MiT-EFSANE-SOYLENCE-DESTAN-MASAL-HiKAYE ve iNSAN

MiT-EFSANE-SOYLENCE-DESTAN-MASAL-HiKAYE ve iNSAN

MİT, EFSANE, SÖYLENCE, DESTAN, MASAL, HİKÂYE ve İNSAN

MİT, EFSANE, SÖYLENCE, DESTAN, MASAL, HİKÂYE ve İNSAN Geleneksel olarak yayılan ya da toplumun hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren, tanrı, tanrıça, evrenin doğuşu ile ilgili imgesel, alegorik bir anlatımı olan halk öyküsü, mitos. Halk arasında, gerçeği yansıtmayan olaylar hakkında kullanılır; efsane, hurafe vb. Felsefede, Geleneksel olarak yunan mitolojisinden bahsederken kullanılır. Bir olayı gerçekten olmuş gibi olağanüstüleştirerek yıllarca nesilden nesile anlatmaktır. Efsanede anlatılan olaylar bazen hayali olabilir. Ama efsaneler çoğunlukla gerçek olaylara ve gerçekten yaşamış kişilere dayanır. Ancak bir abartı söz konusudur. Bu öykülerin çoğu kahramanca işler yapmış kişilerle ilgilidir. Örneğin Kral Arthur ve şövalyeleriyle ilgili birçok öykünün kaynağı efsanelerdir. Gerçek bir kişinin yaşamına dayanan Köroğlu adlı halk öyküsü de çeşitli efsanelerle karışmıştır. DESTAN NEDİR: Destan, insanların asırlar önce yaşadıkları mühim olayları (savaş,istila, göç vb) nesilden nesile aktararak günümüzden yüzyıllar önce meydana gelmiş vakayı bugün bizlere kadar ulaştırmış olan yapıt türleridir. Türk tarihinden örnek verecek olursak Göktürk Kitabaleri, Ergenekon Destanı destanın en güzel örneklerindendir.

Destan Türleri

Doğal Destan: Toplumu derinden etkilemiş bir olayın şairlerce saz eşliğin­de söylenen biçimine doğal destan denir. Finlilerin Kalevala destanı halkın ağzından ve saz şairlerinden derlenmiş doğal bir destandır. Hintlilerin Mahpaharata, İspanyol­ların Cid, Fransızların Roland Türküsü ilk akla gelen doğal destanlardır. Kısaca söyler­sek doğal destanlar ilkin sözlü olarak oluşup kuşaktan kuşağa aktarılmışlardır Yapma Destan: Yapma destanlar, ilkel bir hayatın ortak, sözel ve kendiliğin­den oluşan ürünüdür. Bireyseldirler. Sanatçının düş gücü belirgindir. Tarihsel bir ola­yın bir şair tarafından destan kurallarına göre yazılmış şeklidir. Dünya edebiyatında bilinen başlıca yapma destanlar şunlardır: İlahi Komedya (Dante), Kurtarılmış Kudüs (Tasso), Yitirilmiş Cennet (Milton), Şehname (Firdevsi). Çağdaş Destan: Çağdaş edebiyatımızda Kurtuluş Savaşı, tarihsel olay ve ki­şiler üzerine yazılmış uzun şiirlere de destan denilmektedir. Bu ürünler biçim yönün­den klâsik destanlardan ayrılır. Doğaüstü olaylara rastlanmaz. Destanda yer alan kişiler gerçek üstü özellikler taşımazlar.[1]

Genellikle halkın yarattığı, ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla olağanüstü durum ve olayları yine olağanüstü kahramanlara bağlayarak anlatan halk hikâyelerine masal denir. Masallarda genellikle iyilik-kötülük, doğruluk-haksızlık, adalet-zulüm, alçakgönüllülük-kibir… gibi zıt durumların temsilcisi olan kişilerin mücadelelerinden veya insanların ulaşılması güç hayallerinden söz edilir.

Masallarda genellikle bir eğitim amacı saklıdır

Masallar, meydana geldikleri zaman bir kişinin malıyken, yaygınlaştıkça, yöreden yöreye, ülkeden ülkeye geçtikçe halkın malı olur. Masal, anonim bir türdür. Masallarda genellikle bir eğitim amacı saklıdır; masallar bu yönüyle didaktik (öğretici) bir nitelik taşır.

  • Masalların bir kısmı hayvanlarla ilgilidir.
  • Masallarda yer ve zaman kavramları belirsizdir.
  • Masalların çoğu ” bir varmış, bir yokmuş” ya da ” evvel zaman içinde, kalbur saman içinde” gibi ifadelerle başlar. Bunlara tekerleme ya da döşeme denir. Tekerlemeden sonra olay ve dilek bölümleri gelir. Türk masallarında dilek bölümü “Onlar ermiş muradına .. ” ya da ” gökten üç elma düştü.” biçiminde başlar.
  • Masallarda milli ve dini motiflere hemen hiç yer verilmez.
  • Anlatım kısa ve yoğundur.
  • Masal kişileri her tabakadan seçilebilir. Masallarda cinler, periler, devler de rol alır.
  • Anlatımda genellikle geniş zaman veya öğrenilen geçmiş zaman kipi (-mişli geçmiş) kullanılır.
  • Masal türünün Hindistan’da doğduğu sanılmaktadır.
  • Günümüzde belli bir kişinin ortaya koyduğu yapma masallar da yazılmaktadır. Türk masalları üzerinde, bizde PERTEV NAİLİ BORATAV, EFLATUN CEM GÜNEY gibi yazarlar çalışmışlardır.[2]

HİKÂYE NEDİR?

Bir olayı yahut bir olay içindeki şahısların ruh hallerini anlatan edebi yazılara denir. Edebiyatta bir türdür. Romandan daha kısadır. Eskiden, şimdi hikâye dediğimiz yazılar «kıssa» diye adlandırılırdı. 19. yüzyılın ikinci yarısında ise, Batılıların roman dediği tür için bu isim kullanıldı. Sonradan roman kelimesi dilimize girince hikâye de asıl anlamıyla kullanılmaya başlandı. Edebiyatta hikâyenin başlangıcı çok eskidir. Kaynaklar bakımından hikâye, eski Hint'e kadar gider. Arapların «Bin bir Gece Masalları» da hikâyedir. Batıda ilk hikâyeleri Boccacio «Dekameron» adlı eseriyle vermiştir. Bu tür, İspanyol yazarı Cervantes, İngiliz yazarı Chaucer'in hikâyeleriyle gelişmiş en kudretli şeklini de 19. ve 20. yüzyıllarda bulmuştur. Bizde modern hikâyecilik 19. yüzyılın sonlarında başlar. Bu dönemin başlıca isimleri Abubekir Hazım Tepeyran, Sami Paşazade Sezai, Halid Ziya Uşaklıgil ve Hüseyin Cahit Yalçın'dır. Onlardan sonra Ömer Seyfettin ve Reşat Nuri bu alanda değerli eserler vererek hikâye türünü geliştirdiler. Öykü ya da hikâye, gerçek ya da gerçeğe yakın bir olayı aktaran kısa, düz yazı şeklindeki anlatıdır.[3]

DESTAN ve MİT ARASINDAKİ FARKLAR

  • Destanlar gerçek dünyaya ait konuları ele alırlar. İçlerinde bazı olağanüstülükler barındırsalar bile temelde tarih sahnesinde yer almış olaylar ve kahramanlar destanların konularıdır. Ancak aynı şeyi mitler için söylememiz mümkün değildir. Mitler bu dünyanın üstünde bir dünyada, sadece öyle olduğuna inanılan olayları ve kahramanları konu alırlar.
  • Destanların temelinde yatan ana duygu kahramanlıktır. Buna karşılık mitlerin temeli dünyanın, insanın ve varlıkların oluşumudur.
  • Destanlarda anlatılan olayların geçtiği coğrafya günümüz coğrafyasıdır. Yaşanılan yerlerin yaklaşık nereleri olduğunu biliriz. Ancak mitlerde durum daha farklıdır. Mitlerin geçtiği coğrafya masalsı bir coğrafyadır.
  • Üslup yönünden destanlar, mitlere göre daha uzun soluklu eserlerdir.

DESTANLA MİT ARASINDAKİ BENZERLİKLER

  • Destan ve mitolojilerin oluşum süreçleri birbirine benzemektedir. Her iki türde de anlatılanlar, anlatım zamanında çok önce meydana gelmiştir.
  • Mitler genellikle dünyanın, insanın veya başka bir şeyin oluşumunu konu alırlar. Destanlarda da kısmen bu tür konuların ele alındığını görmekteyiz.
  • Doğaüstü ve fizik ötesi güçler yanı sıra, doğa güçleriyle savaşa girmiş, onları yenmiş ya da yenememiş ilk yiğitlerin kimlik ve kişiliklerini belirtmesiyle de mitoslar, eposlara, yani destanlara malzeme olur, destanları oluştururlar (Necatigil, 2002: 13).
  • En kısa tanımıyla mitoslar; doğa güçlerinin kişileştirilmesi, canlı varlıklar ya da ölümsüz tanrılar halinde tasarlanması, eposlar ise tarihten önceki insan topluluklarının ilkel tarihleri olduğuna göre; mitoslarla eposlar arasında yer yer aynı malzemeyi kullanmak, aralarında bağlantılar olan konuları değişik oranlarda ve farklı açılardan işlemek bakımından bir kesişme görülür (a.g.e., s.13).
  • Destan kahramanları, mitoslardaki tanrılar ve tanrısal güçlerle yaşamdaki insanlar arasında köprüler kuran kişilerdir (a.g.e., s.13).

DESTANLA EFSANE ARASINDAKİ FARKLAR

  • Destanlardaki olayları tarih sayfalarında bulmamız mümkündür. Ama bunu efsane için her zaman söyleyemeyiz.
  • Destanlar milletlerin yaşamış olduğu önemli olayları konu alır. Bu bakımdan bu önemli olayları bir tarihi gerçeklik olarak görebiliyoruz. Ancak bunu bütün efsaneler için söylememiz mümkün değildir(Güleç, 2002).
  • Efsane ile destanın geçtiği zaman farklıdır. Bir olayın destan olabilmesi için eski devirlerde ortaya çıkması, aradan bir zaman geçtikten sonra meydana gelmesi gerekir. Destanın olayı ile destanın teşekkülü arasında uzun zaman geçmesi gerekir. Efsanenin oluşması için uzun bir zaman geçmesi gerekmez.
  • Efsanelerin bazılarında kutsallık olmasına karşın, bu husus destanlarda görülmez. Destanlar daha çok milli olmaları bakımından bir orijinallik taşırlar. Efsanelerin çoğunda kahramanlar manen yücelirler, diğer türlerde bu yücelme görülmez, destanlarda bir tanrı inancı yaşanır, fakat bu yaşama hali bir yücelme değildir (Öztürk, 1985: 144).
  • Efsanelerin benzerlerini başka milletlerde de bulabiliriz. Fakat destanlar milli oldukları için benzerleri olamaz, sadece bir millete aittirler(Güleç, 2002).
  • Mehmet Kaplan’ın tip tahlillerinden hareketle efsanelerdeki sessiz, sakin insan tipine karşın destanlarda savaşçı, kahraman tipi olduğunu söyleyebiliriz. (Kaplan, 1991).

DESTANLA EFSANE ARASINDAKİ BENZERLİKLER

  • Destan ve efsaneyi olayların anlatıldığı coğrafya yönüyle karşılaştıracak olursak, her iki türde de olayların günümüz coğrafyasında, gerçek dünyada geçtiğini görürüz. Bilinmeyen ülkeler ve diyarlar yoktur, destan ve efsanelerde(Ergun, 1997: 48).
  • Aynı şekilde, her iki türde de anlatılanlar gerçek olarak kabul edilir. Her ne kadar olağanüstü olaylar görülse de anlatılanlar, genel olarak gerçekleşmiş kabul edilir.
  • Anlatılan olağanüstü olaylar özellikle destanlarda, yaşanmış olaylardan çok sonra destanın teşekkül evresinde sonradan eklenmiş olaylardır.
  • Ayrıca bazı destanlar, zaman içinde uzun soluklu anlatma özelliğini kaybederek küçülür ve efsaneye dönüşebilir. Bazı efsaneler ise destanların bünyesine dâhil olarak günümüze kadar gelmişlerdir (a.g.e., s.48).
  • Destanlar uzun ve geniş içerikli eserlerdir. Efsaneler ise destanlara göre daha kısa ve insanların inanmak istedikleri bir olayı konu edinirler.

DESTANLA HALK HİKÂYESİ (MASAL) ARASINDAKİ FARKLAR

  • Pertev Naili Boratav’ın “ belki eskiden destanların gördükleri vazifeleri üzerine almış yeni ve orijinal bir nev’in mahsulleri” (2002: 39) diye nitelediği halk hikâyeleri mutlaka tarihi bir olaya dayanmaması, nazım-nesir karışık oluşu ve zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması, şahısların ve olayların anlatımında takınılan gerçekçi tavır, kahramanlıktan çok aşk maceralarına yer vermesi gibi hususlarda destanlardan ayrılmaktadır.
  • Destanlarda bir topluluğun ve o topluluk başındaki hükümdarın meydana gelişi, toplum içindeki çeşitli birliklerin kendi aralarında çarpışarak tek bir yönetim altında birleşmeleri, daha sonra dış ülkeleri ele geçirmeleri, doğa ve doğaüstü kuvvetlerle savaşmaları gibi konular anlatılır. Yerleşik hayat başladıktan sonra ortaya çıkan halk hikâyelerinde ise, şehir, aile ve toplum içi çatışmalar konu alınır(Kudret, 1995: 283).
  • Destanlarda akıncı bir ruh, hikâyeler de ise toplumun karakteri yaşar, destanlar dış çarpışmaların, hikâyeler ise iç mücadelenin mahsulleridir, onun içindir ki, kupkuru bir hal tercümesi olmaktan ziyade, kahramanların maddî ve manevî yapılarına, toplumun hayat anlayışına dayanırlar. Bu nedenle, hikâyeler hayatın gerçek yüzünü acı ve tatlı taraflarını, yine de ferdin tasavvur ettiği geleceğe göre anlatırlar, insan hayatını şekillendiren bu ger çek içinde, bazen olağanüstüye dayanan hayaller de yer alır; Bu olağanüstü hal hikâyenin devamını sağlayan ruha canlılık verir, onu güçlü kılar(Öztürk, 1985: 42).
  • Destanlardaki soylu kişilere karşılık, halk hikâyelerinde tüccarlar, zanaatkârlar, halktan kişiler, din adamları vb. olayların başkişisi olur. Destanlara kıyasla hikâyelerde olağanüstü özellikler epeyce azdır. Destanlarda bütün toplumun temsilcisi olan kahraman, düşmanlar ve olağanüstü güçlerle savaşırken, halk hikâyelerinde anlatılan ilişkiler toplum içi olup, fertler ve tabakalar arasında cereyan eder.

DESTANLA HALK HİKÂYESİ (MASAL) ARASINDAKİ BENZERLİKLER

  • Halk hikâyeleri de destanlar gibi âşıklar (ozanlar) tarafından saz eşliğinde anlatılır. Destanlar da halk hikâyeleri de bu şekilde dilden dile, nesilden nesile günümüze ulaşmışlardır. Ozanların saz eşliğinde anlattıkları bu her iki sözlü edebiyat verimi de halk arasında söylenirken aynı zamanda gelişmiş ve başlangıçta bir fidanken heybetli birer çınar olmuşlardır (Güleç, 2002).
  • Destanlar gibi, halk hikâyelerinin oluşumu da çoğu zaman geçmiş bir olaya, yaşamış bir kişinin hayatına bağlıdır. Destanlarda olduğu gibi halk hikâyeleri de ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa geçerek aktarılmışlardır. Her iki tür de bu bakımdan sözlü edebiyat ürünleridir.
  • Halk hikâyeleri destanlar gibi büsbütün manzum olmasalar bile büyük ölçüde manzum kısımları da vardır. Bu manzumeler olayın gelişimine yardımcı olmaktadır (Boratav, 2002).
  • Destanlarda birçok olağanüstü olaylara yer verildiğinden bahsetmiştik. Halk hikâyelerinde de doğaüstü kuvvetlere ve olağanüstü olaylara geniş ölçüde yer verilir. Halk hikâyesi, milli olması, tarihle yakın münasebeti bulunması gibi vasıflarla destanlara yaklaşmaktadır (Güleç, 2002).

TÜRK ADININ ANLAMI ve KÖKENİ

[caption id="attachment_62664" align="aligncenter" width="254"] Göktürkçe alfabesiyle TÜRK kelimesinin yazılışı[/caption] Türkler, dünyanın en eski, asil, büyük devletler kurup, pek çok ünlü şahsiyetler yetiştiren medenî milletlerinden biridir. Türk adının hangi an­lama geldiği hususunda birçok araştırma yapılmıştır. İlk kez Orhun Kitabelerinde, “Türük” biçiminde yer alır. MS 1. yy‘da Pomponius Mela ve 2. yy’da Yaşlı Plinius Azak Denizi kıyısında yaşayan Turcae/Tyrcae isimli kavimden söz ederler. Bunun Çin kaynaklarına göre MS 540 dolayında Kök-Türk devletini kuran Türklerle aynı kavim olması ihtimal dâhilindedir. Türk adı Uygur metinlerinde “güç, kuvvet”, Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügati’t-Türk adlı eserinde “olgunluk çağı”, “vakit” Çin kaynaklarında “miğfer” anlamında kulla­nılmıştır. Ziya Gökalp ise Türk isminin “töreli, kanun, nizam sahibi” anlamına geldiğini ifade etmiştir. Güncel Türkçe Sözlük’e göre Türk anlamı: öz. is. 1. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimse: "Ne mutlu Türk'üm diyene!" -Atatürk. 2. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçenin değişik lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse: "Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur." -M. E. Yurdakul. Kişi Adları Sözlüğüne göre Türk anlamı: Köken: T. Cinsiyet: Erkek 1. Güç, kuvvet. 2. Güzel, civan. 3. Türk soyundan gelen halk. 4. Adam, insan. Tarama Sözlüğü ’ne göre: Türk anlamı: Güzel, civan. Etimolojik Sözlükte Türk Adının Anlamı: Türk adı yazılı belgelerde ilk olarak 1. yüzyılda. Bugünkü haliyle Anlamı: MS. 550′de bir kavim adı. “Bir soydan gelen, bir (mitik) atadan türeyen” anlamında. Eski Türkçe: tür (kök, soy, ırk) veya “bir araya getirmek, toplamak” anlamında Eski Türkçe: türi- veya “yasa” anlamında törü kökleriyle alakalı olması düşünülebilir.

Türkler, Nuh peygamberin oğullarından Yâfes'in Türk adlı oğlunun neslindendir.

Tarihî şahıs, boy ve millet adlarının oluşumuna göre, Türk kelimesinin aslı "türümek" fiilinden gelmektedir. Bu fiilden türetilmiş, kişi ve insan anlamında "türük" ve nihayet hece düşmesiyle "Türk" kelimesi ortaya çıkmıştır. Nitekim Anadolu'da bir kısım göçebeler de yürümekten "yürük" [Yörük] adını almışlardır. Türk kelimesi, ayrıca, çeşitli kaynaklarda; "töreli, töre sahibi, olgun kimse, güçlü, terk edilmiş, usta demirci ve deniz kıyısında oturan adam" manalarında kullanılmaktadır. Türk adının anlamı genel olarak “kuvvet ve güç” şeklindedir ancak bu ismin anlamı Türklerin etkileşim kurduğu milletlere göre farklılık göstermektedir. Türk milleti veya Türk kavmi olarak adlandırılan, Ural-Altay Dağları ve bugünkü adıyla Türkistan olarak bilinen bölgede ilk bulgularına rastlanan Türklere neden Türk adı verilmiştir? Türk adının anlamı nedir? Çeşitli toplumlar ve devletler neden Türk adını farklı anlamlarla kullanmışlardır?

Türk adının ne anlama gelir

Türk adının ne anlama geldiğini bilmek için öncelikli kaynaklar Türklerin etkileşim kurduğu topluluklarda yer alan kaynaklardır. Bu açıdan daha objektif bir yaklaşım gösterebilir ve elde edilecek bilgileri destekleyecek kaynakların güçlü olması sağlanabilir. Çin kaynakları, Bizans kaynakları, Uygurlar dönemine ait yazılı kaynaklar, Arap kaynakları, Selçuklu dönemine ait kaynaklar ve elbette Türklerin kendi oluşturduğu kaynaklar Türk adının anlamının net olarak anlaşılması konusunda bizlere yardımcı olabilmektedir. Çin Kaynakları Çin toplulukları tarihsel gelişim süreci içerisinde Türk topluluklarıyla defalarca etkileşim kurmuştur. Bu etkileşim ilkokul döneminden lise bitimine kadar öğrencilere sunulan tarih ders kitaplarında yer aldığı gibi sürekli savaşlarla ilgili değildir. Türk toplulukları başlangıçtan itibaren güçlü ve savaşçı bir topluluk olmuştur ancak etkileşim kurdukları birçok farklı toplulukta askeri sınıfta etkin hale gelebilmiş ve çoğu kez bu etkinliğin devlet yönetimine kadar genişlediği görülmüştür. Eski dönemlerde Çin hanedanları, etkileşim kurdukları her farklı millet ile ilgili bilgileri imparator yıllıkları veya hanedan yıllıkları şeklinde kayıt altına tutmuşlardır. Bu kaynaklara göz atıldığı zaman Türklerden, T’u-küe veya Tu-chueh olarak bahsedildiği görülmektedir. Çinliler o dönemde Türklere, yaşadıkları bölgeden dolayı “miğfer veya tolga” anlamına gelen bu isimleri vermişlerdir. Bununla birlikte Çin kaynaklarının önemini bir kez daha dile getirmek gerekiyor. Bu kaynaklar uzun süre etkileşim kurduğumuz Çinliler tarafından yazıldığı için Türk milleti açısından birçok önemli bilginin alınacağı kaynaklar olma özelliğini taşımaktadırlar. Örneğin Çin Seddi’nin Türk akınlarına karşı koymak adına Çinliler tarafından yapıldığı bilinmektedir ancak bu set, Mısırlıların yaptırdığı piramitler gibi doğrudan bugünkü hali gibi yapılmamıştır. Başlangıçta basit bir settir ancak atlı Türklere engel olabilmiş, zaman ilerledikçe bu setler güçlendirilmiştir. Bizans Kaynakları Bizans kaynaklarının bizim için önemi Doğu Avrupa Türk Tarihi’ni anlamak açısından önemlidir. Bizans Devleti, bulunduğu konum itibariyle defalarca Türklerle etkileşim kurmuşlardır. İstanbul’un fethedilmesi gibi önemli bir olay bu etkileşimlerden sadece birisidir ancak Bizans’ın etkileşimi sadece Osmanlı İmparatorluğu ile olmamıştır. Doğu Avrupa’ya yerleşen ve daha ileriye gitmek isteyen her Türk devleti veya boyu ile etkileşim kurmuşlardır. Bizanslılara ait kaynaklarda Türk ismi “kudretli Hun” anlamına gelecek şekilde yer almıştır. Bu etkileşim şeklinin getirdiği bir sonuçtur çünkü Bizanslılar ticaret olmak üzere çeşitli sebeplerden ötürü Türklerle etkileşim kurmuşlardır. Uygur Kaynakları Uygurlar bir Türk topluluğudur ancak ilk defa kültürel kırılmaların belirgin bir biçimde görüldüğü topluluk olma özelliğini taşır. Uygurlar, Maniheizm adı verilen bir inanca doğru yönelmişlerdir. Bununla birlikte yerleşik hayata geçmeyi kabul etmişler ve Türklerin o bilinen göçebe topluluk olma özelliğinden farklı hareket etmişlerdir. Son olarak kendilerine ait bir dillerinin olduğunu mutlaka dile getirmek gerekir. Uygur dilinde Türk ismi en zengin anlamını kazanmıştır çünkü bu isim için bir veya iki değil birden çok anlam yer almaktadır. Bu anlamlardan birkaçı aynı zamanda günümüzdeki Türk adının anlamını belirlemek açısından önemlidir. Uygurlar, Türk ismine “güç, kuvvet, kudret, nizamlı, olgunluk” gibi anlamlar yüklemişlerdir. Türk Kaynakları Sözlü ve az miktarda bile olsa yazılı kaynaklarımız kendi tarihimizi anlamak açısından bizlere ışık tutabilmektedir. Bu ifadelerin biraz daha subjektif olduğunu dile getirmek doğru olacaktır. Türk toplumlarının kendilerine ait sözlü ve yazılı kaynaklarında Türk adı “kuvvetli ve güçlü” anlamına gelmektedir. Göktürk döneminde yazılan abidelerde Türk adına çoğu kez yer verildiğini hatırlatmakta fayda vardır. Bir Türk devleti olan Selçuklu Devleti’nde ise Türk adı çok daha farklı bir anlamda kullanılmıştır. Selçuklular Türk adına kimi zaman “bahadır”, kimi zaman ise “kaba” anlamını yüklemişlerdir. Kaba anlamı Türklerin yerleşik hayata geçmemesiyle ilgilidir. Arap Kaynakları Türkler tarafından İslamiyet’in kabul edilmesinin ardından Arap birçok bilgin ve devlet adamı Türk adını eserlerinde kullanmışlardır. Araplar, Türk adını isimlendirirken ise diğer kaynaklardan farklı bir yol izlemişler ve Türk adına farklı bir anlam vermişlerdir. Araplara göre Türk adı “terk” anlamına gelmektedir. Türk ismine bu anlamın yüklenmesi ise Türklerin, Araplara göre çok uzak bölgelerde veya terk edilmiş bölgelerde yaşamasıyla ilgilidir. Kaşgarlı Mahmud Kaşgarlı Mahmud yıllar önce hazırlamış olduğu Divan-ı Lügat-it Türk isimli eser nedeniyle Türk adının anlaşılması açısından önemli bir kişidir. Kaşgarlı Mahmud’un ele aldığı bu eser aslında bir sözlüktür ve Türkçe kelimelerin yazılı kaynaklara aktarılması açısından önemli bir eserdir. Divan-ı Lügat-it Türk isimli eser bir sözlük olmasına rağmen Türklerin kültürü, dili ve sanatlarıyla ilgili çeşitli bilgileri barındırmaktadır. Bu nedenle bu eseri sadece bir sözlük olarak görmemek gerekmektedir. Kaşgarlı Mahmud eserinde Türk adını birçok anlamla ifade etmektedir. Kaşgarlı Mahmud’a göre Türk adı “olgunluk, kemal” gibi anlamlara sahiptir. Bununla birlikte Kaşgarlı Mahmud eserinde Türk adının “kuvvet, kudret ve güç” gibi anlamlara geldiğini ifade etmektedir ve bu anlam Türk adının, Göktürkler ve Uygurlar tarafından nitelendirilen anlamına benzerdir.[4] Coğrafî ad olarak: Turkhia (Türkiye) tabiri ise altıncı yüzyıldaki Bizans kaynaklarında, Orta Asya için kullanılmıştır. Dokuzuncu ve onuncu asırlarda, Volga'dan Orta Asya'ya kadar olan sahaya denilirdi. Bu da Doğu ve Batı Türkiye olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Doğu Türkiye, Hazarların; Batı Türkiye ise Türk asıllı Macarların ülkesiydi. Mumlukların ilk zamanlarında, Mısır'a da Türkiye deniliyordu. Selçuklular zamanında, onikinci yüzyıldan itibaren Anadolu'ya Türkiye denilmeye başlandı. Türk kelimesini, Türk devletinin resmî adı olarak ilk defa kullanan, yedi ve sekizinci yüzyıllarda hüküm süren (681-745) Göktürk Devleti'ydi.

Bilinen en eski Türk kavmi

Bilinen en eski Türk kavmi, Çinlilerin Hiung-nu dedikleri, M.Ö. 3. asrın başından itibaren tarih sahnesinde görülen Hunlardır. Bu kavmin anayurdu, Tienşan'ın kuzey kesimiyle batıdaki Altay Dağları, Orta Urallar ve Hazar Denizi'nin kuzey hudutları içinde kalan vadideydi. Şenyu denilen hükümdarlarının ordugâhı, Orhun Irmağı kıyısında bulunuyordu. Nüfus çoğalması ve fetih isteği gibi iki büyük sebeple yayılmaya başladılar ve Çin hudutlarına kadar olan bölgeyi ele geçirdiler. Türk adına çeşitli kaynak ve araştırmalarda türlü manalar verilmiştir. Çin kaynakları Tu-küe (Türk)'ü miğfer olarak, İslam kaynakları ise ses benzetmesine dayanarak terkedilmiş, olgunluk çağı ve benzeri manalar vererek yeni anlamlar üretmiştir.

XIX. asırda A. Vambery

XIX. asırda A. Vambery'nin ilmi izaha yakın olan fikrine göre ise Türk kelimesi "TÜREMEK"ten gelmektedir. Zira Gökalp bunu "TÜRELİ" yani kanun ve nizam sahibi olarak açıklamıştır. Ancak Türk sözünün cins isim olarak "GÜÇ-KUVVET" manasında olduğu, buradaki Türk kelimesinin milletin adı olan "Türk" kelimesi ile aynı olduğu A.V. Le Coq tarafından ileri sürülmüştür. Bu iddia Kök-Türk kitabelerinin çözücüsü olan V. Thomsen tarafından kabul edilmiş, aynı iddia G. Nemeth'in tetkikleri ile de ispat edilmiştir. Ayrıca Türk kelimesinin cins isim olarak "ALTAYLI" (Ceyhun ötesi Turanlı) kavimlerini ifade etmek üzere 420 yıllarına ait bir Pers metninde, daha sonradan 515 hadiseleri dolayısıyla "Türk-Hun" (Kudretli-Hun) tabirleri de geçtiği bilinmektedir. İran kaynaklarında Türk sözü "Güzel İnsan" karşılığında kullanılırken, XI. yy'da Kaşgarlı Mahmut "Türk adının Türklere Tanrı tarafından verildiğini belirterek "Gençlik, kuvvet, kudret ve olgunluk çağı" demek olduğunu bir kez daha belirtmiştir. Tarihçiler ise Türk kelimesinin "Güçlü-Kuvvetli" anlamına geldiğini kabul etmektedirler. TÜRK ADININ KULLANILMASI Türk Milleti'nin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. "Türk" sözü tarihin en eski çağlarından beri kullanılıyordu ve belirli bir kavmin ya da kavimler birliğinin adı olarak mevcuttu. Türklerin köklü ve çok zengin bir tarihe ve kültüre sahip olması nedeniyle birçok bilim adamı "Türk" adının nereden geldiği hakkında araştırmalar yapmış, bu araştırmalar neticesinde Türk adı ilk defa MÖ. XIV. yy'da "Tik" veya "Tikler" adıyla geçmeye başlamıştır. Diğer bir görüşe göre ise Türk adı MÖ. XIV. yy'dan önce de var olduğudur. Zira Türk ırkının tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. Bu gerçeği kavmi ve milli mitolojilerde ve tarihi oluşumlarda izah eden eski kayıtlarda görmek mümkün olmaktadır. Türk ırkının çok eski olması nedeniyle Türk adının nerden geldiği hakkında birçok iddia ve görüşler ileriye sürmüşlerdir. Buna göre,

  • Heredotos'un doğu kavimleri arasında zikrettiği TARGİTAB'lar.
  • İskit topraklarında doğdukları söylenen TYRKAE'ler
  • Tevratta adı geçen Togarma'lar.
  • Eski Hint kaynaklarında tesadüf edilen TURUKHA'lar veya THRAK'lar
  • Esiki Ön Asya çivili metinleride görülen TURUKKU'lar.
  • Çin Kaynaklarında MÖ. I.yy'da rol oynadıkları belirtilen TİK veya Dİ'ler

Bizzat "Türk" adını taşıyan Türk kavimleri olarak gösterilmektedir. İslam kaynaklarında yer alan İran menşeli "Zend - Avesta" rivayetleri ile İsrail menşeli "Tevrat" rivayetleri de Nuh Peygamber'in torunu olan Yafes'in oğlu "Türk" ile İran rivayetlerindeki Feridun'un oğlu "Türac" veya "Tur"un soyu Türk adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir. "Avesta"da yer alan "Ebül Beşer"den, Cemil ve oğlu Ferdidun'dan bahsedilmektedir. "Ferdidun ülkesi Salm, Irak ve Turak (Türk) ismindeki üç oğlu arasında pay etmiştir. Salma’a bugünkü İran ve havalisi, Irak'a bugünkü Irak ve havalisi, Turak’a ise Orta Asya ve Çin havalisi düşmüştür. Feridun ölünce Irak, Salm'a saldırarak İran ve havalisini almış, daha sonra Turak'a saldırmıştır. Irak, Turak'ı yenememiş, savaş bunların torunlarına uzanana dek senelerce sürmüştür.

Afrasyap

Sonunda Turak'ın torunu "Afrasyap" Irak’ın torunu "Muncihir"i mağlup ederek Ceyhun nehri sınır kabul edilen bir anlaşma yapmıştır. Bu tarihten sonra Ceyhun nehri doğusunda "TURAN", batısına da "İRAN" denmiştir. Tevrat rivayetlerinde ise Nuh tufanından sonra Nuh peygamber dünyayı üç oğlu arasında pay etmiş. Yafes'e Orta Asya ve Çin ülkeleri düşmüş, Yafes ölürken tahtını sekiz oğullarından biri olan "TÜRK"e bırakmıştır. Görülmektedir ki Hz. Âdem devrine yakın zamanlarda Turak (Türk)'den İran-Turan savaşlarından ve Alp Er Tunga gibi büyük bir Türk Başbuğundan ve Saka İmparatorluğu Kağanı’ndan bahsedilmektedir. Yukarıda mitoloji ve tarihi kayıtlar içerisinde yer alan "Türk" kelimelerinden, Türk adının ne kadar eski olduğu ortaya çıkmaktadır. MÖ XIV. yy'da yer alan "Tik"ler ile dünyada mevcut olan medeniyetlerin en eskisi olan MÖ. VII. Yy. da Orta Asya'da kurulan "Anav" medeniyeti de Türkler tarafından kurulmuştu. O halde Türkler MÖ. XIV. yy'da Tik'ler, MÖ. VII. yy'da Anavlar, MÖ IV yy'da Sakalar ile tarih kayıtlarında yer almaktadır. Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihide "Tu-Kiu" şeklinde görülmektedir. MÖ. I yy'da Roma'lı yazarlardan biri olan Pompeius Meala'nın Azak Denizi kuzeyinde yaşayan halktan "Turcae" olarak bahsetmesi ile ilk defa yazılı olarak karşılaşıyoruz. Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS VI yy'da kurulan Kök-Türk Devleti ile olmuştur. Orhun kitabelerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklide gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devleti'nin ilk defa resmi olarak kullanılan siyasi teşekkülün Kök-Türk imparatorluğu olduğu bilinmektedir. Kök-Türklerin ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken, sonra da Türk milletini ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. MS. 585 yılında Çin İmparatoru'nun KÖK-TÜRK Kağanı İşbara'ya yazdığı mektupta “Büyük Türk Kağanı" diye hitap etmesi, İşbara Kağan'ın ise Çin İmparatoruna verdiği cevabi mektupta "Türk Devleti'nin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti" hitapları Türk adını resmileştirmiştir. Kök-Türk yazıtlarında Türk sözü daha çok "Türk Budun" şeklide geçmektedir. Türk Budun'un ise Türk Milleti olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade, siyasi bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir.

TÜRK SOYU

Tarihte Türk ırkı hakkında çeşitli tasvirler yapılmıştır. Çin, Latin ve Grek kaynaklarında Türkler daha çok Moğol tipinde tasvir edilmişlerdir. Bunun sebebi ise Türklerin tarih boyunca en çok temasının Moğollarla olmasıdır. Moğol kitleleri yıllarca Türklerin idaresinde yaşamış, göçlere, savaşlara Türklerle beraber katılmışlardır. Bunun sonucunda bu kaynaklar Türk ile Moğol tipini birbirine karıştırmıştır. Son yarım asır içinde yapılan ilmi çalışmalar ve araştırmalar sonucu Türklerin beyaz ırka mensup bulundukları, yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan "Europid" adı verilen grubun "Turanid" tipine mensup bulundukları anlaşılmıştır. Kafa yapıları Brakisfal (yuvarlak kafalı)dır. Türklerin kendilerini başta "Mongolid" Moğollar olmak üzere diğer topluluklardan ayıran antropolik çizgilere sahip oldukları tespit edilmiştir. Türklerin hakim vasfı beyaz renk, düz burun, değirmi çene, hafif dalgalı saç, orta gürlükte sakal ve bıyıktır.

Turan tipine örnek olan Orta Asya, Maveraünehir ve diğer Yakın Doğu Türkleri beyaz tenli, koyu parlak gözlü, değirmi yüzlü, endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadınları ile Ortaçağ kaynaklarında güzelliğin timsali olarak gösterilmiş hatta İran edebiyatında Türk sözü "Güzel İnsan" manasında kullanılmıştır. Tevrat'ta nakledilen bir rivayette ise Türk soyunun Ham ve Sam'dan değil, Yafes'den türemiş olarak beyaz ırktan geldiği gösterilmiştir.

TÜRK YURDU

Yeryüzünde 350 milyonu aşan sayıları ile çok geniş bir bölgeye yayılan Türklerin ilk anayurdunun tespiti birçok bilim adamını asırlarca meşgul eden geniş bir konu olmuştur. Bilim adamları ve araştırmacılar yaptıkları çalışmalar sonucu Türklerin ilk anayurdu ile ilgili birçok iddialar ortaya atmışlardır. Tarihçiler, Çin kaynaklarına dayanarak Altay Dağlarını, Etnologlar, İç Asya'nın kuzey bölgelerini, Dil araştırmacılar, Altayların veya Kingan Dağları'nın doğu ve batısını, Kültür Tarihçileri, Altay-Kırgız Bozkırları arasını, Sanat tarihçileri, Kuzeybatı Asya sahasını, Antropologlar ise Kırgız Bozkırı-Tanrı Dağları arasını ilk Türk Anayurdu olarak iddia etmişlerdir. Bütün bu araştırmalara göre ilk Türk yurdunun kesin sınırlarını çizmek mümkün olmamaktadır. Zira Türklerin ilk zamanlardan itibaren çok geniş bir sahaya yayılmaları bu tespitte güçlük çıkartmaktadır. Bununla beraber son yıllarda yapılan dil araştırmaları ve yukarıda belirttiğimiz çalışmalar göz önüne alındığında, ilk Türk yurdunun "Altay Dağları'ndan, Urallara kadar uzanan, Hazar Denizi Kuzeydoğu Bozkırlarından, Tanrı Dağları'nı kapsayan çok geniş bir bölge olduğudur." Tarihi akış içerisinde meydana gelen göçler sonucu Anayurtlarından çok uzak mesafelere ve geniş bir coğrafi alana yayılan Türkler, bugün Balkanlar'dan doğuya Çin Seddi'ne, Kuzeyde Sibirya Bozkırlarından Güneyde Horasan, Afganistan, Tibet'e kadar olan bölgeleri yurt tutmuşlardır.[5]

(DEVAM EDECEK)

[1] http://www.hakkindabilgi.biz/destan-nedir/ [2] http://e-okulbilgi.com/masal-nedir-masalin-ozellikleri-nelerdir-722.html [3] http://www.nedir.com/hikaye#ixzz4f0sn6Dmq [4] http://www.gokturkler.tk/turk-tarihi/turk-adinin-anlami-ve-kokeni-t-125.html [5] Kaynak: Türk Adının Anlamı ve Kökeni https://www.msxlabs.org/forum/turkiye-cumhuriyeti/24296-turk-adinin-anlami-ve-kokeni.html#ixzz4f1LZcSHI - Kaan Karadeniz

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
MiT-EFSANE-SOYLENCE-DESTAN-MASAL-HiKAYE ve iNSAN Arşivi