Kaygan Zemin

Kaygan Zemin

MEÇHUL PAŞA (Tiyatro Oyunu)


Malum (diye başlayalım. Konunun özünde “malum” da, “meçhul” de, “MARKO” da var nasılsa.) TİYATRO deyince duramayıp, izlediklerimizi tanıtmaya, tiyatroyu sevdirmeye gayet ediyoruz. 

Bu yazı da onlardan biri.

?

Yazımız uzun. 

Uzun yazılardan sıkılanlara tavsiyemiz “fotoğraflarla yetinsinler.”

?

MARKO PAŞA adlı mizah gazete/dergi’sini ve macerasını az çok hepimiz biliyoruz. Bu oyun İşte o MARKO PAŞA’NIN öyküsü.

Birkaç değişik kaynaktan aktarmaya çalıştık. Özellikle değişik yorumları da ekleyerek.

?

MEÇHUL PAŞA (Söyleşi):

[İsmail Bayrak’ın, Erdem Akakçe, Bülent Çolak ve Fatih Koyunoğlu ile yaptığı, Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan söyleşiyi paylaşıyoruz.]

Erdem Akakçe, Bülent Çolak ve Fatih Koyunoğlu “Meçhul Paşa” oyunuyla seyirci karşısına çıkıyor. Tiyatroadam’ın sahneye koyduğu, efsanevi mizah gazetesi Marko Paşa dönemini anlatan oyun, (...) Tiyatroyu oyuncu sporu olarak adlandıran üç ünlü isim, Ahmet Sami Özbudak’ın yazdığı “Meçhul Paşa”yı anlattı.

◊ “Meçhul Paşa”, mizah gazetesi Marko Paşa’dan yola çıkılarak hazırlandı. Nasıl bir oyun ortaya çıktı?

– Fatih Koyunoğlu: 1946’da Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz Türkiye’nin ilk siyasi mizah gazetesi Marko Paşa’yı çıkarmışlar. Binbir yokluk içerisinde hem de… Daha sonra Marko Paşa kapatılmış, onlar inatla hemen Merhum Paşa’yı açmışlar. O da kapanınca bu sefer Malum Paşa adlı bir gazete çıkarmışlar. Bu Sabahattin Ali’nin öldürülmesine kadar giden bir süreç. Biz bu hikayeyi üç meddahın gösterisi olarak tanımlayabiliriz. Yaklaşık 40 farklı sahneyi üç aktörün farklı rollere bürünerek oynadığı bir meddah gösterisi.

◊ Sizin oyundaki ana karakteriniz nedir?

– Fatih Koyunoğlu: Ben Sabahattin Ali’yi oynuyorum. Aynı zamanda bu gazetenin çalışanlarından Seyfi’yi canlandırıyorum. Oynadığımız farklı karakterler var ama üçümüz aynı zamanda ilham perisi dediğimiz oyunun anlatıcıları oluyoruz. O anlatıcılar her sahnede değişiyor. Hatta bazen sahnenin içinde bile anlatıcı değişiyor.

◊ Erdem Bey, sizi endişelendiren durumlar oldu mu?

– Erdem Akakçe: Fatih böyle bir projemiz var diye ilk bana söylediğinde “Nasıl olur, izleyici sever mi, ilgilenirler mi” gibi birçok soruya yanıt aradım. Hikayenin derinlerine inince heyecanım bir kat daha arttı. İlk oyunun sonunda, yapmak istediğimizin gerçekleşmiş olduğunu düşündüren çok doğru cümleler kuruldu. Bunlardan biri de Rıfat Ilgaz’ın oğlu sayın Aydın Ilgaz’ın “Marko Paşa’yla ilgili bir sürü müsveddeyi siz temize çekip önümüze koydunuz. Çok teşekkür ederim” demesiydi.

◊ Sizin oyundaki ana karakteriniz nedir?

– Erdem Akakçe: Ben Aziz Nesin’i oynuyorum. Ama Ermeni Madam da oluyorum, Kraliçe Elizabeth’in prenses hali de… Tuhaf tuhaf sorumluluklarım var. Ama her dakikasını beğeniyorum.

◊ Bülent Bey, oyunu bir de sizin gözünüzden dinleyelim mi?

– Bülent Çolak: Rıfat Ilgaz’ı canlandırıyorum. Rıfat Ilgaz’ın benim hayatımda ayrı bir yeri vardır. Ben tiyatroya Rıfat Ilgaz Kartal Sanat Tiyatrosu’nda başladım. Hayatta ezbere bildiğim tek şiir Rıfat Ilgaz’ın “Yaşıyoruz” şiiri. Fatih bana oyunun senaryosunu gönderdiğinde acayip heyecanlandım. Çünkü zor bir oyundu, tarihsel bir sorumluluğu vardı. Ben hâlâ Marko Paşa ve Rıfat Ilgaz’la ilgili tarihsel bütün verileri okumaya çalışıyorum.

◊ Peki bu tarihsel rollere hazırlık süreci nasıl geçti? Sabahatin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz canlandırmak kolay olmasa gerek…

– Bülent Çolak: Rıfat Ilgaz’ın “Sarı Yazma” kitabını okudum, o kitaptan ilham alarak hazırlandım. Ama hiçbir zaman “Rıfat Ilgaz budur” diyemem. Sadece onun duygularını en samimi şekilde seyirciye aktarmaya çalışıyorum.

– Erdem Akakçe: Elimizde olan verilerden kişiliklerinin öne çıkan taraflarını ortaya koyduk.

– Fatih Koyunoğlu: Erdem hepimiz adına da olayı özetledi. Ben oyundan önce de Sabahattin Ali hayranıydım. Bütün öykü kitaplarına, romanlarına, hayat öyküsüne hakim olmaya çalıştık.

SİNEMADA İNSANA İHTİYAÇ YOK

◊ Öncelikli tercihiniz sinema mı, tiyatro mu?

– Fatih Koyunoğlu: İkisinin de matematiği çok farklı. Tiyatro, değişkenlerini oyuncunun daha belirgin bildiği bir şey. Tiyatronun saati bellidir ve sahnede hakimiyet sizden başka kimsenin tekelinde değildir. Oyunu bir nevi seyirciyle birlikte inşa edersiniz. Yani tiyatro oyuncu sporudur diyebiliriz.

– Erdem Akakçe: Sinema için insana ihtiyaç yok bence. En sevdiğim filmin başrolünde ayı vardı mesela, o da aktörlük yapıyordu. Çünkü kurgu ve montaj denilen bir şey var. Bu sayede ayıyı bile oynatıyorsunuz.

– Bülent Çolak: Yarın öbür gün başka gezegene gitsek üçümüz yine tiyatro yaparız ama sinema yapamayabiliriz. Çünkü sinemada teknik açıdan birçok malzemeye ihtiyaç var. Ama tiyatro öyle değil.

◊ Tiyatroya gitmeyen bir kitle de var ülkemizde. Onlara ne tavsiye edersiniz?

– Bülent Çolak: Canlı kanlı bir şeyler izlesinler. Hayatta her şeye yabancılaşıyoruz. Tiyatro iyi gelir insana. Kalbe de iyi gelir.

– Erdem Akakçe: Tiyatro sıcak gelecektir. Tiyatro hem eğlendiren hem de öğreten bir ortam. Bir yerden sonra bağımlılık yapıyor.

?

Başka bir yorum:

MEÇHUL PAŞA 

Tiyatroadam, sezonun ikinci oyunu olarak efsanevi mizah gazetesi Marko Paşa’nın masalsı serüvenini aktaran hem şenlikli hem hüzünlü hınzır ortaoyunu “Meçhul Paşa-Bir Hınzır Neşriyat”ı sahneliyor. Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Mustafa Mim Uykusuz yıllar sonra yeniden birlikteler.

Yazan: Ahmet Sami Özbudak, Yöneten: Emrah Eren, Sahne ve Kostüm Tasarımı: Barış Dinçel, Işık Tasarımı:Yakup Çartık, Müzik: Deniz Bayrak, Yönetmen Yardımcısı: Güney Zeki Göker

Oyuncular: Erdem Akakçe, Bülent Çolak, Fatih Koyunoğlu, Gitarlar ve Akordeon: Deniz Bayrak, Bağlama: Bahadır Kartal, Klarnet: Saygın Akbudak, Flüt: Cafer İşleyen, Bas Gitar: Efe Demiryoğuran, Piyano: Hüseyin Çebişçi, Ud: Adem Elkaya, Kanun: Mehmet Boyacı, Afiş Fotoğrafı:Mehmet Turgut, Afiş ve Broşür Tasarımı: Ethem Onur Bilgiç, Oyun Fotoğrafları: Emre Mollaoğlu, Reji Asistanları: İpek İlbeyli, Yasemin İşcan.

Tiyatroadam her zamanki bilinçli ve sorumlu sanat yaklaşımıyla, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Mustafa Mim Uykusuz’un birlikte çıkardıkları Türkiye’nin ilk siyasi mizah gazetesi Marko Paşa’nın 1946’da başlayıp meçhule doğru giden serüvenini sahneliyor. “Meçhul Paşa – Bir Hınzır Neşriyat” adlı oyunu  Ahmet Sami Özbudak yazmış. 

Dönemi bilenlere gerek Marko Paşa’nın öyküsünü gerekse dönemin atmosferini bir kez daha hatırlatmak, bilmeyenlere bilgi aktarmak için ufak bir derleme yaptım. Çünkü oyunda bazı olayların sözü ediliyor, ama anlayamadığım bir nedenle açıklama getirilmediği için bilmeyenlerin kafasında soru işaretleri kalıyor.

‘‘Muharrirlerin nezaret altına alınmadığı ve hapse girmediği zamanlarda çıkar.’’

Ankara 1945 - 1947

İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye savaşa girmediği halde gerek mihver devletlerin gerek müttefik devletlerin casusları kritik bir coğrafyada yer alan Ankara’da cirit atıyor. Alman büyükelçisi Von Papen’e suikast girişimi, Almanya ve MİT adına çalışan casus Çiçero, adları gün ışığına çıkmamış daha onlarcası dönemin gündeminde. 

Bu faaliyetler çerçevesinde 16 Ekim 1945’te Ankara’nın saygın doktorlarından Neşet Naci Arzan öldürülüyor. Ben altı yaşındayım, babamın arkadaşı Neşet Naci beyin muayenehanesi de birinci sınıfında olduğum Atatürk İlkokulunun tam karşısında. Tabii bu cinayet çok uzun süre bizim evde ilgi odağı oldu. Katil diye kabul ettirilen Reşit Mercan’ın, daha sonra gerçek katil olduğu anlaşılan ve zamanın Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu olduğu için siyaseten hassas konumdaki Haşmet Orbay’ın duruşmaları dikkatle izlendi. Sonradan duruşmalar Bolu’ya aktarılarak Ankara’nın gündeminden düşürülmeye çalışıldı. Gelin görün ki ‘‘Bu memlekete komünizm gerekirse onu da biz getiririz’’ sözleriyle ünlü Ankara Valisi Nevzat Tandoğan da bu davada kilit kişi olarak ortaya çıkıp, mahkemede ifade verdikten sonra 9 Temmuz 1946’da intihar olduğu iddia edilen bir biçimde öl(dürül)ünce konu tekrar alevlendi. Sonra Bolu yargıcı "Sebebi katiyetle anlaşılamayan bir sebepten dolayı..." gibi çok açıklayıcı bir gerekçeyle Mercan ve Orbay için mahkûmiyet kararı verdi.

Recep Peker

Neşet Naci davasının karara bağlandığı tarihte de, Marko Paşa’nın yayın hayatı süresince de başbakanlık koltuğunu Recep Peker işgal ediyordu. Peker’in yaşam öyküsünü uzun uzadıya anlatacak değilim. Sadece Türk siyaset hayatındaki hayli uzun varlığının on bir yıllık kısa bir bölümünden, zihniyeti hakkında fikir vermek için söz etmek istiyorum. 

1930’larda CHP Genel Sekreteri olan Recep Peker, 1936’da faşizmi incelemek için İtalya’ya gönderildi, dönüşünde TBMM üzerinde yetkili bir “faşist konsey” kurulmasını öngören raporu Atatürk tarafından reddedildi ve CHP Genel Sekreterlik görevinden alındı. 1946 seçimlerinden sonra İsmet İnönü ile arası bozuk olmasına rağmen başbakanlığa getirildi. Peker hükümeti, stokçuların vurgun yapmasına olanak tanıyan bir ekonomik paket hazırladı. Yine 1946’da çıkarılan yasa ile basın özgürlüğü kısıtlandı, sıkıyönetim uzatıldı. İstanbul’da Tasvir, Demokrasi ve Marko Paşa gazeteleri, İzmir’de Yeni Asır ve Demokrat İzmir gazeteleri kapatıldı, yöneticileri hakkında soruşturma açıldı. Recep Peker hükümetteki başarısız yönetimi nedeniyle 1947’de İnönü’nün isteği üzerine istifa etmek zorunda kaldı.

İşte hınzır neşriyat olarak yaftalanan Marko Paşa Gazetesinin serüveni bu atmosferde yaşandı.

Markopaşa’nın serüveni kılık değiştirerek de olsa günümüzde sürüyor.

Marko Paşa’nın Babıali Yolculuğu

Marko Paşa, 25 Kasım 1946’daki ilk sayısı ile 23 Nisan 1950’deki son sayısı arasındaki 176 haftanın 99’unda çıkamıyor. Hakkında 28 dava açılıyor. Sabahattin Ali 11 ay 17 gün, Aziz Nesin 7 ay 18 gün, Mim Uykusuz 3 ay 15 gün, Rıfat Ilgaz 5 yıl 1 ay ceza yiyor. Bu arada Sabahattin Ali 2 Nisan 1948’de öldürülüyor. Gazeteyi toplatma olayları o kadar artmış; yöntemleri o kadar ilerlemiştir ki, 14.1.1949 günlü sayının başlığının üstüne “Toplanmadığı Zamanlarda Çıkar” tümcesi konulmuş; başlığın hemen altında da şu açıklama yer almıştır: “Bu gazete Cuma günleri saat sekizde çıkar. Sekizle dokuz arasında fırsat bulursa satılır. Dokuzda toplatılır. Saat onda muharrirleri sorguya çekilen, Basın Hürriyetinin kurbanı felaketzede bir gazetedir.”

Marko Paşa’nın ilk sayısında 6 bin olan tirajı, ikinci sayıda 10 bin, üçüncü sayıda 12 bin ve dördüncü sayıda 60 bine ulaştı. Marko Paşa kapatıldıkça sırasıyla; Merhum Paşa, Malum Paşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa, Hür Marko Paşa, Bizim Paşa, Ali Baba adları altında yeniden çıkarıldı, açılan soruşturmalar ve davalar nedeniyle 8 sahip, 10 yazı işleri müdürü, 1’i teksir makinesi olmak üzere 9 matbaa, 1’i posta kutusu olmak üzere 10 adres değiştirdi. Yaklaşık dört yıla yakın süren yayın hayatında Marko Paşacılar ABD emperyalizmine; hükümet, emniyet, savcılık, basın ve mandacılar Marko Paşacılara karşı çıktılar.

Oyun ve Yorumu

Genç yazarlarımızın önde gelenlerinden Ahmet Sami Özbudak, bu oyunu yazarak hem bir dönemi, o dönemin büyük yazarlarını unutturmamak hem de onlara bir kadirşinaslık yapmak için yazmış oyunu. Tiyatroadam da aynı kadirşinaslıkla sahneye getiriyor yapıtı. Oyun konusu yazarlar yaşamlarında pek şanslı olmamışlarsa da, oyunları şanslı. İyi bir tiyatroda, iyi bir yazarın elinden, Emrah Eren gibi son yılların en başarılı yönetmenlerinden birinin yorumuyla sahneleniyor bu orta oyunu. Belki birinci perde biraz daha kısa olsa, ancak ikinci perdede oyunun atmosferine giren seyircinin ilgisi baştan yoğunlaşabilir; çünkü Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz adları seyircilerde bir komedi beklentisi yarattığı için birinci perde bu beklentide bir duraksamaya yol açıyor. İkinci perdenin temposu çok daha başarılı sonuç veriyor.

Barış Dinçel Marko Paşa’nın basıldığı bütün matbaaları sahneye kolajlamış. Yetmemiş, Markiz’den Novotni Gazinosu’na kadar Tepebaşı’nı Beyoğlu’nu da dekorun kapakları arkasına yerleştirmiş. Emniyet Müdürlüğü ve mapus damlarını da eksik etmemiş tabii. Çok güzel bir buluşla gözaltına alınan yazarları hemen demir parmaklıklar ardına göndermeden önce başlarına birer ince tel parmaklıklı kuş kafesi geçirerek kanatlanmalarını sınırlamış. O eski güzelim İstanbul’un mehtabı da, uçurtmaları ve balonları da sahnede. Çizdiği kostümler de, oyun klasik orta oyunu olmadığına göre hafiften kabare çağrıştıran nitelikte.

Afiş fotoğrafının Mehmet Turgut’un imzasını taşıması, oyuna ne kadar özenle hazırlanıldığının bir kanıtı. Ethem Onur Bilgiç’in afiş tasarımı, Emre Mollaoğlu’nun oyun fotoğrafları da, kayda alınmış müzikleri enstrümanlarıyla seslendirenler de oyuna destek veriyorlar. 

Başta Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Mim Uykusuz olmak üzere oyundaki bütün rolleri canlandıran Fatih Koyunoğlu, Erdem Akakçe ve Bülent Çolak, canlandırdıkları büyük isimlerin ve olayların sorumluluğunu bilinçle omuzluyorlar. Keşke, konuşması zaten güç anlaşılan Bülent Çolak bir de kekeme taklidi yapmasa her şey kusursuz olur.

?

 Meçhul Paşa - Tiyatro Adam

Yazan: Ahmet Sami Özbudak

Yöneten: Emrah Eren

Dekor ve Kostüm Tasarımı: Barış Dinçel

Işık Tasarımı: Yakup Çartık

Müzik: Deniz Bayrak

Koreograf: Gizem Erdem

Yönetmen Yardımcısı: Güney Zeki Göker

Oyuncular:

Erdem Akakçe

Fatih Koyunoğlu

Bülent Çolak

Bu akşam nefis bir oyun izledim. Halen etkisindeyim. Hem çok güldüm, hem çok hüzünlendim hem de çok hayıflandım. Meçhul Paşa 1946 yılında Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Mustafa Mim Uykusuz tarafından çıkartılan daha doğrusu çıkarılmaya çalışılan, çıkarabilmek için mücadele edilen mizah dergisi Marko Paşa'nın tarifsiz serüvenini anlatıyor. Bize hikayeyi bu yazarların ilham perileri anlatıyor aslında. Her şeye tanık ya da sebep olan ilham perileri. Peri deyince aklınıza minnoş genç kızlar falan gelmesin lütfen. Perileri de oyun künyesindeki aynı bıyıklı/bıyıksız adamlar oynuyor. Sahnedeki üç adam rolden role giriyorlar. Perileri oynuyorlar, yazarları oynuyorlar, hanın çaycısını oynuyorlar, mürettipi oynuyorlar, okuyucuları oynuyorlar, isimsiz pek çok role giriyorlar. Üç kişiyle dev bir kadroyu döndürüyorlar sahnede.

?

Oyun bir tarafa ben dergiden de biraz bahsetmek istiyorum. Tabi ki oyundan öğrendiğim bilgilerle. Marko Paşa bir başarı, bir mücadele hatta bir savaşın öyküsü. Marko Paşa ilk sayısında 10.000 kopya ile çıkıyor ama dağıtım şirketi derginin içeriğini görünce dağıtmaktan vazgeçiyor ve dergiler ortada kalıyor. Daha ilk günden, ilk sayıdan itibaren mucizevi çözümler bulmak zorunda kalıyorlar. Aziz Nesin dağıtılmayan dergileri Eminönü'nde, sokakta, gelene geçene tek tek satıyor ve Marko Paşa okuyucusuyla ilk kez böyle buluşuyor. Dergi o yıllarda 60.000 tiraja kadar çıkıyor. Marko Paşa bazen Aziz Nesin'siz, bazen Sabahattin Ali'siz, bazen de Rıfat Ilgaz'sız çıkıyor. Çünkü sırayla hapishanede yoklama veriyor derginin yazarları. Gün gelir -ki bu gün pek de geç gelmez- Marko Paşa'yı kaparlar. Onlar da Merhum Paşa olurlar, Yetmez ya da yine yaşatmazlar, Malum Paşa olurlar, Yedi Sekiz Paşa olurlar, Tüm Paşalar kapatılınca Ali Baba ismiyle tekrar, taze bir başlangıç yaparlar. Görünmeyen eller bu dergiyle uğraşırlar çünkü Marko Paşa yazılarıyla emperyalizme karşı mücadele eder. Bu serüven 7 isim, 8 sahip, 10 yazı işleri müdürü, 9 matbaa, 10 adreste yoluna devam etmiş, mücadelesini sürdürmüş. Dediklerine göre geride 77 sayı kalmış.

?

İşte derginin bu serüveni sahnede muhteşem bir tiyatro diliyle anlatıldı bize. Fatih Koyuncuoğlu, Erdem Akakçe ve Bülent Çolak gerçekten müthiştiler. Girdikleri her rolün, söyledikleri her repliğin hakkını verdiler. Hem yazarların iç dünyalarını, hem derginin mutfağında yaşananları, hem dönemin siyasi ahvalini, hem yaşadıkları mücadeleyi, hem okuyucunun tepkisini, hepsini bir arada anlatmayı başardılar. Bu masalsı anlatımda tabi ki Barış Dinçel'in yaptığı harika dekor ve Yakup Çartık'ın ışık uygulamasının da büyük etkisi var.

?

Gerçekten özel bir oyun Meçhul Paşa, tıpkı anlattığı dergi Marko Paşa gibi. Mutlaka seyredin. Bir dönemin, bir ülkenin ahvalinin, hatta makus talihinin hikayesi Meçhul Paşa. Bu oyundan da kendime bir cümle ayırdım. Marko Paşa'nın mürettipi kendini Ulus gazetesine daha yakın hisseden hanın çaycısına "gülmüyorsan cehennemdesin" diyor. Evet, gülmüyorsak, cehennemdeyiz. Mutlaka seyredin. Ben mutlaka bir kez daha seyredeceğim.

(Yine tiyatro: Bir başka MARKO PAŞA konusuna yarın değinelim. Uzun yazılara tahammülsüz olanlar yine Fotoğraflarla yetinebileceler.)

?

MARKO PAŞA gazete/dergi’si konusunu zaman bulur bulmaz daha derinleştirerek ele alacağız.

Her zaman söylediğimiz gibi: Tiyatroya gidin, hayatı bir de sahnede seyredin.

MEHMET ÜNAL TAŞPINAR 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kaygan Zemin Arşivi