Turan Akkoyun

Turan Akkoyun

İSMİ YENEN ROL

Mücadele içinde akıp giden ömür, bireye bir çok unsur kazandırır, bir o kadar da alır götürür. Hattı zatında hayata gözlerini açar açmaz ailesi ona bir isim verir ve o isimle yaşayıp gider. Yaşam tarzı bazen o ismi gölgede bırakacak yeni isimler verir. İlk ismiyle gerçekleştirdikleri, sonraki ismine zemin hazırlamış, hatta onu kuvvetlendirmiştir. Tarihte bunun pek çok örneklerine şahit oluruz. Yadırgamayız da. Bazen de her ikisi birbirini tamamlar şekilde anılır. İkisi adeta bir isim haline gelir. Türklüğün hızla kan kaybettiği, karanlık ile aydınlığı ayırt edemediği, farklı cephelerde mücadelelere gebe görünen XX. yüzyılın başlarında Nevşehir'de başladığı yaşam çizgisi çok geçmeden Payitahtta devam etmeye başladı. Daha iyi şartlarda ve imkanlarla yürümek her zaman ideal kabul edilmişti. Türk toplumunda aile kurmak her zaman özlenen itina gösterilen bir husus olmuştur. Aile büyükleri, genç erkek ve kızlar için bu ortak bir hedeftir. Hiçbir şekilde, aile olmaksızın birliktelik tasvip edilmemiş, kabul görmemiştir. Ancak yeni dahil olunacak ailenin kültürel, ekonomik ve sosyal açıdan daha yukarıda olması genelde arzulanmıştır. Çocukluk yıllarının hemen sonu aslında yeni dönemde liderliğin de başı olarak görülmüştür. Bu şartlar ve düşünceler ışığında o da Kandilli Kız Lisesinde iken tanışmış olduğu Ömer Lütfi Paşa'nın oğlu Teyyareci Atıf ile oldukça genç yaşta dünya evine girmede herhangi bir mahzur görmemişti. Elbette yeni aile olmak, birlikteliğin yanında sorumluluk almak, kendini geliştirmek ve gelecek kuşakların ortaya çıkmasında çile, ıstırap çekmek ve inisiyatif kullanarak yola devam etmek anlamına geliyordu. Birinci Dünya Savaşının hemen öncesinde 1914 yılında İstanbul Şehremini Cemil Bey, ülkede düzenli tiyatronun oluşturulması ve sahne sanatçılarının yetiştirilmesi gibi bir düşünceye kapılmıştı. Bu düşüncenin hedefinde halka tiyatroyu sevdirmekti. Dahası Avrupa'da olduğu gibi tiyatrodan yararlanarak çağdaş fikirleri Türk halkına aktarma fırsatı da bulmuş olacaklardı. Aslında bu beraberinde medyaya, politikaya, sosyal ve hukuk düzenine kadar uzanan bir etkileşimin de başlangıcıydı. Hayat arkadaşı Atıf Bey de Darülbedayinin kurucuları arasında yer alan bir sanatseverdi. Yeni ailenin temelinde sanata olan tutkunun bulunduğunu söylemek yersiz değildi. Yaşanılan çevrenin karakterin şekillenmesindeki etkisi herkesçe kabul gören bir realitedir. Dolayısı ile kendisi de sanat alemine yakın oluverdi. Sanat alemine yakınlığı nedeniyle eşiyle birlikte tiyatroya başladılar. On sekiz yaşındayken ilk rolünü aldı. Nur Baba Köşkü isimli oyun onun hayatında çok sonraları belirli bir yer işgal edecek oyunculuğun tecrübeleri tadacağı bir eser olmuştur. Zira hayat kendiliğinden, bireye her zaman başarı ve mutluluk getirmeyecektir. Mutluluk kadar üzüntü, keder ve acılar yan yana, iç içe veyahut birlikte gezmektedir. Her şeye hazır olmak gereklidir. Çok geçmeden eşini kaybeder. Ölüm yaşam kadar hatta ondan daha etkili bir gerçektir. Genellikle masal dünyası, ezelden ebede sürmez. Büyük bir liderin dediği gibi "hayat iniş ve çıkışlarla dolu uzun bir yoldur" uzun yolun duraklarını kestirebilmek hiç de kolay değildir. Pek çok insan bunun hesabını yapamamış olduğundan tuzaklardan birine takılıp kalmıştır. Onun için hayat denen o uzun yola da yoldaki muhtemel durumlara da hazırlıklı, dikkatli olmak, ya da o anda yeni politikalar ve tercihler yağabilmek için birikim gerekmektedir. Türk kültürü bunu bir yaşam biçimi olarak benimsediğinden her an baskına hazır olmak gibi bir durumu geliştirmiş, her sonu başlangıca çevirmiştir. Toplumumuzda eşlerden biri dul kaldığında, kadın genellikle yaşadıklarıyla baş başa kalmayı tercih etmiştir. O da bundan sonraki yolculuğuna yalnız devam etmeye karar verdiğinden kendisine bir geçim kapısı sağlamak zorundaydı. Büyük şehirde insan kendi yeteneğine göre bir gelir kapısı bulabilirdi. İstanbul dedikleri yer taşı toprağı altındı. Eğer bu doğru ise onunda bir müddet sonra altınları olmalıydı. Öyle olmadığını kendisi anladı. Ancak başkaları, altın kabul ettiği yere nesiller boyunca süren akınlarda bulundular. Bir defa gelen bir daha geri dönemedi. Dönse de orada eski düzenini kuramadı. Hasretler, hatıralara karıştı. Sabır taşına döndü. Acıların yanında yaşamdaki ihtiyaçlar da kendisini hep göstermektedir. Hatta ikincisi tamamen ağır basmaktadır. Herkes kendince bir yol bulma gayreti içine girip yoluna devam etmektedir. El becerisine güvendiği için terziliğe başlamış, oyun ve film kostümleri dikerek hayatını idame ettirdiğinden sanat dünyası yakınlarında bulunma fırsatı yakalamıştı. Sanat armadasının dümen suyuna kendisini bıraktı. Zaman uzun bir müddet bu şekilde akıp gitti. Türkiye İkinci Dünya Savaşına iştirak etmeden harp yıllarını atlattıktan sonra çok partili siyasi yaşama başlamış ve dört yıl kadar süren bir süreçten sonra Cavid Ersen'in doğru teşhisiyle "Beyaz İhtilal"i gerçekleştirerek yeni bir iktidara erişmişti. Çok partili siyasal yaşamın kabulü ve onun getirdiği hayat, sanat dallarını da doğrudan etkilidir. Yeni iktidar döneminin başlarında 1951 yılında Orhon Arıburnu'nun yönettiği Sürgün filminde kameraların karşısında yerini aldıktan sonraki çeyrek yüzyıllık yaşamında yorulmadan, dinlenmeden çalışıp 600 den fazla filmde rol aldı. Film sayısı o kadar yüksekti ki batıda erişilmesi neredeyse imkansız bir rakama ulaşmıştı. Komedi ve karakter rolleri; seyircilerde ve sinemamızda unutulmaz izler bıraktı. Hele Vahi Öz ile birlikte oynadığı filmdeki "Bedia" rolü asıl ismini bile gölgede bırakacak derece etkili olmuştur. Kendisi için tekrarlanan "Bedia! ... Bedia!" yakarışı, adeta ismi haline dönüşüvermiştir. Farkında olmadan tekrarlanan ifadeler sonradan insanı etkileyen ve yönlendiren hususlar haline gelirler. Sanat dünyası ile erken yaşlarda tanışmasına karşın 50 yaşında sinemada yer alması ona daha ziyade olgun rol görevleri yüklemiştir. Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Filiz Akın sinemamızın "dört yapraklı yoncalarına", Cüneyt Arkın ve Tarık Akan gibi sanatçılara filmlerde anne olmuştur. Ancak sanatçıların kaderi son anlarında yalnızlaşmaktı adeta. Rolde de olsa evlatları kendisine uğramamış ve onu uğurlamamışlardır. Kamera karşısında tek tek ısrarla canlandırdığı roller onun tek gözlü ama sahibi olduğu belki de yegane serveti durumundaki evinin geçiminin ve sağlığının kontrolü uğruna girişilmiş gayretlerden ibaretti. Azmini ve gayretini hiç bir zaman bırakmadı. Bu sebepte fırsat bulduğu ve verildiği her filmde görev aldı. Rahatsızlığı kalbiyle ilgiliydi. Kontrollerinin bakımı sık, ilaçları da pahalı idi. Gerekli paranın kazanılması içim film şirketlerinden gelen en küçük teklifleri bile dikkate alarak kabul ediyordu... Rol seçecek, düşünecek zamanı yoktu. Hayata başladığı noktada kalamamış ve yalnız yürümeye karar vermişti. Kararına sonuna kadar da bağlı kalmıştır. Kararı kendisini aç ve muhtaç bırakmadı... Olmak da istemiyordu. Yaşının 75, kalbinin hasta olmasına aldırmaksızın çalışıp duruyordu... Gururuna yediremiyordu. kapısını çalmayan insanların kapısını çalmaya... Film setlerinden çıkmıyordu... Son güne kadar da çıkmadı... Yatan aslan, oturan boğa olma yerine işini koşturan olmayı tercih etti. Evinin pencere kenarında yakalamıştı ölüm onu... Yavaş yavaş, ama belirlenen saat ve dakikada... Öteden beri korktuğu şeydi, ölmek. Herkes gibi... Ve günün birinde, akşamın bir saatinde o en korktuğu şey başına geliverdi. Belki mecburiyetten ama severek üstlendiği roller sinemamızda kalın ve kalıcı izler bıraktı. Doç. Dr. Turan AKKOYUN Afyon Kocatepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü Başkanı

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Turan Akkoyun Arşivi

UYUM

17 Nisan 2016 Pazar 18:09

KONAK

28 Mart 2016 Pazartesi 09:20