Turan Akkoyun

Turan Akkoyun

YENİDEN

İleriye doğru çıkmaya çalışılırken, o anda ihtiyaç duyulanların kullanımı, ardından bir kenara bırakılması ya da sonrasında ona gereksinim kalmaması nedeniyle ondan kurtulmak istenmesiyle kıymet tüketilmiş hale gelir. Yani üretilmiş, değerlendirilmiş ya da değerlendirilmemiş kullanım süresi dolmuş nihayetinde tüketilerek geçmişe terk edilmiş olur. Bunun hemen her alanda böyle olduğu görülmektedir. Miadını dolduran unsurların terk edilememesi durumunda fert ya da toplum için bir kambura dönüşür. Normal şartlarda sadece tarih biliminin konusu haline gelmiştir. İlgisi yokmuş gibi görünen bir iktidar esnasında, 1896 yılından itibaren dünya ile aynı anda takip edilmeye başlanan yüzyılı aşkın bir zamandır da film üretilen sinema sektörümüz açısından ileri hamleler, ihtiyaçlar, kenara bırakılma, tüketme, kamburlaşma konularına temas etmek kültürel rengimiz açısından faydalı olacaktır. Öncelikle sektörde ileriye doğru atılan hamlelerde uzun süre sahada boy gösteren sınırlı sayıda yönetmen ve yapımcının tükenmemesi, tüketilememesi gibi garip bir durum yaşanmıştır. Serüven adamlarının azlığı, toplumda önceliklerin başka olması bu sonucu doğurmuş olmalıdır. Türkler son yüzyıllarda sanat alanında serüvenciliği cazip görecek bir süreç yaşamamış, zorunda kaldığında zaten hakkı olan kısmını kurtarabilme başarısıyla kendini mutlu etmesini bilmiş daha fazlasının ardına düşmemiştir. Dünyayı şaşkına çevirdikten çok kısa bir süre sonra yaşadıkları yaylalara geri dönmüşlerdir. Sahne ya da perdedeki rolleri de başkaları işgal etmiştir. Sinemamız hakkında girişte işaret edilen tüketime, tüketilmeye en uygun kısım oyuncular  olsa gerektir. Durumları gereği en fazla enerji harcaması gerekenler onlar olduğu gibi en fazla da rağbet edilen, yerine geçilme gayretine girilen, bu yolda yuvaları, aileleri terk edilerek, kapasiteli ve kapasitesiz sinsi tuzakların ağına düşülen noktada da maalesef bunlar yer almıştır. Düşler alemine gerçekleştirilen adımların çoğu hiçlere dahil olma ile sonuçlanmıştır. Daha önce de çeşitli yerlerde ifade edildiği üzere bu hususta çok ciddi çalışmalar yapmak bilimsel katkılar sunmak gerekli hale gelmiştir. Edebiyattaki roman türünün bir uzantısı olarak perdeye aktarılmasıyla ortaya çıkan eserler devirler değişmesine karşılık genelde ilgi görmüş, böylelikle aynı ürün başka bir alanda yeniden tüketilmiştir. Kulvarında kısırlığın göstergesi kabul edilebilecek perdedeki tüketim, kendi alanında ilk olmaktadır. Konuyu iki ayrı cepheden değerlendirmek daha gerçekçi görünmektedir. Zira kitap halindeki eserin piyasadaki talebe göre yeni baskıları yapılmakta sıcaklığını korumaktadır. Gideri de çok kısa zamanda karşılanmaktadır. Oysa sinema sektöründe böyle bir gelişim ne yazık ki mümkün olamamaktadır. Perdeye tasarlanan, ardından aktarılan eserin hazırlık aşamasından itibaren ortaya çıkan maddi açıdan yüklü külfeti, bütçenin kabarıklığı, en yürekli yapımcılarda bile geri dönüşüm endişesi ortaya çıkarması, kasada oluşması muhtemel menfi sonuçların her zaman dikkate alınması onun yeniden üretimini neredeyse mucizelere bağlı hale getirmektedir. Böyle olmakla beraber bunun kesin kural olmadığını gösteren örnekler bulunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı içinde Çanakkale, Kafkasya, Mukaddes Topraklar, Filistin, Suriye, Kut'ül-amare, Galiçya, Makedonya, Romanya gibi cephelerde ayrı ayrı acılar, hatıralar bırakan Türk Milleti ülkesini bir varlık kavgası demek olan Milli Mücadele ile kurtarabilmiş, ardından bunu tüm dünyaya tanıtmıştı. Toplum olarak bir nevi son imkanlarını tüketmişti. Tüketilenler imkanların yanında hayallerdi. Büyük tarihi birikimin ortaya çıkardığı tecrübe, mutlak varlığa teslimiyet sineye çekilme gibi bir tercihe dönüşmekteydi. Birkaç cümleye sığdırılmaya çalışılan bu realite, küçük fasılalar hariç on bir yıl aralıksız, cepheden cepheye olmaktan daha ziyade kıtalararası süren, acılarını bile yaşayamadan birbirine eklenen savaşlar silsilesi elbette edebiyatçılar için yüzyıllarca ilham kaynağı olmaya devam edecektir. Gücünü - takatini tüketmiş insanımız, bundan sonra yeniden ayağa kalkabilmek "atlarını pınarın ta kaynağından sulayabilmek" için uzaklara gitmeye gerek duymayacak, onu hep içinde hissedecekti. Yapısı gereği yaşadıklarını, yaptıklarını kaleme almayan, köy odaları ile kahvehanelerde dillendirmeyenlerin, çağların üzerinden atlayarak günümüze kadar dünyayı aydınlatanlardan "ismimizi söyleyecek ne yaptık?" diyenlerin yerine başkaları onu "canlandırma" yoluna gidecekti. Çanakkale ya da Milli Mücadele ile ilgili ne kadar çok film çekilirse çekilsin iş ciddi tutulduğu taktirde tüketilecek, tüketilmesine rağmen yeniden tüketilmesi için üretilebildiği takdirde yine talep görecektir. Bu fikrin çok iddialı olmadığını konu ile ilgili az çok bilgisi olan herkes kabul etmektedir. Gerçekten de farklı niyet ve bakış açılarına rağmen yapılan denemeler fikrimizi teyit edecek sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Su akış istikametine bırakılmadığı takdirde suni barajlama yöntemleri tabloyu başkalaştırmaktadır. Edebi eserlere sinemamızın ilk yıllarından itibaren perde ilgi gösterildiğini ifade etmiştik. Yakup Kadri, Peyami Safa, Halide Edip'in eserleri buna verilebilecek en güzel örnektir. Boğaziçi Esrarı, Sözde Kızlar, Ateşten Gömlek filmleri tamamen sözü edilen edebiyatçılarımızın eserlerinden uyarlanmıştır. Sinemamızın vücuda getirilmesi aşamasında çekilen Peyami Safa'nın eseri 45 yıl sonra yeniden perdeye uyarlanarak bir kere daha tüketime sunulmuştur. O günün imkanları ve teknik yapısı ile hazırlanıp oluşturulan filmler, toplumun hiç olmazsa bayramdan bayrama eğlencesi arasında karşılıklı imkansızlıklardan yararlanılarak tüketilip gitmişti. İnsanımız kıt imkanlar içinde bayramı bayram yapmasını bilmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında sinema sektöründe edebi eserlere çok daha fazla rağbet gösterildiği anlaşılıyor. Savaşın sonlarında perdeye aktarılan Vurun Kahpeye dört yıl sonra bir kere daha izleyicilerin beğenisine takdim edilmiştir. Sistemli olmasa bile yönetim anlayışını destekleme düşüncesinden de hareket edilmiş olmalıdır. Sonraki dönemlerde esere duyulan ilgi oldukça yüksek olduğundan iki kere daha perdeye aktarılır. Aynı süreçte de roman okuyucuları tarafından ilgi ile okunan çok beğenilen Çalıkuşu, Yaprak Dökümü, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu beyazperde kervanına dahil olur. Beyaz perdeye uyarlamada her zaman yeni edebiyat türünün köklü, anıt isimleri üzerinde ısrarcı davranılmamış, piyasada ilgi ve rağbet gören romanların tercih edilmesi de söz konusu olabilmiştir. Sinemamızda eserleri perdeye uyarlanan edebiyatçılarımız arasında Muazzez Tahsin Berkand, Kerime Nadir, Esat Mahmut Karakurt miktar bakımından diğer yazarlara oranla daha farklı nitelikler ortaya koymaktadır. Gündelik hafızalarda ağırlığını koruyan eserlerin sayısı bakımından önde oldukları gibi sık aralıklarla birkaç defa filme alındığı da olmuştur. Bülbül Yuvası, Küçük Hanımefendi, Kezban, Mualla, Aşka Tövbe, Hıçkırık - Son Hıçkırık, Sokaktan Gelen Kadın, Ömrümün Tek Gecesi bunlardan ilk akla geliverenlerdir. Düşünce anlamında solun gelişmesi yapımcıları harekete geçirmiş, Orhan Kemal'in Avare Mustafa, Murtaza  ile Fakir Baykurt'un Yılanların Öcü ikişer defa perdeye aktarılmıştır. Her seferinde yankı bulmuştur. Yapımcılar ilgiden cesaretlenerek dizilere uyarlamışlardır. Perde açısından yeniden üretilip tekrar tekrar tüketilenlerin türleri farklıdır. Özellikle tarih ve edebiyat türlerinden hareket edilecek olursa Tarkan, Kara Murat, Malkoçoğlu, Battal Gazi, Dadaloğlu, Hababam Sınıfı, Ayşecik ana başlıklarının altlarına ekleniveren yeni isimlerle ile piyasaya, tüketime sunulmuştur. Yeniden tüketime sunmayı konu ile sınırlamamak gerekmektedir. Tarih konusunda Ortaçağın bitişi, Yeniçağın başlangıcı kabul edilen İstanbul'un Fethi hem yapımcı, hem de müşteri bakımından bıkıp usanmaksızın tekrar tekrar üretilmiş, talepte ve tüketiminde zorluk yaşanmamıştır. Filmlere gösterilen ilgiler ikinci defa tüketime sunulmada etkili olmuştur. Bu hususta Halk edebiyatı ürünleri biraz daha öne çıkmaktadır. Köroğlu, Keloğlan, Leyla ile Mecnun, Dertli Pınar filmleri en iyi örnekler arasında yer almaktadır. Bazı filmler de yazarına ve konusuna bakılmaksızın perdeye aktarıldıktan sonra yeniden uyarlanmaktadır. Üvey Ana filmi dört yıl içinde ikinci defa çekilmiştir. Toplumun dillendirmesinden esinlenerek isimlendirilip görsel bir şekilde afişe edilen, böylelikle kasanın kabarık olması hedeflenen Damga, Sürtük filmleri de pek çok farklı tarzda izleyicinin tüketimine sunulmuştur. Avrupa ve Amerika'dakilerden farklı olarak artist ve aktörlerinde tüketime sunulduğunu belirtmekte fayda vardır. Sanatçılar halkın zihnine kazınmış, realiteden bir hayli uzak bir şekilde rahat ve konforlu yaşantının birer simgesi gibi algılanmıştır. 1975 yılı Hababam Sınıfı için mühimdir. Hem eser, hem yönetmen açısından tekrar yenideni başlatır. Yıl bile atlamadan Hababam Sınıfta Kaldı çekilir. Bir yıl ardından Hababam Sınıfı Uyanıyor seriye eklenir. Her geçen yıl yenisi çıkarılır: Hababam Sınıfı Tatilde, Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor. Üç yıl sonra da Hababam Sınıfı Güle Güle sanki sona ermiş intibaı verse de talepler ve de yeni bir şeyler üretmedeki sıkıntıdan günümüze kadar seyrini sürdürür. Aynı şekilde sürümden dolayı çok pahalı olmayan tarihi filmler ardı ardına sıralanmıştır. Daha yakın zamanlarda da güncel bir ifadeyle reytingi yüksek olan diziler de seriye bağlanmış bir şekilde sinema severlere sunulmuştur. Hazır izleyicisi olan dizilerden perdeye uyarlananlar olmuş, kasaya göre yenileri izlemiştir. Yeniden üretilip tüketildiği halde tekrar tüketime sunulan filmlerin süreklilik ve şekillenmede katkı yaptıkları unutulmamalıdır. Eserler vizyonda iken farklı değerlendirilmeye tabi tutulurken, aradan zaman geçtikten sonra kültürel cepheden ele alınır hale gelmektedir. Doç. Dr. Turan AKKOYUN Afyon Kocatepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Turan Akkoyun Arşivi

UYUM

17 Nisan 2016 Pazar 18:09

KONAK

28 Mart 2016 Pazartesi 09:20