Halil Şahin

Halil Şahin

OYUNCAK NE ZAMAN BOZULUR?

Oyuncak; çocuğun zekâsını ve becerisini yükseltir ve işlevi bir yere kadardır. Ondan sonrası o çocuğun genlerinden gelen yetilere bağlıdır. Ergenekon düzmecesi, toplumsal muhalefeti sindirdi. Türkiye halkının yararına olmayan, ABD taleplerinin karşılanmasında örtü görevi gördü. Kendi tabanını tutmasını sağladı. Bu arada; Ergenekon Tertibi’nin bundan böyle daha büyük sonuçlar için kullanılacağı anlaşıldı. Ergenekon Davası ile güç kaybeden koruculara da bir düğün baskını ile darbe geldi. Böylece, koruculuk kurumu Ergenekon Savcıları sayesinde yıkımın eşiğine getirildi. Zaten, Ergenekon Davası için bastıran ABD ve AB’nin hedefi de bu değil miydi? Aile içi anlaşmazlık, berdel, amcaoğlu hakkı vb. saçma sapan yorumlarla çok olay karartılmaya çalışıldı. Oynanan oyunlarla; Anayasanın değiştirilmesi ve federatif devlet hazırlığı yapıldı. Kukla Kürt devletinin kabulü meşrulaştırılmaya çalışıldı. Kıbrıs’tan asker çekilmesinin gerekçeleri hazırlanmaya çaba gösterildi. Ruhban Okulunun açılması içindi bu çabalar, ABD’nin Karadeniz’e çıkması gayretleriydi… Bu durumlarda da en iyi yol gösterici yine bilim yani tarih oldu. II. Abdülhamit dönemi bu duruma en iyi örnek oldu. Baskı ve istibdadın artığı dönemlerde, istibdadı yürütenler arasında güvensizlik oluşur. İstibdadı yönetenlerin etrafı ile ilişkileri bozulur. Kurumlar yerine, belli kişiler(ajanlar) yürütme erkinde kullanılır. Baskı süreci, kurumlar arsındaki ahengi bozar. Kurumlar çift başlı gibi çalışmaya başlar. Baskının arttığı dönemlerde devlet toprak kaybeder. Baskı dönemlerinde başka bir muhalefet türü oluşur. Bu süreçte bastırıp sindirdiğini sandığı muhalefet, içten içe daha sertleşir. Halkın sorunları ile ilgilenilmez. Tüm mekanizmalar baskıya odaklanır. İşsizlik, gelecek güvencesi ve mutsuzluk artar. Zaten onun içinde muhalefet dipten gelişir. Şimdi de yapılan bu, ortadaki oyuncak bu değil mi? Ama bu oyuncağın sonsuza değin kullanılması olanaksızdır. Çünkü oyuncak bozulduğunda çocuk ağlar. Bir zamanlar; asalet sıradandı, herkeste vardı. Zor okunan kitapları bile kolayca okurdu gençler. Kızların etekleri kısaydı, erkeklerin saçı uzun, ne fark eder? Kadının ruhuna bakılırdı, erkeğin ise kafasının içine! Ölüme kafa tutardı gençler, kimseyi lafa tutmazdı. Destansı öyküsü vardı her birinin, gözaltına alındılar ama el üstünde gittiler mahşere! Herkes bir düşüncenin peşine takıldı. Oy karşılığı buzdolabının, bir torba kömürün peşine takılmadılar ya! İşçilerin adam yerine kondukları yıllar, öğretmenlerin hayata katıldıkları mevsimler, insanlar aşk yumağı gibiydi. Bedenler yere serilse de, ruhlar ayaktaydı. Varsın; gaz ve yağ kuyrukları olsun. Onursuzluk kuyrukları yoktu ya... Mahalleler masumiyet beldesiydi. Camilerde siyasetin zerresi yoktu. Hutbeler Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk adına okunurdu. Şarkıcılar parmakla gösterilirdi, her mahallede bir tiyatro vardı adeta. Futbolcular bile adam gibiydi. Radyonun başında dönerdi Dünya. Bir televizyonumuz vardı; kara maraydı ya, varsın sansürlü olsun derdik. Şimdiki televizyonlar gibi, zehir kutusu değildi ya! Bir kargaşa vardı yalan değil, bir kapışma: Labirentin bir ucu Bağımsız Türkiye idi, öbür ucu “Milliyetçi Türkiye.” Karartma gecelerinde bile hepimizin rüyası aydınlıktı. 1970’li yılların gençliği tuzağa düşmeyi bildiler, ama salt kendilerini yaktılar. Bütün kötülüklerin anası; 1980’di ve ardından gelen yıllar oldu… Onurluca yapılan sözleşme, yüreklerde bozulduktan sonradır ki, toplum da büyük bir hızla bozuldu. O yüzden, insanlar o yıllardan kalan bir şarkıyı bile duysa, kendilerini kaybediyorlar. Çünkü şimdi herkes biliyor: yitirilenlerin bir daha asla kazanılamayacak denli değerli olduğunu!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Halil Şahin Arşivi