Şahitler Kayası Efsanesi

Şahitler Kayası Efsanesi

Efsaneler diğer adıyla söylenceler, yaşanmış gibi yıllar boyunca nesilden nesile aktarılan, içinde yer yer doğaüstü olaylar da barındıran genel itibari ile gerçek kişilere ve gerçek olaylara dayanan öykülerdir. Afyonkarahisar efsaneler bakımından oldukça zengin bir şehirdir. Afyonkarahisar efsanelerinde ağırlıklı olarak ay ve güneş, su, Anadolu, taş kesilme, hayvan, rüya, yalancılık, tükenmeyen yiyecek, gaipten duyulan ses, ağaç ve kuru ağaç gibi motifler bulunmaktadır. Afyonkarahisar’ın bağrından çıkan bu efsanelerden henüz derlemesi dahi yapılmamış birçok efsane bulunmaktadır. Derlenmemiş olan bu efsanelerin yanı sıra Hüdai Efsanesi, Kadınana Efsanesi, Karakuyu Efsanesi, Erenler Pınarı Efsanesi, Şahitler Kayası Efsanesi gibi derlenmiş olan efsaneler de vardır. Derlenmiş olan bu efsanelerin en popüleri “Şahitler Kayası” Efsanesidir. Afyon il merkezinin kuzey batısında ve Gazlıgöl-Seyitgazi-Eskişehir yolunun şehir çıkışında höyüğe benzer küçük bir tepecik vardır. Afyon Kocatepe Üniversitesi Ahmet Necdet Sezer Kampüsü’ne varmadan yolun solundaki bu tepecik ve çevresi bugün bile Şahitler Kayası adıyla anılmaktadır. Efsane, tepenin şehre bakan eteğinde peş peşe sıralanmış kaya parçaları ile ilgilidir. Haydar Özdemir tarafından derlenen efsane şöyledir: “Vaktiyle Afyonkarahisar halkının sığırlarını güden bir çoban varmış. Pek az bir ücretle önüne katılan hayvanları bahardan kasım ayına kadar bugün Çapak Çayırı denilen yaylakta güder, otlatırmış. Çobanın hayvanlara karşı sevgisi pek fazla imiş. Hayvancıklar da çobanı severlermiş. Bir gün çobanın yanına yaşlı bir yolcu uğramış, onun hayvanlara olan sevgisini anlamış. -Oğlum, sen bu hayvanlarını bu kadar seviyorsun onlar da seni seviyorlar, sözünü dinliyorlar mı bari? diye sormuş. Çoban hiç düşünmeden: -Evet dinliyorlar, diye cevap vermiş. Tam bu sırada hayvanların bir kısmı civardaki Akarçay’a doğru gidiyorlarmış. Yaşlı adam: -Peki öyle ise, bak hayvanların gidiyorlar. Bağır da onları topla, demiş. Çoban hemen ayağa kalkmış ve yüksek sesle “Dön!” diye bağırmış. Gerçekten de birbuçuklu (Hayvanın yaşı) beyaz bir danadan başka bütün hayvanlar geri dönüp yavaşyavaş onlara doğru gelmeye başlamışlar. Bunun üzerine ihtiyar: -Peki o küçük dana sözünü niye dinlemedi? diye sormuş. O vakit çoban başını yere eğmiş ve utanarak şu cevabı vermiş: -O dana buzağı idi. Anasını sağan kadın bir gün beni ağıla çağırdı. Genç ve güzeldi. “Çoban! şu buzağıyı biraz tutuver de ineği rahat sağayım.” dedi. Kör şeytan bizi kandırdı, kadını öptüm. Buzağı bunu görmüştü. Ta o günden beri ben onun gözünde günahkârım. Ömrümde işlediğim tek günah budur. İhtiyar da ona: -Üzülme oğlum, sen doğru bir adamsın. Allah yardımcın olsun, diyerek iltifatta bulunduktan sonra yoluna devam etmiş. Yıllardır kimseden takdir görmemiş olan çobanı ihtiyarın bu sözleri pek memnun etmiş. Fakat aradan çok geçmeden neşesini kaçıran olağanüstü bir olay olmuş. Bir inek diğer ineği boynuzlamış, boynuzlanan hayvan da kaçarken düşüp bacağını kırmış. Çoban hem hayvana olan sevgisinden ve hem de hayvanın pek aksi bir sahibi oluşundan dolayı büyük bir üzüntüye kapılmış. Akşam üzeri sürüsünün arkasından üç ayaklı inekle dertleşe dertleşe şehre girmiş, hayvanı evine kadar götürmüş. Hayvanın sahibi durumu görünce çobana sövüp saymaya başlamış: -Bunu sen yaptın, vurdun da kırdın! Vallahi dinlemem. Hem sana paranı vermeyeceğim, hem de dava edip ineğin diyetini alacağım! diyormuş. Zavallı çoban Hakka tevekkülden başka bir çare bulamamış, ertesi gün, daha ertesi gün kırlarda hep bu tasa ile dolaşmış. Nihayet bir gün çobanı mahkemeden çağırmışlar. Çoban olayı hakime olduğu gibi anlatmış fakat hakim: -Bunu senden başka gören var mı, şahit gösterebilecek misin? deyince saf çoban sararmış, düşünmüş, düşünmüş: -Beyim Allah’ın kırında taşlardan, otlardan başka ne olur ki? Bunun üzerine hakim: -Öyle ise Allah’ın taşları sana şahitlik etsinler, demiş. Çoban da büyük bir inançla: -Ederler! diye cevap vermiş. Hakimler ve dinleyiciler gülmüşler, alay olsun diye: -Hadi düş önümüze. demişler. Çoban öne düşmüş, şehrin dışına kadar yürümüşler. Onların amacı bir hava almakmış. Oradan da ileriye gitmeye niyetleri olmadığından hakim durmuş: -Haydi bakalım, çağır şahitlerini! Diye çobana seslenmiş. Çoban arkasına bile bakmadan birkaç adım daha gitmiş ve uzaklara doğru şöyle bağırmış: -Ey taşlar!... Kayalar!... Sarı ineğin ayağını ben mi kırdım? Bakınız bu işi benden biliyorlar. Allah rızası için gelin bana şahitlik edin! Bunun üzerine yukarıdaki tepeceğin üzerinden birkaç kaya aşağıya doğru arka arkaya yuvarlanmaya başlamış. Hakim ve izleyiciler büyük bir korku ile şehre kaçmışlar. Çoban da kayalara doğru gitmiş. O gün, bu gün bu kayaların adı “Şahitler Kayası” olarak anılmaktadır.  

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.