Mehmet Ünal Taşpınar

Mehmet Ünal Taşpınar

“EMEKLE BİTER YEMEK”

Uzunca bir yazı okuyacaksınız. Sabredebilirseniz tabii… Suudi Kaşıkçı’dan, ezilen kitle olmak, baskılar, sendikalaşmak, halk mücadelesi, işçi sınıfı,  Sokrates, Cezayirli Cemile, dolayısıyla da olsa kadın… ve unutturulmaya inat hatırlamak! Şu sıralarda memleketin değil tüm dünyanın konusu “Kaşıkçı” konusu. Neydi Kaşıkçı konusu?

“Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'dan, Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'na girdiği 2 Ekim'den bu yana haber alınamıyor. Türk yetkililer, Kaşıkçı'nın öldürüldüğü ihtimali üzerinde dururken, Suudi yetkililer ise bu iddiaları yalanlıyor.” (BBC News Türkçe, 10 Ekim 2018, 14.20)

Bütün bunlar “nedir, ne olacak, ne olabilir?” konularını hep birlikte medyadan takip edip öğreneceğiz. Tabii ki hepsi bizim meselemiz. Ben uzun zamandır göze getirilmeyen, ülkenin uyuşturulduğu EMEK konusundan DEM VURMAK istiyorum. Çünkü her yerde olduğu gibi medya da afyonlanmış, korkutulmuş, uyuşturulmuş, uyuşmuş durumda. Her birinde ne hikâyeler var dedirtecek MESELELER yaşıyoruz şu anda. “Ezilen kitleler, baskıya uğrayan milyonlar, sömürülenler, anası ağlayanlar örgütlü olmadığı müddetçe hiçbir çözüm ufukta görünmüyor.  Çözüm, sendikasından siyasi par-tisine, sivil toplumuna kadar “yepyeni ve birleştirici bir ruhla” örgütlenmek ve medyanın üzerindeki ölü toprağını silkelemesi ile mümkündür.  Neredeyse tüm kale burçları tek tek işgal edilmiş ve iktidar eline düşmüş medyayı savaşıp geri almadan, düzeni savunmayan esir olmayan siyasi partilerin yönetimlerini sağlıklı alternatiflerle değiştirmeden, emekçilerin gerçek emek örgütlerinde sendikal örgütlenmesini sağlamadan kimse bu iktidardan kurtuluş olabileceği rüyasını görmesin.” (Zafer Arapkirli, Manzara-i umumiye ve çıkış yazısından, Cumhuriyet 8 Ekim 2018) Kendi çıkarları yerine ya ülkedeki ve dünyadaki magazin konuları ya ülkenin su/sabun konuları ya da zaman öldüren gereksiz, basit parti kavgalarıyla gündem doldurmak, değiştirmek durumları... “… Hâlbuki daha ortalıkta emperyalizm tartışmaları yokken Marx, monarşilere karşı Cumhuriyetçi halk hareketleriyle başlayan 1848 devrimlerinden Paris Komününe kadar uzanan gelişmelerle ilgili çalışmalarında, etnik bir özellik atfetmeden kullandığı ulus kavramının içeriğinin onu benimseyen sınıfın, sınıflar ittifakının çıkarlarına göre belirlendiğini anlatıyordu. Gerçekten de, Manifesto ’da vurgulandığı gibi, işçi sınıfının vatanı yoktu ama proletarya ulusaldı. Proletarya (siyasi mücadele içindeki işçi sınıfı) kendi çıkarlarını ulusun çıkarları katına yükseltebilir, “ulus” adına, iç ve dış güçlere, dış güçlerin işbirlikçilerine karşı, bir “halk” mücadelesinin önderliğini üstlenir, böylece ‘ulusal’ olanın içeriğini belirleyebilirdi. (Engin Yıldızoğlu, Küreselleşmecilik-Ulusalcılık yazından, Cumhuriyet 8 Ekim 2018) Diyeceksiniz ki ağır koşullar var. Hapishanelerde yer kalmadı. Hepsi doğru! İşte bu yüzden yazının başlığına EMEKLE BİTER YEMEK dedim. Her şey gibi aşk da, iş de, emek de inanç ve çaba gerektirir. En sonu ölümdür. Ötesi yok! İşte Kaşıkçı olayı önümüzde. Tahmin edilen doğru çıkarsa ‘ölüm’, ötesi var mı? Bilinen hikâyeyi tekrarlayacağım: “Sokrates, yargıçların verdiği ölüm kararını büyük bir soğukkanlılıkla dinler ve acı acı gülümseyerek: “Eğer biraz beklemiş olsaydınız, ölümüm tabiat kanunu gereği kendiliğinden gerçekleşecekti. Görebileceğiniz gibi yaşım ilerledi. 70 yaşındayım. Bu uzun bir ömürdür. Bugün dünyamızda 50 yaşını gören insan azdır. Şimdi hepinize değil ama yalnızca beni ölüme mahkûm edenlere söylüyorum: Sizin istediğiniz gibi konuşup yaşamaktansa, kendim gibi konuşup ölmeyi tercih ederim. Katillerim olan sizlere bildiriyorum ki, benim dünyadan ayrılmamdan hemen sonra bana verdiğiniz cezadan çok daha ağırı sizleri bekliyor olacaktır. Sizi suçlayanlardan kaçabilmek ve yaşamlarınızın hesabını vermemek için beni öldürtüyorsunuz. Ama sonuç beklediğiniz gibi değil, bütünüyle başka türlü olacaktır. Eğer insanları öldürerek birinin sizin kötü yaşamlarını kınamasının önüne geçebileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu kaçış yolu ne olanaklı, ne de onurludur. Fikirleri, düşünceleri öldüremezsiniz! En soylu kurtuluş yolu başkalarını ortadan kaldırmak değil ama kendini değiştirmektir.” Böyle konuşan Sokrates, ölümün aslında bir iyilik olduğunu düşünür, “Bunu ummak için çok büyük bir neden var” der ve şöyle devam eder: “Ölüm şu iki şeyden biri olmalıdır: Ya bir hiçlik ve hiçbir şey duymama durumudur... Ya da dedikleri gibi ruhun bir değişimi ve bu dünyadan bir başkasına geçiştir. Şimdi eğer hiçbir şey duyulmadığını ama düşlerin bile rahatsız etmediği bir uyku gibi olduğunu düşünüyorsanız, ölüm anlatılamayacak kadar büyük bir kazanç olacaktır. İddia edildiği gibi gerçekten öbür dünya varsa, o dünyada, ne olursa olsun, bir insanı düşündüğü ve sorular sorduğu için öldürmezler. Beni ölüme mahkûm edenlere kırgın değilim. Her kişi yaratılıştan iyidir. Kimse bile bile kötü değildir. Her kötülük bilgisizlikten gelir! Cahil insanlar kendilerine bile düşmandır, başkalarına karşı iyi olmaları nasıl beklenebilir?  Sadece iyi bir şey vardır: Bilgi... Sadece kötü bir şey vardır: Cehalet!  Onlar gerçekte bir hiç iken, bir şeymiş gibi davranıyorlar. Bana hiçbir kötülük yapmış değiller. Gerçi beni mahkûm etmekteki amaçları kötülük yapmaktır ama yine de onların bana iyilik yaptığını düşünüyorum. Benim için en iyisi şimdi ölmek ve sorunlardan kurtulmaktır.  Ayrılma saati geldi ve hepimiz kendi yollarımızda gidiyoruz. Ben ölmeye, siz yaşamaya... Hangisinin daha iyi olduğunu yalnızca Tanrı bilir!”  Çok uzun bir yazı oldu, biliyorum ama diyeceklerim henüz bitmedi. Giyotine kahkahalarıyla meydan okuyan kadın: Cezayirli Cemile’den bahsetmeden bu konu kapatılamazdı. Yazının başlığındaki YEMEK yenemese de başkaları için EMEK gerektiğinin bilincinde olanları unutamayız. Fransız sömürgesi altında Cezayir’de bir mahkeme. Cemile Bouhired yaralı ve işkence görmüş halde hâkim karşısında. Karar: Giyotinle idam. Salonda herkes gözyaşlarına boğulurken, idam cezası verilen 22 yaşlarındaki orta boylu esmer kadın kahkahalarla gülmeye başlıyor ve herkesi şaşkına çeviren kahkahalarının ardından tarihe geçecek şu sözleri söylüyor: “Bizi öldürmekle Cezayir’in bağımsızlığına kavuşmasını engelleyemeyeceksiniz.” Unutturulmaya inat hatırlamak.
  1. yüzyılın ortalarında Fransız sömürgeciliğine karşı verilen Cezayir bağımsızlık savaşına binlerce kadın katıldı ancak, katılan erkekleri yazan eril tarih kadınları unutturmak için özel bir çaba sarf etti. ‘Ezilenlerin tarihi biraz da unutulmaya karşı direnmektir’ sözünün doğrulamasındaki gibi özgürlüğün parlak yıldızlarından olan Cemile Bouhired (Djamila Bouhired), önce sömürgeciliğe direndi ardından ise ülkesinin erkekleşmiş tarihinin unutturmaya çalıştığı hafızalara karşı hala direniyor.
Cezayir’in isimleri özgürlükle özdeş kadın kahramanlarından Cemile, hakkında çok az şey bilinmesine ve bu günlerde unutturulmaya çalışılmasına karşın, adını bir coğrafyada kendisinden sonra gelen kız çocuklarına gururla verdi. (Bizdeki bir zamanların Kemal, Ecevit… gibi toplumun sarıldığı isimleri hatırlatıyor.) Ölümü kahkahalarla karşılayan kadındı O ve özgürlük savaşını verdiği ülkenin yöneten erkinin ütopyasından uzaklaşmasına karşıda yeni mücadele biçimleriyle adından söz ettirdi. Cemile’nin hikâyesi 20 yüzyılın en önemli bağımsızlık mücadelecilerinden olan Cemile’nin hikâyesi, 1930’da, Cezayirli bir yöneticinin Fransız temsilcisine hakaret etmesi sonucu Fransa’nın ülkeyi işgal etmesi ile başladı. Takip eden beş yıl içinde ülkenin verimli topraklarına el konuldu ve Fransız yerleşimcilere tahsis edildi. Cemile 1935 yılında Cezayir’de doğdu ve orta-sınıf bir ailenin çocuğu olarak yetişti. Çocukluk ve gençlik yıllarında ülkesi işgal altındaydı. Cemile henüz 10 yaşındayken 1945 yılında Fransa II. Dünya Savaşı’nın sona ermesini fırsat bilerek Setif’de Cezayirlilere karşı büyük bir katliama girişti. Tarihe ‘Setif Katliamı’ olarak geçen bu kara gün, Cezayir halkının bağımsızlık arzusunu daha da alevlendirdi. Özellikle bu katliamdan sonra çoğunluğu öğrenci kökenli olan Cezayirli gençler Ulusal Kurtuluş Hareketine (FLN) katılmaya başladı. ‘Annemiz Fransa değil, Cezayir’ Cemile’nin ilk isyanı da sömürgeciliğin asimilasyon politikasına karşı oldu. İlkokulda her sabah okutulan ‘Annemiz Fransa’ marşını ‘Annemiz Cezayir‘ diye okuduğu için okuldan uzaklaştırıldı. İşgal altında büyüyen Cemile tanıyanlarda etki bırakan bir karaktere sahipti. “Ömür boyu hapistense idam daha özgürleştirici bir seçenektir” diye işgalciye meydan okuyan Cemile ilk gençlik yıllarında bağımsızlık savaşçılarına katıldı. FLN’nin ‘fedailer’ grubunda yer alan Cemile istihbarat dâhil birçok alanda önemli görevler üstlendi. Cezayir’deki bağımsızlık mücadelesine Fransa’nın sömürgesi altındaki ülkede 800 binden fazla yerleşim yeri yakıldı ve iki buçuk milyon insan savaş sonucunda yerlerinden edildi, bir milyondan fazla kişi ise bağımsızlık savaşında yaşamını yitirdi.   ‘Her çocuğun feryadı benim feryadım’ “Ülkemin her çocuğunun feryadı benim feryadımdır” diyen Cemile, sömürgeciliğe karşı verilen direnişte hep ön saflarda yer aldı. FLN savaşçısı olan Cemile, bir Fransız lokantasına bomba yerleştirmekle suçlandı ve 1957 yılında yaralı halde tutuklandı. “Cezayir’de bir kadın kahraman yaratmak istemiyorum” diyen Fransız hâkim, Cemile ile gizli bir görüşme yaparak, “Doktor kontrolünde sana akıl sağlığının yerinde olmadığı raporu verelim serbest bırakalım” teklifinde bulundu. Simon kız kardeşi Cemile’yi yazdı Bunu şiddetle reddettiğinde ailesiyle birlikte 23 gün ağır işkenceye maruz bırakıldı. İtirafa zorlayan Fransız askerlerinin sorduğu soruları yanıtsız bıraktığı için tecavüze uğradı, cinsel işkenceye maruz bırakıldı. Simon De Beauvoir, Cemile’nin hikâyesini kaleme aldığı yazısında, “Bir kadının bedeninin savaş aygıtı haline getiren ülkemden utanıyorum. Cemile’ye şiş ve copla tecavüz eden askerler beni savunuyor olamaz. İşgali ve sömürgeciliği sürdürmek için ben Fransız vatandaşı olarak hiçbir postala yetki vermedim. Ben işkencecilerin yanında değilim, kız kardeşim Cemile ile birlikte Cezayirliyim” diyordu. ‘İşgalciye haddini bildirdim’ Mahkemeye çıkarıldığında uğradığı işkenceleri anlatan Cemile Fransızlara şöyle meydan okumuştu: Hâkim: Sen bir Fransız’sın Cemile: Hayır ben Cezayirliyim Hâkim: Sen bir suç örgütü üyesisin Cemile: Ben direniş örgütü üyesiyim Hâkim: Sen bir suç işledin Cemile: Hayır sadece işgalci hainlere haddini bildirdim…   İki ayrı bombalı eylemle suçlanan Cemile hakkında giyotinle idam edilmesi kararı verildi. Mahkeme salonunda karar açıklandığında yakınları ağlamaya başladı ancak Cemile hâkimin gözlerinin içine bakarak kahkahalar atmaya başladığında herkes şaşkında döndü. Ardından meydan okuyan şu sözler söyledi: “Bizi öldürmekle Cezayir’in bağımsızlığına kavuşmasını engelleyemeyeceksiniz.” Fransız yargıcın korktuğu başına geldi “Kadın kahraman istemiyorum” diyen Fransız yargıçların korktuğu başlarına gelmişti ve Cemile kadın bir kahraman olarak tarihteki yerini almıştı bile. Dünyanın dört bir yanında cezasının kaldırılması için kampanyalar başlatıldı. Modern feminizmin en önemli teorisyenlerinden Fransız filozof ve yazar Simon De Beauvoir ‘Kadınlığımın Hikâyesi’ adlı otobiyografik eserinde Cemile’nin hikâyesine yer verdi. Hatta Simon De Bouvoir’ın Cemile’nin tutukluluk koşullarıyla ve gördüğü işkencelerle ilgili yazdığı bir yazının Le Monde gazetesinde yayınlanmasının ertesinde, gazete Cezayir’de toplatıldı. Simon yazdığı makalede Cemile’nin maruz bırakıldığı cinsel işkenceyi anlattı ve hakkında verilen cezanın kaldırılması için başlatılan kampanyalarda aktif yer aldı. Bağımsızlıkla özgürlüğüne kavuştu. Kamuoyu baskısı nedeniyle Cemile’nin idamı 1958 yılında müebbet hapse çevrildi, 1962 yılında Cezayir’in bağımsızlığına kavuşmasının ardından ise serbest kaldı. Bağımsızlığın ardından kadınlar için çalışmalar yürüten Cemile, ülkesindeki iktidarların uygulamalarını ütopyasından uzak bulduğu için bir süre sonra siyasetten çekildi. 8 Mart’ta Gazze için yola çıktı Hayatı ‘Cezayirli Cemile’ adıyla filme çekilen Cemile hakkında birçok biyografi kitabı bulunuyor. Filistin’in bağımsızlık mücadelesine destek veren Cemile en son olarak 8 Mart 2014’te Dünya Kadınlar Günü’nde dünyanın birçok ülkesinden 80 kadınla birlikte Gazze ablukasına karşı başlatılan yürüyüşü organize etmişti. Cezayir’de mütevazı bir hayat süren Cemile’nin adı hâlâ ülkesinde yeni doğan kız çocuklarına özgürlükle özdeş verilen isimlerden. Cemile’yi en iyi anlatan dizeleri ise ünlü Arap şair Nizar Kabbari kaleme almıştı: ….Adı, Cemile Bir tarih bu Yazar ülkem onu Korur çocuklarım onu Bir kadının tarihini ülkemden Giyotinin soğuttuğu Fethetmişti güneşi Bir kadın…” ><><><   ><><>< Şu cümleyi beğendim: “Özgürlük savaşını verdiği ülkenin yöneten erkinin ütopyasından uzaklaşmasına karşıda yeni mücadele biçimleriyle adından söz ettirdi.” Dedik ya EMEKLE BİTER YEMEK. Emek verenler unutulmuyor işte: “hâlâ ülkesinde yeni doğan kız çocuklarına özgürlükle özdeş verilen isimlerden.” Kaşıkçı’dan başladık, nerelere geldik. İsteyen istediği sonuca varsın. Bir hocamızın deyimiyle bitirelim: Hoşça kalın, dostça kalın.   MEHMET ÜNAL TAŞPINAR  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Ünal Taşpınar Arşivi