Şevket Kurt

Şevket Kurt

Demokrasi ve Barolar Birliği Seçim Sistemi Tartışması

      Gündemde bu aralar barolar birliğinin seçim sisteminin nasıl olması gerektiği yönünde bir tartışma var. Bu tartışmanın aslında hangi demokrasi türünün daha doğru olduğuna ilişkin bir tartışma olduğunu düşünüyorum. Demokrasi türleri içerisinde, genel bir ayrım olarak; doğrudan demokrasi, yarı doğrudan demokrasi ve temsili demokrasi olarak üç tür demokrasi türü bulunuyor. Ben uzun yıllar, üniversite yıllarında hocam Prof. Dr. Muhammet Emin Ruhi’nin Doğrudan Demokrasi isimli kitabından fazlaca etkilenmiş olacağım ki en doğru sistemin doğrudan demokrasi olduğunu düşündüm, şu anki düşüncelerime ise yazının sonunda yer vereceğim. Bu tanımlar, Prof. Dr. Kemal Gözler’den alıntıyla:     Doğrudan demokrasi, bütün halkın bizzat seçimlere katıldığı demokrasidir. Bu demokrasi türünü savunanlar, avukatların her birinin elektronik ortamda oy kullanmasını ve barolar birliği başkanını bu şekilde seçmesini öneriyor. Bu sayede seçilen barolar birliği başkanının daha geniş bir kesimi temsil edeceği ve egemenlik yetkisinin daha güçlü olacağı doğru. Eleştiri getirenler ise Türkiye Barolar Birliğinin barolar tarafından oluşturulan bir birlik olduğunu, avukatlar birliği olmadığını, bu konuda avukatların oy hakkının olamayacağını, bu sistemde güvenlik açıklarının olabileceğini ve sisteme dışarıdan müdahalelerle etki edilebileceğini savunuyor.      Yarı doğrudan demokrasi, halk ile temsilcileri arasında egemenlik yetkisinin paylaştırıldığı demokrasidir. Temsilciler genel olarak halkı temsil etmektedir ancak refarandum, halk vetosu vb. araçlarla halk kimi zaman bu egemenliğini doğrudan kullanır. Halk burada bir nevi denetleme mekanizması gibi işlev görür. Bu demokrasi türünü savunanlardan baro seçimlerine ilişkin bir öneri geldiğini ben henüz duymadım, herhalde gelseydi barolar birliği başkanını delegeler seçsin, barolar birliği avukatlar ya da barolar tarafından denetlenebilir olsun şeklinde, farklı varyasyonlar da düşünülebilir, ortaya karışık bir şey olurdu. Denetlenebilirlik olması açısından yarı doğrudan demokrasi güçlü araçlara sahip, bu bakımdan akla uygun bir model sunulabilseydi mantıklı bir seçenek olabilirdi.     Temsili demokrasi, halkın egemenliğini temsilciler aracılığıyla kullandığı sistemdir. Ülkemizde siyasi parti seçimlerinde olsun barolar birliği başkanı seçiminde olsun bu sistem kullanılmaktadır. Halihazırda, barolar birliği başkanı seçimlerinde özellikle İstanbul,Ankara, İzmir gibi baroların delege sayısı, barolara kayıtlı avukat sayıları fazla olduğu için haddinden fazladır. Bunun sebebi geçmiş düzenlemenin yapıldığı çok eski tarihte barolardaki avukat sayılarının günümüzdeki kadar çok olmamasıdır. Yapılacak değişiklikle alakalı öne çıkan düşünce daha adil olması için nısbi temsil sistemi ile bu baroların çıkaracağı delege sayılarının düşürülmesi ve baroların adil şekilde yönetime katılabilmesi yönünde. Haliyle büyük barolar ellerindeki bu gücü kaybetmek istemiyor.      Öte yandan başka bir grup ise kamu niteliğindeki meslek kuruluşu olan baroları sendika-dernek-oda tipi bir statüye büründürdüğü, üyeliğin isteğe bağlı olduğu herkesin kafasına göre baro kurabileceği bir model önermektedir. Böyle bir önerinin gerçekleşmesi, baroları ayrıştırılmış ve tamamen siyasi kurumlar haline getirecektir. Her bir siyasi parti tıpkı dernek kurar gibi baro kurabilecek, mesleki dayanışma yok olacak, o dönemki iktidar partisine göre bazı barolar daha çok destek görecek, haliyle meslek yapılamaz bir hale gelecektir. Mensubu olduğum Afyonkarahisar Barosu da başkanımız Av. Turgay Şahin öncülüğünde bu öneriye şiddetle karşı çıkan ve yasal değişiklik konusundaki görüşlerini ilk defa dile getiren barolardan biri olmuştur.     Bunlar dışında büyükşehir barolarına da barolar birliğine de siyaset çoktan bulaşmış durumda. Elbette her baro başkanının, barolar birliği başkanının dünya görüşü olabilir. Ancak bu kimselerin hukukçu olabilmeyi siyasi anlayışlarının önüne koyabilmesi ve biz avukatları düşünüp meslek siyaseti yapması gerekmektedir. Siyasetçi olmak gibi bir niyetleri varsa şayet o makamı terk edip siyasi partiye katılıp siyaset yapmaları icap ediyor. Özellikle büyükşehir barolarında yapılan seçimlerde ortaya çıkan bu gruplar tıpkı birer siyasi partiymiş gibi kalıp söylemler üzerinden, mesleğe hiçbir şey katmaksızın seçim propagandası yürütüyorlar. Av.Şakir Balcı’nın deyişiyle kadim barocu anlayışı baroların acilen terk etmesi gerekiyor, yine onun deyişiyle tuzu kuru kimseler etrafında şekillenen, meslek sorunlarına öneri ve çözüm getirmeyen, siyaset ve slogana boğulmuş bir Molierac baroculuğu mesleğe ciddi zararlar veriyor.  Bu konudaki görüşlerime değinecek olursam, 18 yaşında milletvekili olunabilen bir ülkede, 5 yıl kıdeme sahip olmayan bir avukatın baro yönetim kurullarında üye olamaması,10 yıl kıdeme sahip olmayan bir avukatın baro başkanı olamaması, avukatların adaylar üzerinde özgürce seçim yapabileceği çarşaf listeler yerine dayatma blok listelerin baro seçimlerinde tercih edilmesi konularının antidemokratik olduğunu düşünüyorum.      Son olarak benim demokrasi anlayışıma gelince, kısaca anlayan anladığı konuda oy versin şeklinde. Hepimiz her şeyi bilemeyiz, çobanları ilgilendiren bir konuda çoban-hayvancılık ile uğraşan kimseler ve topluluklar, veterinerler, oylanan konunun ekonomik boyutunu hesaplayacak devlet temsilcileri vs. bir araya gelir ve bu konuyu yalnızca onlar oylar. Burada tabii yine aşılması gereken iki tür sorun ortaya çıkıyor. Birincisi oy verenlerin o konuda yeterince iyi olduğunu nereden biliyoruz, her çoban çobanlıkla ilgili aynı bilgi düzeyine sahip midir? İkincisi ise insanların genellikle çıkarlarını gözeterek kendilerini ilgilendiren bir konuda kendi lehlerine ve başka kimseler aleyhine oy kullanma ihtimalleri olduğu. Bu nedenle görüşüm ve eleştiriler üzerinde düşünmeye devam ediyorum. Tabii genel olarak şu soru da sorulabilir ve bu insana demokrasiyi sorgulatabilir, çoğunluğun aldığı kararlar neden daha doğrudur, hadi doğru diyelim saçma kararlar dahi olsa her zaman doğru mudur ve bu kararların uygulanması mı gerekmektedir? Hitlerin partisinin demokrasi ile Almanya’da iktidar olduktan sonra pek çok insanı katlettiği ve türlü işkenceler yaptığı bir dünyada, işe yarar ve orantılı olan denetim mekanizmaları her şeydir. Modern Bilim Gerçekten De Şüphe Duyulması Gereken Bir Şey Midir? Yıllar önce fen bilgisi dersinde bize gözlemlerden hipotezlerin, hipotezlerden teorilerin, teorilerden de kanunların oluştuğu anlatılmıştı. Uzun yıllar bilimin bu şekilde yapıldığını düşündüm. Prof. Dr. Celal Şengör’ün televizyonlara sık sık çıkmaya başladığı bir dönemde Karl Popper ve yanlışlanabilirlik teorisi ile tanıştım. Yanlışlanabilirlik teorisi özetle bütün ördeklerin beyaz olduğu gibi genel geçer bir kabul olsa da bir tane siyah ördek göstermenin onu çürütmeye yettiğini söylüyordu. Bugün bu görüşün hala muteber kabul edilen yanları var ancak Celal Hocanın anlattığı kadar net bir kesinlikte değil. Bu görüşü yanlış anlayan sıradan vatandaşlar, salt bir şüphecilikle bilimde bütün sistemlerin yıkılabileceğini düşünüyor, modern bilimi tamamen güvenilmez bir araç olarak görüyordu. Bu da insanlarda bilimle uğraşmanın hiçbir kıymeti olmadığı, bilimle uğraşmanın beyhude bir uğraş olduğu şeklinde kötü bir algı oluşturuyordu. Sonrasında aslında kütleçekimi, evrim vb. doğa yasalarının büyük ihtimalle doğru olduğunu,bir iddialar kümesinden meydana gelen kanunlar olduğunu, tek bir iddianın çürütülmesinin dahi iddiaların bütününü çürütemeyeceğini çünkü çok fazla açıklayıcı iddianın yani delilin olduğunu ve bunların neden böyle olduğuna ilişkin teori ismi verilen çeşitli açıklamalar getirildiğini, modern bilimin bu şekilde yapıldığını öğrendim. Bu doğa yasaları kullanılarak pek çok bilimsel gelişme yapılmaktaydı. Yani aslında dünyada var olan-doğrudan ya da dolaylı olarak gözlemlenebilen şeyleri açıklayan teoriler, kanunların hiyerarşik sıralama yapılacak olsaydı üzerindeydi. Yine modern bilimin, Bayes teoremini günümüzde kullandığını çok sonraları öğrendim. Bu teorem bir olayın meydana gelme olasılığının, olaya yönelik değişkenlerle değişebileceğini gösteriyordu. Buradan yola çıkarak bir olayın %1 yanlış olma ihtimali ile %50 yanlış olma ihtimali, bu ikisini aynı şey yapmıyordu. Yani bilimi ilerletecek ölçüde şüphecilik gerekiyorsa da aşırıya kaçan şüpheciliğin bilimde yeri yoktu, aşırıya kaçsa da bunun kimseye faydası yoktu, aşırıya kaçan şüphecilik bir nevi bize her şey yanlış öğretildi minvalinde absürt bir komplo teorisi oluyordu. Bu şüpheciliğin sonu güneş merkezli model yerine dünya merkezli modelin tercih edilmesi gerektiği, dünyanın şeklinin düz olduğu gibi büyük gafletlere doğru gidiyordu. Modern bilim ile uğraşmanın; bir aşıya muhtaç kaldığımız şu corona günlerinde, ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şevket Kurt Arşivi