Mehmet Ünal Taşpınar

Mehmet Ünal Taşpınar

SOKAK KÜLTÜRÜMÜZÜ DE MAHVETTİK -1-

FAKİRİN EKMEĞİ UMUT  Bir gazetede okudum:  “İklimleri mahvettik!” Yalnız iklimleri mi? Daha daha nice sahip olduklarımızı... Yalnız maddi olanları değil, birçok hasletimizi de… En çok dikkatimi çeken SOSYAL ve HUKUKSAL DİRENCİMİZİ kaybettik. Korku sarmalında uzun süre kalmaktan olsa gerek. Direnmeği unuttuk mu, ne? Anılarda dolaşıp durmak bazen iç açıcı ise bazen iç karartıcı oluyor. İlk sokağa döküldüğüm, doğrusu ilk sokaklarda bağırıp çağırdığım Afyon’da oldu. Altmışlı, belki ellili yıllarda. Konu Kıbrıs. “Ya taksim, ya ölüm” diye bağırdığımız yıllar. Menderes zamanı mıydı, 27 Mayıs Devrimi sonrası mıydı, anımsamak çok zor. Çünkü 1972 Kıbrıs Barış Harekâtına kadar kaç defa sokaklara çıktık Kıbrıs Davası için. Kiminde “Ya hepsi, ya tepsi”, kiminde  “Ya taksim, ya ölüm!” diye bağırırdık. Ve… Sonra 1968. İstanbul Üniversitesi dış kapısında “Üniversiteye Giremeyenler” çadırını kurup bağrıştığımız yıl. E, Paris’te öğrenci ayaklanması olur da bizim memleket onu takip etmez olur mu? Eleştiriyorlar bazıları “Taksim’de başlayıp hızla yayılan ve hani ‘Bu sadece birkaç ağaç işi değil’ dedikleri Gezi olayları sırasında otelini gençlerin korunması için açan Koç’u. Bizim geleneğimizde var olmalı ki; işte,  o 1968’de Üniversiteye giremeyenler çadırı ‘sakinleri’ne, yani bize, cepleri delik öğrenci adaylarına civardaki esnaf indirimli satış yapmıştı. Özellikle lokantaların bu indirimi ‘öğrenci olamamış öğrenciler’ olarak bizlere bir hayli yararlı olmuştu.  Tabii ellerimizde yine civar matbaalardan birinin parasız bastığı o çadırımıza ait özel kimlik kartlarıyla gitmek şartıyla. Bu indirim kartları o zamanın kredi kartı (!) gibiydi bizim için. Dedim ya, anılarda dolaşıp durmak bazen iç açıcı ise bazen iç karartıcı oluyor.  Bu anlattığım hangi kategoriden, dersiniz? Sokaklarda “Özel hukuk kuruldu, özel Harbiye ne zaman?!” diye bağıran gençlerin polis eşliğinde Beyazıt’tan başlayıp yürüyüş yaptığı, henüz polisin biber gazı kullanmadığı yine o canlı ve heyecanlı 1968 yılı. Özel Hukuk istenmeyen yıllardan, özel hukukların bol olduğu üniversiteler dönemi yaşayacağımızı bilemezdi elbette o zamanki gençlik. O gençlik bilseydi “Bu kadar çok üniversite olur mu? Cılkı çıktı bu işin de!” der miydi, bilemiyorum. Tabii artık “milenyum devri yaşamaktaydık. Levent Kırca’yı nasıl anmazsınız “OLACAK O KADAR.” Rahmet olsun ona. İnsanoğlu yaşadıkça neler görüyor. Ve yaşarsak kim bilir daha neler göreceğiz. Facebook’tan sık sık yararlandığım yazılar oluyor. Her ne kadar alıntılarda çoklukla nereden alıntılandığını bulamasam da kendi yazılarıma eklememin okurlarla paylaşabilmek amacıyla yararlı olacağını düşünüyorum. Aşağıdaki ‘1970’LERDE GENÇ OLMAK’ başlıklı olanı da böyle bir yazı oldu: 1970’LERDE GENÇ OLMAK “Evet, bugünkü gençlerin sahip olduğu pek çok şeye sahip değildik; ne bilgisayarımız vardı, ne de cep telefonumuz. Televizyonumuz siyah beyaz ve tek kanallıydı ama her evde yoktu henüz. Elektrikler ve sular sık sık kesilirdi, Cumartesi günleri de okula giderdik. Tüp gaz, Sana yağı, çay, şeker kuyruklarına girerdik. Raflarda bin bir türlü yiyecek içecek markaları yoktu. Lewi’s, Lee, Tomy Hilfigger, Mudo, Adidas, Puma, Nike, Benetton, LC Waikiki, Flo, Deichmann giymezdik. Mc Donald’s, Pizza Hut, King Burger’de karnımızı doyurmaz, Starbucks’ta kahve içmezdik. AVM, süpermarket, barkod, bankamatik, kredi kartı, on line, Mp3, Mp4, USB, bonus gibi kavramları bilmezdik. Konuşurken; “atıyorum, oha, adamsın, iyi ki varsın, sıkıntı yok, bye” gibi uyduruk kaba saba kelimeleri kullanmazdık. Arkadaşlarımızla selâmlaşırken kafalarımızı tokuşturmazdık. 15 yaşındaki genç kızlara “bayan” tanımadığımız yaşlı beylere “dayı” demezdik. Ne idüğü belirsiz saçma sapan “delikanlılık raconlarına” prim vermezdik. Saftık ama aptal değildik. Okullardaki müfredat programları ağırdı ama hakkından gelirdik; üçüncü sınıftayken “Kerrat Cetvelini” ezbere bilirdik. Okurduk, Dünya’da olup biten her şey bizi ilgilendirirdi. Geleceğe ümitle bakardık, çünkü biz sevginin gücüne inanıyorduk, halâ ona inanıyoruz..” (alıntı, O zamanlarda Facebook Hesabından, 3.8.2014 tarihi var üzerinde- alıntıymış onunki de) 29.7.2018/17.25 ulaşım.) Nereden başladık, ne diyorduk, nerelere gelip konuyu darmadağın ettik. Çünkü o tarihlerde dilimizden düşmeyen türküler, deyişler, marşlar vardı. Biliyor musun, diyeceğim; nerden bileceksin ki, doğmamıştın belki de: Âşık İhsani’nin türküleri, mesela… “Rakı sofrasında…” diyorlar ya, evet, rakı sofrasında da, Çiçek Pasajı’nın bu türkülerle çınladığı zamanları anımsarım hep ama sokakta da söylenirdi bu türküler, marşlar, deyişler. Şimdiki “İzmir’in dağlarında çiçekler açar” marşı gibi… İşte, İhsanî’den: Odun kırıcıydı, adı İlyas’tı Yanaştım yanına, yüzünü astı “İşin nasıl” dedim bir küfür bastı Arkasından baltasını biledi… “Bana bak arkadaş” dedim, dedi “ne?” Dedim “sen bir vatandaşsın” dedi “he!” Dedim “kanunun var”, dedi “çekil be!” Arkasından baltasını biledi… Dedim “ilin nere senin”, dedi “Van…” Dedim “çoluk-çocuk”, dedi “sekiz can!” Dedim “düzelecek…” dedi “ne zaman?” Arkasından baltasını biledi… Dedim “gidiş…”, dedi “onlara göre” Dedim “kötü mü ki?”, dedi “bin kere!” Dedim “hak, adalet…”, “tu” dedi yere Arkasından baltasını biledi Açıldı gözleri atıldı öne Dedim dur bakalım, dedi ne güne Dedim, şu feleğin ocağı söne Arkasından baltasını biledi… “İhsani’nin türküleri antiemperyalist, yurtsever, demokrat ve sosyalist içerikli militan, devrimci şiirlerdir. İşte yine İhsanî’den: Bu memleket bunca emek Bizim bizim, hepsi bizim Yabancıya yer ne demek Bizim bizim, hepsi bizim İş arayan açlar bizim Yaban ele göçler bizim Alınacak öçler bizim Bizim bizim, hepsi bizim Aracının aldığı fark Gürül gürül işleyen çark Hırsından çatlayan toprak Bizim bizim, hepsi bizim Düzenin ezdiği beller Kilide vurulan diller Kazmayı kavrayan eller Bizim bizim, hepsi bizim Meydanlara doluş bizim El ele bir oluş bizim Dayanış, kurtuluş bizim Bizim bizim, hepsi bizim Birlikte söylenen, karşıt görüşlülerin dahi –inkâr etseler de- bildikleri birkaç şiirden bazılarıydı bu şiirler. Eh, her güzel şey gibi onun da sonunu getirdiler 12 Martta. “12 Mart Muhtırası, 12 Mart 1971 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur'un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir muhtıra vererek hükûmetin istifaya zorlandığı ...”(Vikipedi) tarihe kadar. “Türk Silahlı Kuvvetleri Cumhurbaşkanı, TBMM ve Senato’ya 12 Mart 1971’de muhtıra verdiler. Verilen muhtırada ‘’Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, doğrudan idareyi üzerine almaya kararlıdır’’ deniliyordu. Bunun üzerine Başbakan Süleyman Demirel hükümeti istifasını sundu.”(dunyabulteni.net, 5 Eylül 2018,21.49 erişim) Herkesin bildiklerini yazarak lafı uzatmak değil, gençlerden o günleri hiç okumamış olanlar (belki) varsa… diye yazdım bu kısımları) Sağ, sol, milliyetçi, komünist, dinci, Rus yanlısı, Çin yanlısı, Marx yanlısı, Mao taraftarı… Ne çok bölünmüşlükler yaşıyorduk. Bugünlerdeki sokak şarkıcıları/çalgıcıları aklıma geldikçe sanki birleştirici bir şeylerin varlığından da bahsedebiliriz, diyorum. Doğru mu, bilmiyorum ama umut işte… İnsanlığın varoluşundan beri bizimle var olduğunu sandığım umut. Fakirin ekmeği olan umut. Ara sıra geriye dönüp zamanı bu günlere sürüklemek iyi gelecek. Bunu denemeli zaman zaman. Güzel günlerde yaşayın. MEHMET ÜNAL TAŞPINAR  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Ünal Taşpınar Arşivi