve köy meydanına kılavuz aydınlatma için kablolar çektim . Açılış için akşam karanlığını seçtim . Köylü merakla toplanmış bakarken, suyun  kapağını açınca , ortalık gündüz gibi aydınlık oldu . Suyun gücü neredeyse on beş köyü aydınlatacak elektriği üretebilirdi . Köylü sevinçten çığlık atıyordu . << Sakın öğretmenimiz  icat etti diye kimseler söylemeyin , başıma iş açarsınız >> diye hepsine tembih ettim . O gece devreyi hiç kapatmadım , nasıl olsa bedavaydı ! Sabaha kadar efeler zeybek oynadı , kimi duayla , kimileri rakı içerek karanlıktan kurtuluşu  kutladı . İki gün sonra basıldık .Tüm ilçe jandarması köyü basmıştı . - Emir aldık , sökün bunları yoksa fena olur ! Söktük . Kasabaya indim ve << Sizin mevzuatınıza da , palavra eğitiminize ..... >> diyerek istifamı verdim Oradan denizlere açıldım .Önce telsiz ve güverte vardiya zabitliği  , ardından süper tanker süvariliği . Yıllar sonra memlekete döndüğümde  gördüm ki ; değişen bir şey yoktu , sığırlar yine aynı yerde otluyorlardı . NEDİM ÇAKMAK... (Mustafa Çoban’dan Alıntıdır)  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Ünal Taşpınar Arşivi