Mehmet Ünal Taşpınar

Mehmet Ünal Taşpınar

KÜÇÜK ADAM VE TAŞ

(Hikaye) Şu kaldırımda gördüğün taş ne zamandır aynı yerde, biliyor musun? O hooo.. Kim bilir? İlk gördüğümde koskoca bir kayadaydı; kayanın bir ucunda sessiz, sedasız, kimseye ses, soluk etmeden, uslu uslu duran bir tarafıydı kayanın. Hem, neşe dolu bir parçasıydı o kayanın. Kayanın da Neşe'si mi olur, demeyin bana. Kaya mı? Çok büyük, çok ulu, çok görkemliydi ilk olduğu yerde. Koca koca adamlar geldi, koca koca makinalarla alıp götürdüler, parçalayıp buraya getirdiler sanıyorsun, değil mi? Hiç te değil. Ufak tefek bir adamdı gelen. Elinde bir kazma... Vurdu, vurdu; biteviye vurdu uzun zaman. Her gün geldi, vurdu vurdu, koparıp koparıp gitti. İlk parçayı kopardığında şöyle derin bir "oh" çekti önce. Gülümsedi kendi kendine. Bıyıklarını burdu keyifle. Kaya emindi kendinden. Ufacık bir parçanın kopmasında ne vardı ki; bu kadar niye seviniyordu sanki. Ertesi gün, ertesi gün, daha ertesi günler hep geldi küçük adam. Hep bir parça koparabildi kayadan. Ufak ufak parçalardı bunlar. Koca kaya gülüp geçiyordu "Bu kadar çabaya değer mi? Şu kadarcık bir parça için" deyip, ertesi güne kadar gelmeyecek olan Küçük Adam'ın arkasından bir türkü yakmadığı kalıyordu. Yeri sağlamdı. Dağın başındaydı. Gelen geçen olursa oturup yaslanıyorlardı ve kaya mutlu oluyordu bu durumdan. Etrafı çeşit çeşit otlar, yakınında yemyeşil ağaçlar, şırıl şırıl akan dereler vardı. Her Kayaya nasip olmayan bir konumdaydı Kaya.Tarla fareleri de serçeler de, keklikler de bir ucuna konuyor, onların sesleri, şarkıları, cıvıltıları ile akşamın olmasını bekliyordu. Koca kayanın gölgesinde oturup sigarasını tüttürenlerin yanık havaları bile hoşuna giderdi. Bazen bir yolcu, bazen bir çoban, bazen hayatın zorluklarıyla alt üst olmuş hayatlarıyla gençler, ihtiyarlar, kadınlar, kızlar gelir dinlenirlerdi. Koca kayanın anlayacağı dilden anlatırlardı bir bir dertlerini, sevinçlerini, sevgilerini, aşklarını, anılarını, gelecekle ilgili ümitlerini... Usanmadan dinlerdi hepsini de.  Hepsini anlardı. Ne halleri varsa anlardı ve anlatanlar da kayanın dinlediğini bilirlerdi. Ne halleri, ne dertleri varsa... Taa ki; Küçük Adam ufak ufak kırmaya geldiği zamana kadar. O geldikten sonra yüzünde gözünde kırılmalar oluyordu ya, sanki daha az konuşur olmuştu gelip dinlenen insanlar. Daha az konaklıyorlardı artık. Daha az anlatır olmuşlardı.  Onların acımaklı bakışları da bir yanaydı, hani... Canını sıkıyordu bu durum ama "alışırlar" dedi kendi kendine. Öyle ya, şu kadarcık  parça ne kadar değiştirecekti ki görünüşünü. Küçük Adam da yakında usanıp giderdi nasılsa. Yılanların kıvrılışlarına, çiğdemlerin, çimenlerin rüzgarla söyledikleri şarkılarına kaptırıp gitti kendini... Sıcak bir yaz günü yalnız kaldığında gördüğü yılanı seyrederken Şahmaran hikayeleri bile geçti aklından. Şahmaran hikayelerini yaşlı bir çobandan dinlemişti hep.  "Şahmaran bu mu ki?" Bir küçük çocuk vardı sık sık gelen, bir yaşlı kadın, bir de genç kız... Civardan gelen iki çobanın dışında hemen her gün bu üç kişi uğrarlardı. Birbirlerini hiç görmedi bu üç kişi. Hep farklı zamanlarda gelip yaslanırlardı bizim kayaya. Üçü de ruhen yalnızdılar. Belki de tek arkadaşları bu kayaydı. Küçük çocuk anne ve babasını kaybetmiş, evlatlıktı bir ailede. O nedenle dertliydi. Üvey annesi kendi çocuğuna ayırıyordu bütün zamanını. Ama o, üvey babasını rahatsız etmiyordu bu konuda da başka meselelerde olduğu gibi. Yaşlı kadın ise gelininden şikayetçiydi. Genç kız âşıktı. Her üçünün de anlattıkları hep acıtıcı şeylerdi. Kaya sertti ama anlatılanlara için için üzülürdü. Anlatıcıları da kayanın kendilerini anladığı, hatta üzüldüğünü düşünür, dertlerine ortak oluşuna teşekkür etmeden kayadan ayrılmazlardı. Bazı dinlediği şeyler küçük adamın kopardığı taşlardan daha acıtıyordu kayayı. Günler günleri kovaladı. Kayadan her gün bir parça, bir parça kopan taşlar dağdan taşındıkça gölgelik kısımları da azaldı kayanın. Hatta güneşin en çok olduğu zamanki oyuk tarafı güneşe mani olamaz olmuştu. Gelen misafirleri daha az oturur oldular eteklerinde. Kayanın bu haline de üzülmüyor değillerdi. Hatta kendi dertlerini bırakıp kayaya acımaya bile başlamışlardı. Kaya, bir taraftan kopan parçalarından, bir taraftan geride kalan görüntüsünden, bir taraftan da misafirlerinin azalmasından üzüntüye düştü. Ve... Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı... Yaşlı kadın, hiç bir zaman oğluna gelininden şikayet etmeden ölmüştü. Bütün derdini bu kayaya  anlatarak atmıştı içinden. Küçük çocuk büyümüş, yatılı bir okula başlamıştı. Üvey anne derdi kalmamıştı artık. Okuyup adam olma derdine düşmüştü ve kayadan uzakta bir şehirdeydi şimdi. Genç kız ise sevdiği gence kavuşmuş, evlenmişlerdi bile. Kaya mı? İşte şu, kaldırım taşı var ya, bir parçası burada, yolun ortasında. Diğer parçaların her biri bir yere taşındı. Kim bilir neredeler! MEHMET ÜNAL TAŞPINAR 30 Ağustos 2016 Burgazada

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Ünal Taşpınar Arşivi