Halil Şahin

Halil Şahin

ULUSUN GÜCÜ

14 Mart 2008 günü Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın AKP hakkında kapatma davası açmasından, 30 Temmuz 2008 günü Anayasa Mahkemesi kararının açıklanmasına değin, Türkiye ile ABD arasında yoğun çarpışmalar yaşandı. 30 Temmuz 2008 günü bir ateşkes ilan edildi. Bu ateşkesin şartlarını şöyle bir anımsayalım: 1.Hükümet ve Çankaya mevzisi, ABD’ye bırakılmıştır. Türkiye’nin, ABD BOP Eş Başkanlığı marifetiyle ve Çankaya’ya yerleştirilen ABD ile gizli hizmet sözleşmesi yapan personel eliyle yönetilmesi devam edecektir. 2.AB’ye uyum ve reform süreci altında Kemalist Devrim’in yıkılması programı kararlı olarak yürütülecektir. 3.TSK’nin terfi sistemine dokunulmayacaktır. Zurnanın zırt dediği yerde usa takılan soru şudur: 14 Mart 2008 günü AKP’yi kapatma davası bu sonuca ulaşmak için mi açılmıştı? Elbette hedef bu değildi. 14 Mart 2008 günü Cumhuriyet Adaleti’nin arkasında Cumhuriyet’in gücü vardı. Bu güce kuşkusuz Türk Ordusu da dâhildi. Fakat aradan geçen 4,5 ay içinde ne oldu da Cumhuriyet’in iradesini zayıflatmaya hatta yıkmaya yöneldiler? Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın davası kuşkusuz sağlam hukuki gerekçelere, Cumhuriyet’in yasallığına dayanıyordu. Ancak atılan bu yargısal adımın çok önemli siyasal sonuçları vardı. Herkes biliyor ki, bu adım ancak güçler dengesi doğru hesap edilerek ve başarı hedefine ulaşma olanağı güvence altındaysa atılabilirdi. Ortada bir hesap hatası vardı ve.30 Temmuz 2008 günü ilan edilen ateşkeste tutulan mevziler bunu  göstermiştir. Aklıseliminizle düşünürseniz bu hatanın, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na ait olmadığını görürsünüz. 30 Temmuz 2008 günü, yani Yüksek Askeri Şura toplantısının arifesinde, hükümet ABD’ye ve Kemalist Devrim yıkıcılığına terk edildikten sonra Türkiye tarafının elinde: TSK’nın terfi düzeneği ile kamu kurumlarında türban yasağının devamından başka ne kalmıştı? Değerlendirin bakalım: bu mevziler ne kadar gerçek mevzilerdir? Ordu’nun görevi, komuta kademesinin terfi düzeneğini mi savunmaktır yoksa dış ve iç düşmanlara karşı Cumhuriyet Devrimi’ni mi savunmaktır? Elbette ki, Ordumuz, değerli generallere sahiptir; ancak Atatürk Devrimi tektir. Her komutanımızın yerine aynı sağlamlıkta yeni bir komutan bulabilirsiniz. Ama ikinci bir Cumhuriyet Devrimi bulmak olası değildir. O nedenle Türkiye Atatürk Devrimi için her olanağını feda edebilir. Bakınız; tarih, sanki tekrarlanırcasına benzer örnekleriyle doludur. 14 Mart- 30 Temmuz ABD ile Türkiye arasındaki yargı savaşlarından çıkarılacak en önemli ders budur! Ateşkesler, savaştaki moladır. ABD ile Türkiye arasındaki çelişmeler ortada: Kuzey Irak, Kıbrıs, vatanın bütünlüğü, Atatürk Devrimi, milli ekonomi, insanca yaşamak, aydınlanma; hepsi birer savaş cephesi. Öyleyse sayılan cephelerde göğüs göğse muharebeler kaçınılmazdır. Bunu karşı güçler söylüyor. Ordu, son zamanlarının en tutarlı, en sağlam komuta kademesini oluşturdu. Bu güzel, ama savaşı kazanacak olan ulusun gücüdür. Milletin yaşayan varlığı ise halktır. Türkiye’de vatanın bütünlüğü de milletin birliği de, Cumhuriyet Devrimleri de, Atatürk devrimciliği de hepsi en sonunda emperyalizme isyan eden halk çabalarının sonucudur. Öncünün görevi orada! Zorluklar büyük, ama “Türk Devrimciliği” zorluklardan daha büyüktür. Fakat unutulmasın ki; ümmetler çabuk çözülür, fakat ulusun gücü en büyüktür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Halil Şahin Arşivi