Turan Akkoyun

Turan Akkoyun

KONAK

  Milli Mücadele yılları, Türk milletinin hafızasında kalıcı izler bırakmış bir dönem olmasının ötesinde dün - bugün - yarın çizgisinde gerekli derslerin çıkarılmasına vesile olmuş, klasik mantığın bitimi ile yepyeni zihniyetlerin önünü açmıştır. Duruş noktasına göre farklı şahsiyet ve düşünceler üç - dört yıllık zaman zarfında ömürlerini harcayıp kendilerince muvafık neticelere ulaşabilirler. Oyalama taktiklerinin haricinde kalmak üzere memleketlerinden yüksek tahsil için daha büyük vilayetlere gelenlere yetirince ışık olunabildiği takdirde, bugün değilse yarın, mutlaka mahalli anlamda Türk kültürüne hatırı sayılır bir katkı yapabilirler. Hayatın normal akışı ile farkında olmadan ilmik ilmik yürüyüşüne devam edenler, ömürleri sona erdikten sonra da hizmetlerini sürdürürler. Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Kadınana, Sultan Divani, Somuncu Baba, Karaca Ahmet, Ömer Fevzi Atabek, Abdullah Mahir Erkmen bunun en güzel örnekleridir. Normal akış içinde zamanın göstergesi duruş noktalarında, geçer akçelerde, genel kabul gören zihniyetlerde, vazgeçilemez sanılan değerlerde, gönülden bağlılıklarda değişikliklere neden olmaktadır. Sel halinde akıp giden zaman her şeyin doktorudur. Sivri, keskin uçlar hiç problem çıkarmadan törpülenip gider. Oysa birey bir şekilde uyandırılıncaya kadar, hep aynı kaldığını sanmaktadır. Yolculukları yarım asra ulaşanlar geriye doğru baktıklarında erişilmez sandığı nice şahsiyetleri ne kadar da geride bıraktığını görmekte zorlanmayacaklardır. İlerleme hızı ve enerjisinin kesilmesi durumla doğrudan ilgilidir. Geride kalanlara yaklaşılıp bakıldığında çoğunun duruş noktasında, bir esnemenin olmadığı ve yine büyük bir kısmında başarısızlık kavramıyla özdeşleştirilebilecek olaylarla karşılaşmadıkları görülecektir. Kişisel gelişim cephesinden yürüyüşte durmaksızın ilerleme, yenilenme esastır. Başarıyı kesinlikle bir sonuç olarak algılamamak gerekir. Zira başarı bir sonuç değil kesinlikle tercihtir. Sonuç olarak kabul edenler, aslında kendi sonlarını çıkmaz bir sokağa itmekteler, ekseriyetle geri dönüşü de kendilerine yedirememektedirler. Burada kalmanın zarureti konusunda kendilerini kandırma yoluna sapmaktadırlar. Tercihler bazen o kadar kaçınılmazdır ki, ortada seyredenler - kalanlar helak olurlar. Türklüğün ölüm alım kavgası başladığında Adalar Denizi kıyılarından Orta Anadolu'ya kadar yaşayan ahali imkanlarını dikkate almaksızın bir tercih yapmak zorunda kaldı. Hattı zatında çok da yaşıyor sayılamazdılar. Yaşamın farkında olanlar içinde aksi durum, kağıt üzerinde çok da garip değildi. Onlara göre hesabın kapanma dönemine erişilmişti. Usulü de kendileri belirlemişlerdi. İtilaf devletlerinin himayesinde Adalar Denizinin incisi İzmir'i işgale başlayıp hızla yayılma hevesini dünyaya açık edenlere karşı, o güne kadar belki de hukuki anlamda memleketin hayrına pek bir iş yapmayanlar, kendilerini berrak bir suda yıkayıp temizlenme fırsatı yakaladılar.  "Bir çayın kenarında ansızın içersin de doyamazsın." Tarih ve talih onlardan yana idi. İstemeden girdikleri yolda bu fırsatı yakalayanlar, toplumdan gayet mutlu ayrıldılar. Binlerce yıldan beri içinden çıkardığı ve yetiştirdiği evlatları sayesinde bağımsızlığını sürdüren Türk milleti yaşamını, hesapsız bir güçle kendisini yok etmek isteyenleri başkalarının dikkate almadığı tecrübesiyle, dünyayı şaşkına çevirerek sürdürmesini bildi. Bazılarına temizlenme fırsatı tanıdı, bazılarının miadının dolduğunu tescilledi. Bireysel anlamda değerlendirildiğinde bu durum tamamen tercihlerle alakalı idi. Başarıyı tercih edenler, diğerlerine oranla çok daha fazla bedel ödeyerek hedeflerine ulaştılar. Aralarda enerjinin takviyesi için geçici başarısızlıklardan istifade edilerek, planlar tekrar tekrar gözden geçirilerek yüründü. Mücadelenin akıl kârı kabul edilmediği günlerde geçmişinde dağlarda gezmiş, şakilik yapmış, ceza evlerinde kalmış, istemeden bir cürüme - suça veyahut cinayete iştirak etmiş, Türklüğün anayurdundan getirdiği efelik - zeybeklik müessesesi içinde yer almış olanlar, bağımsızlık için mukavemet hareketinin dayanağı olmuştur. Bu şartlar altında Aydın ve Havalisi Umum Kuvâ-yı Millliye Kumandanlığı görevini bir buçuk yıl kadar sürdürmüş, Türkiye Büyük Millet Meclisi - Meclis-i Mebusan ve yabancı meclis kürsülerinde kendisinden bahsettirmiş, İstiklal Savaşı belgelerini barındıran arşivlerde kendisinin imzasını taşıyan, kendisine yazılmış ya da kendisinden bahseden bir çok vesika olan, Anadolu, İstanbul, Avrupa basınında telgrafları yayınlanan zeybek reisi, Kuvâ-yı Milliyenin tasfiyesinden ve nihayetinde bağımsızlığın elde edilmesinden sonra eski günlerine dönmek yerine, yepyeni tercihlere yönelmiştir. Bağımsızlığın dünyaya kabul ettirilmesinden sonra ilan edilen Cumhuriyet rejimi eski usûlsüzlük ve hukuksuzluklara kesinlikle göz yummamıştır. Bunun bir örneğini 1995 yılında KKTC'nde düzenlenen III. Uluslararası Atatürk Sempozyumu'nda bir tebliğ ile ilim camiası ile paylaşmıştım. Cumhuriyet'in ilanı sonrasında Kuvâ-yı Milliye Kumandanı memleketinde, halk ile birlikte yolculuğuna devam etmiştir. Halk hiçbir şey yaşanmamışçasına köyüne, yaylasına dönmüş hayata bıraktığı yerden, yeniden başlamıştır. Gelişmeyi hedefleyen Türkiye'de, otel işletmeciliği mühim işlerden birisidir. Burada Nazilli'nin şehir otelinden sinema sektörü açısından bir pencere açılmıştır. Sinemamızın topluma uzanabilmek için farklı mekanlardan ve konulardan yürüyüşü gerçekleşmiştir. Kültür, sürekliliğin bir aracı olarak sanatı kapsar ve içinde barındırır. Birbiri ile bağlantılı olan hususlar arasındaki bağ kuvvetlendikçe toplum içindeki ilişkiler ve dayanıklılık kendiliğinden gelişir, kalıcı hale gelir. Yel gider, su gider, kum gider, taş kalır. Toplumun kalesi haline gelir. Mütareke dönemindeki ümitsizlik, kargaşa, işgaller, isyanlar gönderilmiş Anadolu insanı, yeniden kendisiyle baş başa kalmış, Türklüğün ana çizgisinde yalnız ve yalçın bir kale gibi yürüyüşüne devam etmiştir. Kuvâ-yı Milliyenin önde gelen ismi, mücadelenin sonlarında "asi" gibi bir yafta yüklense de, vatan hizmetindeki hakkı her zaman teslim edilen Demirci Mehmet Efe'nin Nazilli'deki konağı, bağımsızlığın elde edilmesinin hemen ardından Cumhuriyetin ilk yıllarında ticari alamda esaslı bir işletmeye dönüştürüldü. İşletme; Nazilli Şehir Oteli ismiyle, tren garının yakınında, şehir merkezinde tabiri caizse ayak altında yer almasının avantajını gayet iyi kullandı. İşgalin ağır faturasını yaşayan şehirlerin başında gelen Batı Anadolu'nun bu şirin kazasında otelcilik o zamanlarda, insanımıza hizmet götüren zorlu hizmet dallarından birisi idi. Ulaşım sektörünün gelişimi ile doğrudan bir bağlantısı bulunmaktaydı. Yeni Türk edebiyatının ilgi gören eserlerinden birisi kabul edilen Anayurt romanı, mekan açısından Manisa ilinde geçmektedir. Eseri okuyanlar kendini Manisa'nın atmosferinde bulmaktadır. Adalar Denizinden İç Batı Ege'ye uzanan memleketin karakteristik özelliklerini yansıtması ile dikkati çekmektedir. Bölge insanının yaşam tarzına daha farklı bir pencereden yaklaşmaktadır. Böyle de olmaz ki deme imkanı vermemektedir. 1980'lerde roman, perdeye uyarlanmasıyla birlikte sinemacılığımızdaki değişim kendisini gösterme fırsatı bulmuştur. Önceden beridir devam edip gelen toplumcu siyasi konular, yerini bireyi ele alan - öne çıkaran ancak topluma mal olmuş edebi eserlere bırakmıştır. Belki de 12 Eylül darbesinin doğal bir sonucudur bu. Devlet mekanizması ile toplumu derinden etkileyen darbenin toplumun gözüne hitap eden sinemayı etkilememesi zaten düşünülemezdi. Darbelerin sadece kronolojik sıralama ile ortaya konulması bir anlam ifade etmemektedir. Yapım cephesinden Anayurt, film olarak tasarlanmaya başlandığında bir dizi problemle karşılaşıldı. Zira romanın geçtiği Manisa'da bu anlamda bir otelin mevcut olmaması, kısa süreli de olsa bir şaşkınlık ortaya çıkardı. Hemen vazgeçilme yoluna sapılmadı. Fakat, filmin çekiminin gerçekleştirilebilmesi için konuya uygun bir otelin bulunması gerekli idi. Romandaki konuyu perdeye uygun bir şekilde aktarabilecek öncelikle mekanın tespit edilmesi, yani bir otelin bulunabilmesi için yapılan araştırmadan da ne yazık ki kısa zamanda olumlu bir sonuç alınması mümkün olmadı. Ondan sonra otel sahnelerinin çekimi için, dönüştürülebilecek bir bina peşine düşüldü. Ciddi tetkiklere girişildi. Problemlerin her biri yapımdan vazgeçmeye sebep olacak mahiyette idi. Manisa'ya öncelik verilmesine karşılık mekan konusunda yapıma uygun bir sonuç elde edilemeyence Edirne'den Denizli'ye kadar çok daha geniş bir sahada tarama yapıldı. Taramalar sonucunda Kuva-yı Milliye Kumandanının konağı, filme mekan olarak seçildi. Sinema ürünlerinin bir kısmı, masa başında üretildiği halde geniş kitlelerden ilgi görebilmiştir. Fakat çoğunlukla toplum kendisinden bir şeyler bulduğunda, piyasaya aktarılanlardan ziyade ona ilgi göstermiştir. Haliyle ilgi yeni üretimlere zemin hazırlamıştır. Film çekimleri esnasında eski otele roman ve filmin adı tabela olarak asılmıştı. Tabela binayı müesseseye çevirir. Müessese, çok geçmeden binanın önüne geçer. O tabelanın uzun yıllar indirilmediğini bizzat şahit olmuşumdur. İnsan, mekan ve zaman unsurlarının bir araya gelmesi; tarih biliminin konusunu ortaya çıkarır. Burada Efe'nin tarihi konak ve oteli, tarih biliminin esaslarından "mekanı" olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan hususundaki değişim, konuyu da etkilemektedir. Mekanın sabit kalmasına mukabil insan ve zaman unsurlarındaki farklılaşmanın ötesinde beyazperdeye yansıtılma, binaya yeni bir yaşam alanı haline dönüştürmektedir. Doç. Dr. Turan AKKOYUN Afyon Kocatepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Turan Akkoyun Arşivi

UYUM

17 Nisan 2016 Pazar 18:09