“Hat sanatı bizim için bütünün parçası, medeniyetin inşasıdır”

“Hat sanatı bizim için bütünün parçası, medeniyetin inşasıdır”
AFSÜ Öğrencileri, bir yandan akademik sorumluluklarını yerine getirirken bir yandan da özel ilgi ve yetenekleri doğrultusunda farklı alanlarda çalışmalar yürütüyor. Onlardan biri de hat sanatıyla ilgilenen, AFSÜ Tıp Fakültesi 5. Sınıf öğrencisi Akif Demir. Eskişehir’de yaşayan Demir, sanata yönelmesinin sebeplerine, hat öğrenmek için alınması gereken eğitimin özelliklerine ve bir hekim adayı olarak okulu ile sanat eğitimi arasında nasıl bir denge kurduğuna ilişkin sorularımızı cevaplandırdı.
Hat sanatıyla ilgilenmeye ne zaman ve nasıl başladınız? Sizi bu alana yönelten sebepler nelerdi?
Kendimi bildim bileli hat levhaları, cami yazıları, çeşme ve mezar kitabeleri ilgimi çekerdi. Ancak bu ilgi, bilgiden yoksun, yalnızca merak şeklindeydi. Daha sonra, birkaç yıldır İslam düşüncesi ve medeniyet tasavvuru ile ilgili yaptığım okumalarla beraber bu ilgi, somut bir anlam kazanmaya başladı.
Hat sanatını bir evin penceresi, musikiyi bir kapı, Süleymaniye’yi bir avize, el-Hamra’yı halı olarak tasvir edersek; pencere söküldüğünde, kapı bozulduğunda, avize düştüğünde bütün bir ev idrakine sahip kişi için durum hemen fark edilecektir. Bu bütünlük fikrine sahip kişi için Yeni Camii’nin çalınan çinisi de Kapalıçarşı’nın duvarına çivilenen bir mağaza afişi de yurtdışına kaçırılan bir yazma eser de önem ifade edecektir.
Medeniyetimiz ile ilgili “Bütünlük ve Süreklilik” fikrine sahip biri için Dede Efendi, Tanburi Cemil Bey neyse, Âşık Veysel de odur. Afyonkarahisarlı meşhur hattatımız Ahmet Karahisarî neyse Arapların Galen’i olarak bilinen Hekim Ebubekir er-Razi de odur. İbn-i Haldun neyse Kâtip Çelebi de astronom Takiyyüddin de odur.
Sonuç olarak hat sanatı benim için müzayedelerde para eden, evlerde asılı duran levhalardan çok daha öte bir anlam ifade ediyor. Çünkü İslam, bir yazı medeniyetidir. Hat sanatı bizim için bütünün parçası, medeniyetin inşasıdır. Ayasofya’daki Kazasker Mustafa İzzet’in yazıları kadar Bursa Ulu Camii ve hatta mahallemizdeki harabe çeşmenin kitabesi de benim için önemlidir. Bu düşüncelerle, pandemi sürecini de fırsat görüp Hattat Emre Özdemir Hocamın yanına gittim. O da sağ olsun beni talebeliğe kabul etti. Henüz yolun başında olduğum hüsn-i hat serencamım, bu şekilde başlamış oldu.
Hat sanatı için alınması gereken temel eğitimler nelerdir?
Hocam, atölyesine gittiğimde kamıştan kalemi hemen elime tutuşturmadı. Haftalarca bana hüsn-i hat sanatıyla ilgili belgeseller, sempozyumlar, paneller, konferanslar izletti. Kalem ve yazı ile tanışmadan önce bu sanatın kültürünü, hikâyesini, usulünü ve ehemmiyetini idrak etmemi sağladı.
Hat sanatı eğitimi, bütün geleneksel sanatlarda ve kadim kültürümüzde ilim tahsilinde olduğu gibi meşk kültürü üzerine inşa edilmiştir. Yani talebe, hocasının dizinin dibinde rûberû (yüz yüze) ilmini veya sanatını meşk eder. “Musiki fem-i muhsinden öğrenilir” derken musikimizin çınarlarından rahmetli Bekir Sıtkı Sezgin de aslında meşk kültüründen bahseder. Yine kültürümüzde bulunan “İlim mahfil işidir.” sözü de bu minvaldedir. Yani ilim meşk etmek için aynı mekânda bulunmak olmazsa olmazdır.
Kültürümüzde; ilim ve sanatta, günümüzdeki anlamıyla mezuniyet, icazet sistemi ile olur. İcazet, aktif bir süreçtir. Ustası/hocası talebesinin yalnızca yeteneğine, azmine, sanatı icrasına kefil olmakla kalmaz; aynı zamanda onun ahlakına, dinine, yaşayışına da hayatı boyunca kefil olur. Talebesinin yanlış yola saptığını gören ustası verdiği icazeti aradan kaç yıl geçerse geçsin geri alabilir. Bu sebeple usta, hayatı boyunca talebesinden sorumlu; talebe de hayatı boyunca hocasının manevi denetimi üzeredir.
Hat talebesi öncelikle hocasının kaleminden çıkan “Rabbi yessir” duasının yazılışını taklit etmeye çalışır. Altı ay ile bir yıl arasında yalnızca “Rabbi yessir” yazılır. Bu, hem derslere giriştir hem talebenin hevesli mi yoksa gerçekten talipli mi, olduğunu ayırt eder hem de mealen “Rabbim kolaylaştır, güçleştirme…” diyerek yazıya başlarken ilahi yardıma da talip olunur. Bu bittikten sonra harflerin tek tek yazılışı üzerine çalışılmaya başlanır. Ben de şu an harflerin müstakil yazımı üzerinde meşkime devam ediyorum. Bir hattatın eser ortaya çıkarabilmesi için ortalama 8-10 yıl meşk etmesi gerekiyor.
Bu alanda uzun vadeli hedefleriniz nelerdir?
Uzun vadeli temennim, edindiğim bu anlam-değer dünyamı muhafaza ederek öncelikle iyi bir hekim olmak. Derdim çok güzel yazı yazmak, eser vermekten ziyade bu sanatın kültürünü öğrenmek ve gelecek nesillere imkânlar ölçüsünde aktarmak. Ne de olsa başta belirttiğim medeniyet tasavvuru ile baktığımız zaman Dede Efendi’nin “Yine Bir Gülnihal”i; Tanburi Cemil’in “Çeçen Kızı” neyse, 2021 yılında yazdığınız bir beste de aradan birkaç yüzyıl geçtiği zaman İslam düşünce tarihinin şu döneminde yazılan bir beste olarak vazedilecek.
Kayaçların geçmişi, insanın ise tarihi vardır. Ben köklerinin, tarihinin farkında bir hekim ve hattat olmak istiyorum. Yüzlerce yıllık tarih serencamında yerimi biliyor ve yalnız olmadığımı idrak ediyorum. Bir ağaç nasıl içinde bulunduğu ormana, habitata nispetle anlam ifade ediyorsa insan da tarihine ve köklerine nispetle anlam ifade eder, diye düşünüyorum.
Tıp eğitimi yoğun bir eğitim süreci ve tıp öğrencilerinin genellikle başka çalışmalara vakit ayırmakta zorlandığını biliyoruz. Mesleki eğitiminizle sanat eğitiminiz arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?
Tıp eğitiminin gününüzün tamamını doldurmaktan ziyade, zihni okul sınırları dışında da meşgul eden bir tarafı var. Bu sebeple birçok arkadaşımıza okul dersleri ve TUS sürecinin yanında ek ve alan dışı bir işle ilgilenmek, kitap okumak zor geliyor. Ancak ben alan dışı okumanın, sanatın, hobilerin insanın zihnini açtığını ve rahatlattığını düşünenlerdenim. Bunların, asıl alanımız olan hekimliği aksatmadan, onunla birlikte devam ettirilebileceğini düşünüyorum.
Sınıflarımı, finalsiz geçmek olarak adlandırılan yüksek ortalamayla geçmiş durumdayım. Örgün eğitime devam ettiğimiz zamanlarda da sınav haftası olsa, hatta sınavdan bir gece önce dahi olsa konferansları, konserleri ve tiyatroları kaçırmamaya gayret ettim. Mesela geçen sene “Afyonkarahisar Caz Festivalinde” tambur ve ney icracısı bir hekim olan Murat Salim Tokaç Bey’i canlı dinleyip sonrasında kendisiyle muhabbet etmek oldukça güzeldi.
Birer tıp hekimi olan Ahmet Süheyl Ünver ve Alâeddin Yavaşca, Ecz. Uğur Derman gibi hocalarımız asıl meslekleriyle birlikte onlarca sahada profesyonel olarak çalışmalarını sürdürmüş ve tarihe geçmişlerdir. Önümüzde hat, ebru, musiki, tezhip gibi farklı alanlara hâkim daha pek çok hekim örneği mevcuttur. Ben de tıp ile farklı sanat dallarının beraber yürütülebileceğini düşünenlerdenim.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.