Turan Akkoyun

Turan Akkoyun

İÇİMİZDE BİZDEN OLMAYAN NAZARLAR

İnsanı diğer canlılardan ayıran bir çok hususlar bulunur. Algısı ve ilgisiyle bunu dış aleme yansıtır. Bu da beraberinde çoğunlukla birbiriyle iç içe giren ve karıştırılan değişik yaklaşım, çizgi, tarz, standart ve stiller getirmektedir ki, bunun en açık örneği sanat olsa gerektir. Sanatın üretilmesi ve pazarlanması arasındaki tartışmalara girmeden bir değerlendirme yapılırsa sağlıklı sonuçlar elde edilebilir. Sanat, gerek birey, gerekse toplum açısından insanlık kadar uzun bir maziye sahiptir. O uzun yolculukta yapılan hamlelerin sonuçlarını önceden kestirmek mümkün olamamıştır. Hamledeki samimiyet ve duruş noktası Hakka, sevgiye, barışa, iyiye, güzele, doğruya, gerçeğe yakın olduğu müddetçe pozitiflik katlanarak büyümüş global anlamda tüm alemi kaplamıştır. Aksi haldeki büyüme ise çok daha hızlı olurken, tahribat, yıkım ve hasarda hemen her kesime ağır bir bedel düşmüştür. Pozitif ya da negatif büyümenin her halükarda sınır tanımadığı, zorlanmadan sınırı aştığı anlaşılmaktadır. Sanat ya da sanatçı, duygunun ifadesini çeşitli şekillerde kendi yorum ve ustalığı ile ortaya koyar. Teknik açıdan düşünüldüğünde ilerleme "aşama aşama" gerçekleşmesine karşın sosyal cephede durum aynı istikamette gelişmez. Ekseriyetle sanat üretme amaçlı yola çıkılmaz ancak sonradan gelinen noktada ulaşılmaz bir hale gelinir. Düşünce ve ürün ortaya çıkarma merkezi oluşturma yerine ona sahiplenme ve saygı sistemi kurulabilir. Bu da çoğunlukla bireye değer verilmesiyle gerçekleşir. Değer bulan birey, kendisine bu fırsatı veren topluma, kültüre, kitleye aldığından daha fazla katkı yapar. Bilimde her şey belirli bir disiplin içinde başlar, gelişir ve nihayetlenir. Kabullenilmiş bir metodu, sistemi, zamanı bulunmaktadır. Bu yüzden eleştirel yaklaşım da bilimin çıkış noktalarından birisidir. "İç ve dış tenkitler" ret etme olmayıp, bilakis yanlışlara engellemedir. Elbette hiçbir aşama statik ve durağan değildir, olmamalıdır da. Aksi takdirde basit bir tekrar ve ezber eserlerden kurtulmak mümkün olamaz. Tekrarlar sanatta anlamsız değildir. Sanatçıya bir kimlik kazandırır. Maddi olmasa bile değişiklik yapmayı düşündüğü bölümleri sonraki ürünlerinde belki de yıllar sonra fark eder. Değişiklik yaparken gelişir ve geliştirir. Ürün; ortaya çıktığında en son olmuş olsa idi yeni düşüncelere ve ilerlemelere gerek kalmazdı. Birey ya da toplum bazı değerlere bağlanır. Bağların kuvvetlenmesinde kalıcı eserler etkili olmaktadır. Bu özlü geçmiş veya anlık uyanma ile meydana gelebilir. Bağlılık ölçüsü ve gerçekliği, insanoğlunun çizgisinden çıkmayı başaramayacağı yaşam istikametini de belirler. Önüne çıkanlardan sadece kendisinin görme izni verdiklerini görerek ona hizmetkar olur. Toplumların kimlik kazanmasını da sağlar. Kimlik topluma, zorluklara karşı mukavemet gücü kazandırır, yok olup gitmeyi, yozlaşmayı engeller. Algılama düzeyi hislerine estetik kazandırır, onun derecesini belirler. Ahlaki boyuttaki tercihleri de yer alacağı çevresini, temsil edeceği toplumu, işgal edeceği mevkii ile kendisine taarruz edilecek cepheleri de ortaya çıkarır. Haliyle ilerken ürettikleri ile kendinden kopartılmaya çalışılanlardan kurtardıkları, iç dünyasında izlenim uyandırır. Böylelikle kendine özgü bir ruhi hareket kazanır. Sonrasında kendisine bağlanan, başlangıçta sahip olmadığı çoğunlukla da istemediği halde hayatında belirli bir ağırlığı, rengi ve maddi ifadesi olan cansız objelere sahip olur. Ona göre istikametine devam ettiğini düşünür. Yörüngesinin içinden başka bir yerde değildir. Uzaklaşmasına da imkan bulunmamaktadır. Bir ölçüde taglamaktadır. Yani "kovalamak, peşinden koşturmak" sosyal yaşamımızda gerilerde kalmış olduğunda artık bir nostalji gibi söyleyebileceğimiz "koyun kırkmak" gibi sabır gösterilmesi gereken bir husustur dile getirmeye çalıştığımız. Sabır ile; sıkıntı, acı, keder, haksızlık, fakirlik, çaresizlik, adaletsizlik karşısında bir yere kadar durduktan sonra büyük bir patlama meydana gelir. İşte tam o esnada şimdiye kadar hiç göze alınamamış, denenmemiş, düşünülememiş bu yüzden de başarılamamış olayların önderi olur insanın kendisi. Ortaya çıkacak veya meydana gelecek şeyleri hiç telaşa vermeden beklemektedir. Belki de iyi niyetle hazırlamış, sabırla ve dört gözle hep beklemiştir. Gelip kendisini bulsunlar ona danışsınlar. Üretimde katkısını istesinler diye ancak kendisi bile kendinden haberdar olamayanlardan başkaları nasıl haberdar olabilir ki. İşte bu noktada bireyin kendisini anlatabilmesi, aktarabilmesi bir sanatçıya dönüşmesi söz konusudur. Kendisini koyduğu nokta bizden olanların içinde ise zaten problem yoktur. Bizden olmayanların içindeyse bu defa sahiplenme hususunda olumsuzluklarla karşılaşması düşünülebilir. Ancak bu her zaman böyle değildir olmamalıdır da. Konu bizden olmayanlara geldiğinde, taklit mi yoksa üretim mi? sorularına verilecek cevap ayrı bir önem arz etmektedir. Bizden olmayanı bizleştirme çabası kültürel etkileşim mahiyetinde de olabilir. Bizleştirirken bizi azaltıp, çoğaltması da önemlidir. Zira bize yeni bir şey katmasının hiç bir mahzuru bulunmamaktadır. İnsanlığın toplumsal yaşama başlamasından bu yana dozu ve renkli değişik olmakla beraber insanlar, toplumlar, kültürler birbirlerinden bir şeyler alırken, duruma göre başka şeyler de bıraka gelmiştir. Bundan sonra daha farklı bir çizgi izlemeyeceği kanaati ağır basmaktadır. Sözü uzatmanın da çok fazla bir anlamı yoktur. İnsanın kendinde oluşturduğu hareket alanı, ister istemez sanata yansır. Sanatçı muhakkak içinden çıktığı ailenin, çevrenin ve toplumun kapsama alanındadır. Çeşitli sebeplerden dolayı frekansları uyuşmasa da orada kalmaya devam eder. Belirli ölçüde kalmak şartıyla bir önceki nesille kuşak çatışması yaşaması da oldukça faydalı kabul edilmektedir. Zira bu çatışma ve çekişme olmadığı takdirde yeni bir istikamet arayışına gerek kalmayacak ve de ilerleme mümkün olamayacaktır. Kuşak çatışmasına, abartmadan hazırlıklı olmak yarınlarda varlığımız sürmesi anlamına gelmektedir. Zira gerçekçi çatışmalarda kaybeden taraf olmaz bilakis geçmişten geleceğe herkesin kazanabileceği bir mücadelenin ortaya çıkma ihtimali de kuvvetle muhtemeldir. Bahsedilen hususlar sinema sanatı için de geçerli olsa gerektir. Sinemanın kendisi zaten bizim ürünümüz, faaliyet alanımız, sektörümüz değildir. Ancak insanla ilgili bir ihtiyacın bizden olup olmaması da önemli değildir. Aynı ihtiyacın coğrafyamızda ve toplumumuzda zuhuru bir müddet sonra kaçınılmaz oluvermektedir. Dünyanın başka bir yerindeki ihtiyaç veya sektör insan olarak bizimle ilgili hususlar içermektedir. Tarih biliminin konusu da insanla ilgili olan her şey olduğuna göre bizden olmayan, ancak insana hitap eden, onu eğlendiren, ondan beslenen, ona hizmet eden sektörün ürünlerini rahatlıkla kendi disiplini içinde ele alabilir. Kaldı ki sinema eserleri bireyde, toplumda yerine göre tüm insanlıkta kültürel değişime sebep olmakta, en azından katkı yapmaktadır. Sinema ürünü olarak nitelendirmekte her hangi bir mahzur görmediğimiz filmin konusunda bizden olmayan hususlar bizden olan bireyleri kendine çekebilmişse, onları eğlendirmişse, bir kısmına geçim sağlamışsa ki bunların her biri ayrı ayrı söz konusudur. Olayın büyük bir kısmı artık bizimle alakalı hale gelmiş demektir. Killing, Uçan Kız, Baytekin, Fantoma, Mandrake, Uçan Adam tarzında ismindeki filmleri üretenler sanat açısından aslında bunların asılları kadar cezp edici ve karşılaştırılmaya dahi müsait olmadığını pekala bilmektedirler. Dile getirdiğimiz konu da asla bu değildir. Ama hem kendileri bu tarza yönelme tutkusu taşımakta hem de yerli izleyicilere kendi imkanlarıyla alternatifler koymaya çalışmaktadır. Böylelikle içindeki ateşi söndürmeye çalışmakta, bir ölçüde karanlığa kurşun sıkarak yeni ufuklara yelken açmaktadır. En uç noktada yapılacak samimi eleştirilerde bunları toplumdan kopuk saymak bile sinemacılığın gelişim aşamasında dikkate alındığını, incelenip değerlendirmeye tabi tutulduğunu göstermektedir. Toplumdan uzaklığı ortaya koyabilmek için onun bulunduğu yeri, sahiplendiği değerleri bilmek gerekir. Zira filmcilik ve sinema sadece üretim ve perdeye aktarım değil aynı zamanda talepler olduğu takdirde onu sürdürmedir. Yani üretimin bizden olmamasına rağmen, hizmet alınabiliyorsa, bizden olmayanı üreterek hizmet etmek de oldukça mantıklı görünmektedir. Zira sinemanın bir ticari ciheti bulunmaktadır. Bizden olmayana ilgi üretim cephesinden değil de hizmet alıp cephesinden yani izleyici açısından arttığında durum daha da karmaşık hale gelmekte ve insanoğlu kendinden uzaklaşacak bir yere doğru gelmektedir. Ahlaki açıdan bizden olmayan ürüne doğru uzanmaktadır. Burada içimizde bir yerlerde kalmış, bizden olmayan noktaları tetikleme, yönlendirme ondan istifade etme gibi nazarlar öne çıkar. Aslında hepsi de bir bütündür. İnsanın kendisidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Turan Akkoyun Arşivi

UYUM

17 Nisan 2016 Pazar 18:09

KONAK

28 Mart 2016 Pazartesi 09:20