Esyaya Sinen Ömrümüzün Rüyası...

Esyaya Sinen Ömrümüzün Rüyası...

"Rüzgarda uçan tüy bile benim kadar hafif değil" der, Ahmet Hamdi Tanpınar çok bilindik şiirlerinden birinde. Biz insanlar böyle hissederiz kimi zaman. Bir tüyün bile bizden hafif olmadığı zamanlar vardır mutlak. Ara ara. Ama ayrılıksa hep ağırdır insan yüreğine; bir kurşun gibi deler geçer gün be gün her saniye... Ve ayrılığın ağırlığını, bir gülüşün felaketliğini şöyle anlatır Tanpınar, bir şiirinde. "Ayrılık kurşun kadar ağır, gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın..." Kaybetmenin erkenliğinden dem vururken Tanpınar; sevmek için, belki de yeniden sevmek için geç kalınmışlığının hüznünü yaşar ve yaşatır okuyan her insanın hücrelerinde. O kahreden gurbet, "bir adın kalmalı geriye" dedirtir yeri gelince, dağları oynatır yerinden, hallaçlara pamuk attırır fütursuzca... Şehre yağmurlar yağdırır şair sevince tüm benliğiyle, o hep kavuşma ümidini ve bir buselik fikrini geçirmez insanın fikrinden... "Bekleyeceğim" dedirtir: "Bugün nişanlansan, yarın evlensen Benden başka binbir kişi sevsen Hepsiyle ayrı ayrı izdivaç görsen Bir gün dönersin diye bekleyeceğim" Ama bitmez aşkın türküsü, türküler ölmedikçe.Ve anılar bir rüyadır adeta, uyanıkken gördüğümüz. Anılar siner eşyanın ruhuna. Eşyanın da ruhu olur mu deme, olmaz olur mu hiç? Kulak ver şaire: "Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde, Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner." Anılardır bizi yaşatan, ayakta tutan. Biraz mutluluk, biraz elem verir. İşte o noktada, "Düşünme" der Ahmet Hamdi Tanpınar "Düşünme, mevsimi inleten rengi. Elemdir mest etsin ruhunu"... Ve üstadın bu dizesi karşısında eleme teslim eder insan kendini. Çünkü yalnız değildir, iki bakış arasındaki çıldırtan hüznü yaşayan. Bilirsin ki artık "Umutsuzluk içindeki karanlığa son ıslık" olan aşka ilk düşen sen değilsindir... Tenden bedenden sıyrık, çocukların içinde yaşadığı o çığlık, histen nefesten bir varlık olan aşka düşen ilk sen değilsindir. Teselli eder Tanpınar seni, okşarken kırgın saçlarını... "Benden sor sırrını bu boş yolların Benden sor ve benden dinle akşamı... " der bir sandalye çekerek yamacına... Uzun uzun anlatır sonra sana, yarin bastığı eşikte bir kalbinin olduğunu, kalbinin uzak bir hayale ağladığını, zalim arzularla tutuşan etinin, her akşam bir çarmıh olduğunu, saatlerin bir işkence, günlerin bir cellad olduğunu... En büyük ölümün geçen zaman olduğunu fısıldar kulağına... Ve göçüp gider sana bin nasihat ettikten sonra: Geride bir iz bırakarak... Düşünesin diye şunu yazdırır mezar taşına:   "Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında..."

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.