Turan Akkoyun

Turan Akkoyun

ENTRİKANIN ZİRVESİ

İmajlar davranışları doğrudan yönlendirmektedir. İnsanları yönlendirmenin bir yolu da kabule hazır imajları ortaya çıkarmak ve yaymaktan geçmektedir. Türklerin Anadolu'ya gelmesinden çok önce Türkistan'dan - Orta Avrupa'ya ve Ortadoğu'ya kadar Türklüğün belleğinde olumsuz bir Bizans imajı zaten vardı. Bizans dayandığı temellerden dolayı kendinden olmayanlar, -'barbar' olarak isimlendirdiği toplulukları birbirine düşürmek-, için oldukça ince bir dış politika geliştirmiş bunda son derece başarılı olmuştu. Tarihi yönlendiren bir kültürün bu kirli siyasetten haberdar olmamasına imkan yoktu. İskitler, Kimmerler, Hunlar, Bulgarlar, Peçenekler, Kıpçaklar, Kumanlar, Avarlar, Hazarlar, Oğuzlar, Gök Oğuzlar, Müslüman Araplar  Bizans'ın geleneksel var olma felsefesinden paylarını en acı şekilde aldılar, köşelerine çekilmek zorunda kaldılar. Battal Gazi, Danişment Gazi, Çakan Bey, Şehzade Orhan ve daha nice mertlik sembolü kahramanlar, Ortaçağ boyunca defalarca tekrarlanan kapkaranlık senaryoda ancak figüran olabildiler. Oysa başroldekileri gölgede bırakacak idealleri, dünyayı belki de tarihi değiştirecek sevdaları vardı. Ortodoks Kilisesi, şaşaa, gösteriş, zevk, sefa, zenginlik, saltanat, merkezi düzen görüntüsü arkasına saklanmış tiksindiren eğlence, şöhret, entrika, zorbalık, sözünde durmama, yalan, dolan, kalleşlik, sahtekarlık, hilekarlık, düzenbazlık, karaktersizlik, oyun içinde oyun, ayak oyunları yanında hamleleriyle karşı tarafı birbirine düşürme, sağ gösterip sol vurmanın sonunda her türlü melanetin kaynağının orada görülmesi; kültürümüzde derin ve kalıcı izler bırakmıştır. Böyle bir hususun, halkın anlık eğlencesi perdeye yansımaması mümkün değildi. Köy odalarında tekrarlanan, mektep kitaplarında anekdot olarak yer alan, piyeslerde zikredilen, idealistlerin hafızalarında yer eden, skolastik dönemi temsilen kalan surların çağrıştırdığı konuların fantastik senaryolarla süslenip canlandırılması hep yakın hedefte bulunmuştur. Yönetmenlerin hayalleri en az Çakan Bey'in, II. Sultan Mehmet'inkiler kadar zihinlerini uykusuz bırakmıştır. Gerçekten Türk sinemasında çok defa Bizans'ın kültürü izleyicimizin önüne sunulmuş ve kötü imajının devamına katlı sağlanmıştır. Elbette İzleyiciye kendinden de bir şeyler vermek gerekmektedir. Bunları her filmde bulmak mümkündür. Battal Gazi, Kılıç Arslan, Kara Murat, Ulubatlı Hasan, Malkoçoğlu, İstanbul'un Fethi isimli ya da konulu filmlerde hep Bizans-Türk karşılaştırılmasıyla seyirci muhatap olmuştur. Perdede kendisine sunulan ile tarihte kendisine kurulan arasında bir "yazgı" bağlantısı kurmuş, ya kabullenmiş ya da içinde hep taşıdığı gibi başkaldırının özlemini hissetmiştir. Sinema, Türklerin çok eski bir tarihinin olduğunu da belleğinin derinliklerine yerleştirmesini sağlamıştır. Ciddi anlamda teknik, hatta yazım problemlerine karşın izleyici Anadolu'nun ikinci ana vatan olmasını, İslam öncesinde köklü bir tarihe, haksızlık karşısında hakkı temsilen hep direnen bir ferdi mizaca sahip olduğunu, her an baskına hazır bulunması gerektiğini, yerine göre alkışlayarak yerine göre gözü yaşlı yerine göre de yine mi tarzında tepkilerle salondan çıkmakta ama hep ilgi göstermektedir. Çocukların gelişim çağında belki de sadece eğlence amacıyla götürüldükleri bu tarz fantastik filmler, sistemli bir şekilde kurulan tuzaklara, tertiplenen entrika ile hilelere maruz kalanların kurtarıcısı olma hayallerini perçinlemiştir. Zirve yapan entrikanın bir tek kişinin zihni ve kılıcına boyun eğmesi, ardından durumun sıradanlaşması tekrar eskiye dönüş Türklerin yaylalara geri dönüşünü andırmaktadır. Daha çok Türkistan ve Altay konuları, sadeliği, cesareti, haksızlığa başkaldırı davranışları ile karşımıza çıkan Karaoğlan filmlerinde, kahramanımızın yolunun Bizans'a düşmemsi zaten mümkün değildi. Filmler aynı kahramanların etrafında dönüp durduğundan yanında ek bir başlık afişe edilmiştir. Afişler seyirciye hitap ettiğinden onun dikkatini celp edecek şekilde dizayn edilmekte ve dizilmektedir: Bizanslı Zorba da bu düşüncelerle çekilmiş, tarihi ve fantastik film severlerin beğenisine sunulmuştur. Gerçek tarihte de nice umutsuzların, tüccarların, dünyayı fethe yeltenen kahramanların gönüllerini efsanevi Kostantaniyye süslemişti. İnanç ufuklarında da 700 yıldan daha fazla bir zaman diliminde "ilahi müjdeye nail olabilmek", "müjdelenen kahraman" sıfatını alabilmek adına Bizans'ın "kahbe"liğini ortadan kaldırabilme ateşi, dimağları yakıp dağlamış bitirmişti. Bu yolda erimeyi bir görev sayanların sayısı da bir hayli fazladır. Aslında fantastik kahramanımız dolaylı olarak Bizans'ın peşine düştü. Önceliği yine yalancı, sinsi, sahtekar, hilekar, düzenbaz, entrikası zaten meşhur dünya almıştı. Dünyayı değiştirmenin yolu, onu besleyen, dolayısıyla ondan beslenen kanalları kapamak veya ortadan kaldırmadan geçiyordu. O alemin kendi içinde de adaletsizliğine başkaldırının olmaması düşünülemezdi. Ona güç veren şahıslar, kurumlar sinsiliğin ortaya çıkardığı gösterişli, yaldızlı ama bir o kadar da insanı ve insani değerleri öğüten sistemi kendi ihtirasları için bir kazanım görmekten çekinmemişlerdi. İnsanoğlu her ne kadar parıltının arkasındaki sahtekarlığa kapılsa da, içinde var olan hakkı temsil etme çizgisinde olanlar aslında işin nereye gittiği görmekteler ama ne zaman biteceğini çözememektedirler. Zira Şehrin papazı yaşlı Mihail ömrünün ahirinde bir kız evlat sahibi olmuş, belki de oyunlarla dolu dünyalarından çıkışı göremediğinden bunu gizlemiş, gün yüzüne çıkarmamıştı. Ancak evladının gönlünü gizlemek mümkün olmamıştır. Gönül kuşu çoğunlukla düz çizgide uçmaz. Hemen bütün insan kütlelerinde böyle olmuştur. Oysa makam ve saltanatın ortaya çıkardığı sorumsuz, kontrolsüz güç de elde edemediğini acımadan yok etmiştir. Canavarlıkla izah edilse de bu yolda ilerlemekten kendilerini uzak tutamamışlardır. Erkekler arasında savaşçılık, vuruşma, yalnızlığa mahkum etme, başka meşgale çıkarma; ordular arasında zafer, kadınlar üzerinde hakimiyet asla hiçbir şey değişmemektedir. "Madem sen yoksun .." ile başlayan sonlar taraflar için sürekli karanlık olmuştur. Öncelikle ihtiyar Papaz kızının gönlünü kaptırdığı kişi, çok uzaklara sürülür. Gözden ıraklaştırılarak gönülden de uzaklaştırılacağı sanılır ama gönül vazgeçmeyince önce sevdiğinin kellesi gider. Öyle ortada bir sevgi varsa ilk verilmesi gereken, ortaya konulması gereken candır. Ardından nasıl olsa başka bir alternatif üzerinde durulacaktır. Ancak sevginin bayağılaşmadığı dönemlerde o tektir, tek kişiye aittir. Hatıraları unutulmamalıdır. Bu yolda nice kültürlerde mitolojik anlatımlara karışıp bugüne ulaşan sevdalar bulunmaktadır. Sevilen şahsının tepsi içinde kellesinin gösterilmesi de tutku yok etmez bilakis keskinleştirir. Ortamdan uzaklaşma yıllar sürer karşımıza saçları ağarmış, ama asla tutkusu sona ermeyen bir şekilde yansır. Yemen'de, Trablusgarp'de, Makedonya'da, Sarıkamış'ta, Filistin'de, Çanakkale'de, Galiçya'da kalanların arkasındakilerde durum farklı olmadığından bu durum izleyicide yankı bulur. Bundan sonrası yıkılmış gönlün barınağı; aynı şekilde yıkılmış, metruk, kuş konmaz kervan geçmez bir mekan olur. Belki de başka tutkuları yerine getirmek için başkalarının yolu oraya düşene kadar metruk binada nasıl beslenirse öyle bir halde yıpranmış beden, ümidini yitirmiş insan olarak yaşamak denirse öyle yaşanılır. Olağanüstü şartlardaki gelişmeler elbette yine olağanüstü durumlarla kesintiye uğrar aksi takdirde sonrası herkesin malumudur. Yağmurlu bir havada metruk binaya sığınmak isteyen yeni yabancılardan birisi artık bizim kahramanımızdır. Yanında da yoldaşı Baybora bulunmaktadır. Meçhullükler ve gariplikler içinde başka diyarlara gitmiş metrukün eski sahibi, onları kilitli kapı ardında bırakıp sevdiği hatırlatan başsız kuklasıyla karşılaştırır. Gariplikler içinde meydana gelen yangın kuklayı yakar. Oysa yüreğinde yanan, kellesi alınan kalbinin bir parçasıdır. Kahramanımızın temposu yükselir. Yangından, kilitten kurtulduğu gibi hatun kişiyi de gömülü olduğu kabus mezarından çıkarır. Artık sefer vakti gelmiştir. Hedef: entrikaların, kalleşliklerin, kahpeliklerin, ihanetlerin, soysuzlukların, rezaletlerin, kepazeliklerin, zulümlerin, hergeleliklerin, her türlü melanetin gösterişli ve gizemli merkezi konumundaki şehirdir. Onları kim durdurabilirdi ki. Kepazelikler içindeki yönetimde her ne hikmetse bütün filmlerde papazlara büyük saygı gösterilmektedir. Bu da Hıristiyanlığın özünden uzaklaşmanın perdeye yansımasıdır. Fantastik kahramanlarımız da bundan yararlanarak güç duruma düştüklerinde çıkışı o kılığa bürünmekte bulurlar. İzleyiciyi çekme, eğlendirme belki de oyalana adına tarihi filmlerde de bazı sahneler de eklenir. Öyle ya sanat yapmaktadırlar. Sanatın içinde de zevk olmalıdır. Zevk, sefanın boyutunu beyinden ziyade reyting belirlemektedir. İzleyiciyi de çekip kasayı kuvvetlendirmenin bir yolu olarak da düşünülmüş olabilir.  Ya da yakın gelecekteki ahlaksız kapının kilidini açabilmek için ortalığa anahtar bırakmak .... Bizans'a girildiğinde yine papaz kostümü sahne alır. İlkinde genelde işe yararken bu defa yük getirir. Fantastik film olur da zindan olmaz mı hem de defalarca. Hem de bir araya gelmesi mümkün olmayanlarla. Zira zindanlar bir iletişim, haberler, buluşma ve kavuşma yeridir. Yıllardır unutulanlar oradadır. Hemencecik bulunuverir. İşkence, kırbaç, ihanet, oyun, plan hepsi zindan da alabildiğince hüküm sürmektedir. Zorba ve zorbalık karşısında artık Karaoğlan'ın sahne alma zamanı gelmiştir... Doç. Dr. Turan AKKOYUN Afyon Kocatepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü Başkanı

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Turan Akkoyun Arşivi

UYUM

17 Nisan 2016 Pazar 18:09

KONAK

28 Mart 2016 Pazartesi 09:20