Mehmet Ünal Taşpınar

Mehmet Ünal Taşpınar

ÇUH ÇUH

Beklenen trenin gelişine az kaldı. İstasyonda gelen, giden, manevra eden birkaç tren var ama beklenen gelmedi daha. Beklenen diyorum; bu treni benimle beraber -sözde bana sezdirmeden- neredeyse bütün istasyon çalışanları beklemekte… Beklenen tren gelecek, herkes benimle birlikte sevinecek. İşte mektubu… Bugün. Trende olacak. Öğleye doğru. Trenler ne kadar kara. Kara tren dedikleri kadar var. Buharı dumanına karışıp istasyondaki binaları kaplıyor. Bazen binaları göremez oluyorsun. Sis çökmüş gibi. Silindir kafasının üstünden buhar verirken bir de canhıraş ötüşü var ki "imdat! Yangın var!" diye bağırasım geliyor. Benim de bu kadar erken gelişime ne demeli? Ne vardı sanki bu kadar erken gelecek? Simitçi bile gelmemiş henüz… Bir sıcak simit iyi giderdi şimdi. Büfeden de çay! Vakit geçer çay, simit derken. Çok çirkin şu tren. Önde iki, tepede bir parlak göz. Parlak ve patlak göz.  Canavar gibi geliyor.   İs kokuyor her taraf. Benim beklediğim tren böyle değildir. Şirin. Sevimli. Yolcusuna göre; kibar, narin. Düdüğü bile başkadır mutlaka. İs değil, mis kokar. İsin, dumanın içinde kaldı her yer. Kömür karası, ömür karası demişler ya, o misal.  Tren yolları… Nereye kadar gider ki bu yollar? Nereden gelir beklenen tren biliyorum; nereye gider onu bilmem. Şimdi sisin arkasından çıkar. Kara mıdır, ak mıdır; çıkar üstüne, öperim o treni. Hele bir gelsin. Simitçi geldi. Simit kokusu bir başka. Mis gibi kokuyor. Simitçiyle oyalanıp kaçırmamalı treni. - Bir simit. Büfeden sıcak çay. Gözüm yolda, kulağım seste olmalı. Hayır; gözüm dumanda, buharda, siste; kulağım seste olmalı! Anons ederler belki! Olsun kaçırmamalı. - Bir çay alabilir miyim, lütfen? Çay ne sıcak! Oh! İçim ısındı. İşaret veriyorlar, şu tren de gidiyor demek ki. Ötedeki tamir mi yapılıyor, ne; çok uğraşıyorlar trenin orası burasıyla. Bir dakika, tren anonsu galiba! Yok, çanta bulunmuş, onu söylüyor. Gitmemiş o tren, manevra yaparmış; geri geldi. Makas değiştirmiş. Bu kadar yavaş mı gelir trenler? Bana uçar gibi gelmişti hep! Birinci mevkide geliyordur beklenen, öyle olmalı. Yakışır! Ben gelirken hep ikinciyi kullanırdım. Onunkinin koltukları yumuşaktır, perdeleri temiz. Belki yataklıda geliyordur. Sormalıydım; yataklı vagon taa uzakta durur. Kalabalıkta göremez; kaybedersem? Neyse, oldu artık. Anons ettiririm olmazsa... İyi ama valizleri, eşyaları? Nasıl indirir yalnız? Mektupta yazmalıydı. Falan vagon, filan numara diye. Sadece "Salı, öğleye doğru." iyi ki başka bir istasyon yok burada. Salı, Salı, tamam da; saat kaçta? Bekle bekleyebildiğin kadar şimdi. Ben de düşünemedim ki. Yol hâli deyip geçtim. Yine de beklemek güzel. Beklemeye değer. Beklenene değer… Bu gidişle trenci olacağım galiba. Tren yollarına işe mi girsem? Sefertasıyla trene; sefer tasıyla trenden… Yeterince gidip geldim ne zamandır. Bu defa da gelmezse!.. Kesin istasyonlardan birine  işçi yazılırım o zaman.. Bir simitçi daha gerekir mi ki buraya? Simit bitti. Çay da! Biraz üşüdüm ama az kaldı. Sorsam mı, kaçta gelecek bu tren? İstasyon görevlileri ezberlemişlerdir beni. Simitçi, gazozcu, şekerciler “Yine geldi”  diyorlardır. Hele beklenen gelsin. Danışmanın olduğu kapıdan çıkaracağım. Kırk liram var nasılsa. Fayton bile tutarım. Önce herkesin istasyondan çıkmasını, istasyonun boşalmasını bekleriz. O arada bir sıcak çorba, şurda... İçimiz ısınınca faytona atlar, gideriz. Çorba kaç lira ki; bilemedin bir lira ikisi. Beş lira tutsa bizim oraya fayton. Kırk lira… ohoo…  Çok para. Yeter de artar bile. Lokomotiflerin manevrası öldürecek beni. Ne çok gidip geliyor bunlar. Bu olmasın? Hayır; onbir treniymiş gelen. Eh, bir saat kaldı şunun şurasında. Kahveye mi girsem ki! Yok, kaçırırım belki, neme lâzım? Üşümeye başladım, girsem diyorum bir yandan. Anonsu duyarım nasılsa. Kahveci tanıyor, hatırlatır geçenki gibi. Ne gülmüştü o zaman bana. Ben de güldüm. Şaşkınlıktan. Arkadaki masadan bile gülüşmeler geldi kulağıma. Ama dönüp bakamadım. "Gelmez" mırıltılarını hiç unutmuyorum. Bu defa mektubu atacağım önlerine. Gülerlerse tabi.  Okusunlar tren gelene kadar. Yalan mı, değil mi, görsünler bakalım. Hatta çorbadan sonra "Bi çay içelim" bahanesiyle kahveye de girelim. Görsün millet. Bakalım gülebilecekler mi o zaman? "İşte" derim, "İşte geldi! Hadi yine gülün!" - Bi çay ver, kahveci. “Bir çay alabilir miyim, lütfen?” yok, bu defa… Sert mi oldu? Ne yapayım, sinirlendirdiler geçen girişimde kahveye. Tren düdüğünü pek severim eskiden beri. Canhıraşını değil.. Kimine hasret gibi gelir, bana kavuşmak gibi hep. Çuh, çuh sesleri, demir şakırtıları yaklaşan vuslat ânını çağrıştırır. Umutla bakarım demir yollarının parıltısına. "Uzayıp giden o tren yolları" şarkısıyla. -Hüseyin!.. -A… Geldin mi, görmedim! Hangi trendeydin? Hoş geldin. Nerde valizin, valizlerin? "Ben geldim, seni gördüm; gidiyorum, Hüseyin. Nişanlımla tanış" dedi, indiği gibi bindi. O çocukla el ele tutuşup, indiği gibi bindi trene ve ÇUH ÇUH oldu, gitti. Birden. Yel gibi geldi, sel gibi gitti. Anlamadım nasıldı, nasıl oldu, nasıl geldi, nasıl gitti İnan ki! Rüya mı bu? Bakakaldım trene, trenin çuh çuhlarına, inene, binene. Bakakaldım öylece arkalarından… Şaka gibi! Şimdi nasıl gülmesin kahvedekiler. Nasıl gülmesin danışmadaki memur. Simitçi, gazozcu, şekerci. Nasıl gülmesin istasyon çalışanları. Lokomotifler bile gülecek! Bunca zamandır beklenen bu muydu demezler mi? Gülmezler mi? Ne yapayım ben bu mektubu şimdi? Kime, nasıl, neden göstereceğim? *** Kahvede aldım soluğu. -Bi kahve, bana. -Nasıl olsun? -Kahve olsun, yeter. Nasıl olursa!                       Gülmedi kimse. Ne kahveci, ne istasyon, ne kahvedekiler… Kahveyi içişimi seyreylediler belli belirsiz. Gözetler gibi beni. Ölü evi gibi kahvenin sessizliği.                       Bütün istasyonda sessizlik!  Lokomotifler bile hareket etmez oldu sanki. Giden trenin sisi, pusu, isi, dumanı kapladı her yanı. İn-cin kalmadı. O tren kendi buharının arkasında kayboldu. Beklenen, giden oldu herkes için.                       Kahveden çıktım, yola koyuldum yavaşça.                       Lokantada Abdullah Yüce’nin plağını döndürüyorlardı: Uzayıp giden o tren yolları Açılıp sarmayan yârin kolları Uğurlar kızları nazlı dulları Uzayıp giden o tren yolları Açılıp sarmayan yârin kolları Bir beyaz mendilin sallanışını Unutma o gece ağlayışını Silemem coşmuşum gözüm yaşını Uzayıp giden o tren yolları Açılıp sarmayan yârin kolları (*) 19/11/2014 (*) Abdullah Yüce’nin tanıttığı güftesi ve bestesi Nâci Tektel’e ait şarkı

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Ünal Taşpınar Arşivi