Kaygan Zemin

Kaygan Zemin

ANTABUS KİTAP ve TİYATRO OYUNU

Uzun yazıdan sıkılacaklar için yazının başına işin özünü yazdım: Kitap ve Tiyatrodan bahsedeceğim. Bu iki satırla yetinsinler… Önceki yazılarımı okuyanlar biliyor olmalı: Kim ne dedi, bu konuda neler yazıldı… Tek kişilik bir oyun ama yazım uzun olacak.   ANTABUS NEDİR? Oğlum bir tiyatro bileti verdi: ANTABUS… İyi de, Antabus nedir?  “Yunan tragedyalarından mı ki?” Diye düşünmeye başladım önce. Cahillik işte… Siz biliyorsunuzdur mutlaka ama ben yine de benim neler bilmediğimi anlatabilmek için size anlatıyormuş gibi yapacağım, izninizle. (Bu nasıl anlatım biçimi ise, hep böyle denir: İzninizle…  Okuyucu izin vermek zorundaymış, hatta baştan izin vermiş gibi devam edilir ya, ben de öyle yaptım işte.) Araştırdım birçok yerden. Gideceğim oyunun adı “Bir ilaç” çeşidinin adıymış. Oyun bir romandan alınmış ve yazarı SERAY ŞAHİNER’miş. Kitabın adı da ANTABUS… Anladım ki, bu kitabı herkes biliyor, ben hariç! Okur-yazar olduğumu söylerim oysa sağda solda… Peki; ANTABUS nedir? “ANTABUS ETKİSİ NEDİR? Alkole bağımlı olan ve devamlı alkol kullanan kişilerin bu bağımlılıktan kurtulmasını sağlayan ve bu amaçla kullanılan ilaçlardır. Alkolik kişilerin bu bağımlılığını sonlandırmada kullanılan Antabuse içerisinde bulunan disülfiram adlı madde ile alkolün metabolizmasında değişiklik yapar ve kişinin buna olan ilgisini azaltır. Hastadan habersiz asla verilmemelidir. Antabuse çok fazla alkol almış ve komaya yakın birisinde uygulanmamalıdır bu durum hastayı zehirleyebilir. Hastanın bunu alması ile çok az bile alkol alsa tiksinir ve çok ağır tepkiler verir. Her bünye bunu kaldıramayabilir. Farklı etkiler görülür ve kişiden kişiye değişir. Bunun sebebi de alınmasından sonra metabolizmada asetaldehit üretmesidir, bu Antabus Etkisi Nedir? Sorusuna cevap verir ve duruma göre zehirli etki yapar.” (kadinistasyonu.com’dan) Vatan Gazetesi’nde yine benim gibi “ANTABUS NEDİR?” sorusuyla başlamış oyunun tanıtımına: ANTABUS NEDİR? Antabus’ aslında, alkol tedavisi için verilen bir ilaç... Fakat elbette ki biz bu manası üzerine eğilmiyoruz. Antabus, sanat yönetmenliğini Erdal Beşikçioğlu’nun, yönetmenliğini ise İlham Yazar’ın yaptığı yeni bir tiyatro oyunu... Yazan, Seray Şahiner... Bütün bu isimleri hem tebrik eder, hem de onlardan özür dilerim. Zira yazımın geri kalanı sadece oyuncu Nihal Yalçın’ı övmekle geçecek... Tek kişilik bir oyunda, boydan boya bütün salonu dönen bir sahne, bir oyuncu tarafından nasıl doldurulabilir? Ben Nihal Yalçın’ı, son derece keyifli olmasına rağmen, sadece rol aldığı komedi dizilerinden bilirdim... Meğer konservatuvarlı oyuncu, nasıl da her rolü oynayabilecek yeteneklere sahipmiş... Zaten gayet iyi yazılmış ve yönetilmiş senaryoyu alıp, çok daha iyi yerlere taşıyor. Son derece hüzünlü bir ânı size yaşatırken, bir anda kahkahalara boğulmanızı sağlayabiliyor. Oyun, Anadolu’dan göç eden bir ailenin küçük kızının başından geçen hazin hikayeyi işliyor. İşin en takdir edilesi yanı da bu zaten; üç aşağı beş yukarı tahmin edeceğiniz bir öykü, ancak bu derece hissettirerek canlandırılabilir. Üstelik bir buçuk saat, hiç ara vermeden, tek kişilik oyunu çıkarmak herkesin harcı değildir! Azıcık tiyatro zevkiniz varsa, Tatbikat Sahnesi’ne gidip ‘Antabus’u mutlaka izleyin. Kaçırırsanız üzüleceğiniz, nadir eserlerden diyebilirim! (ONUR GÜLMEK, VATAN)  Araştırdım dedim ya, Ekşi Sözlük’te bile var: “ANTAB US, Seray Şahiner'in yazdığı roman ve bu romandan esinlenerek tiyatroya uyarlanmış oyun. Kitap çok başarılı. Yalnız oyunun kurgulanışı, Nihal Yalçın’ın 1,5 saat boyunca tüyler ürperten performansıyla tükenmek bilmeyen enerjisi, o sahnenin tasarımı (dekor demiyorum) bir harika. Alışılmışın dışında bir tecrübe yaşayacağınızı garanti ederek adresi veriyorum (…)” CUMHURİYET KİTAP şöyle yazmış: Seray Şahiner'den “Antabus” “Seray Şahiner, şimdilerde yeni kitabı Antabus'la karşımızda. Bu topraklardan, şiddetten, acımasızlıktan, çaresizlikten ve duyarsızlıktan dem vuruyor kitap. Görüp geçtiğimiz, durup dinlemediğimiz, bakıp görmediğimiz gerçeği bir kez daha gösteriyor. Şahiner'le kitabı üzerine Zuhal Aytolun söyleşti. (…)” Bu yazıyı araştırırken bir de şuna şahit oldum: Kitap tanıtımını yaparken bile oyunun tanıtımı birlikte anlatılmış birçok yerde. (Oyunu seyrettikten sonra “neden romanla oyunu –neredeyse- özleştirdiklerini” yazarın ve oyuncunun performanslarıyla ilgili olduğu kanaatine vardım: Hikâyedeki olayları SERAY ŞAHİNER içimize işleyecek “damardan” cümlelerle anlatmış; yaşamışçasına, NİHAL YALÇIN da “damardan” işlemiş “yaşarcasına”… “Bilinçaltımızdaki bu kaçma - kaçıp kendini koruma mekanizmalarını aşmadan bu romanın meselesini okura duyurmanın mümkün olduğunu sanmıyorum. Üstüne üstlük, bir de konu itibariyle melodrama kayma, ikinci sınıf televizyon dizlerine benzeme tehlikesini aşmak gerekiyor. İşte bu yüzden Seray Şahiner’in mizahı çok yerinde ve kıvamında kullandığını düşünüyorum.” (HİKMET HÜKÜMENOĞLU) HİKMET HÜKÜMENOĞLU yukarıdakiyle kalmamış. Bakın nasıl devam ediyor “Okuma Notları”nda:  “1. Antabus‘u okuduğum gün Malezya Havayollarına ait bir yolcu uçağı roketle düşürülmüş ve İsrail Gazze’ye kara harekatına başlamıştı. İnsanoğlu için hiç iyi şeyler düşündüğüm bir gün değildi yani. Seray Şahiner’in yeni romanını okurken kötümserliğim katlanarak büyüdü, kapkara bir bulut gibi çöktü üzerime. Bunu romanı kötülemek için değil, aksine gücünü anlatmak için söylüyorum. Hani o kafam boşalsın diye okunan romanlar vardır ya, onlardan biri değil Antabus. Ama bence mutlaka okunması gereken bir roman. Kafayı boşaltmak yerine, bin türlü kaygıyla, öfkeyle, en çok da “ne yapmalı, ne etmeli,” düşüncesiyle dolduruyor. Bundan da zor okunan bir roman olduğu anlaşılmasın lütfen. Konusunu bir kenara bırakırsak (ki bırakmak mümkün değil), Antabus‘un okuru içine çeken, son derece akıcı bir anlatımı var. Seray Şahiner öyküyü o kadar güzel anlatıyor ki, iki dakika durayım da derin bir nefes alayım dediğinizde bile duramıyorsunuz ve okumaya devam ediyorsunuz.  “2. Roman (sanırım “roman” yerine “novella” demek doğru olur), hiç okumasak da bildiğimiz, daha doğrusu bildiğimizi düşünüp yanıldığımız üçüncü sayfa haberinden birini anlatıyor: Leyla, ailesiyle birlikte köyden İstanbul’a gelen, başta eve kapatılan, sonra da babasının ve amcasının zoruyla bir konfeksiyon atölyesinde çalışmaya başlayan genç bir kadındır. İstanbul benim için, evin penceresinden görünen inşaat manzarası demekti. Ben kızım ya, tek başına bakkala bile göndermiyorlar. Abilerim işe girdi, çalışıyorlar. Tarla tapandan başka zanaat bilmeyiz, ne iş yapacaklar, her biri bir konfeksiyona girdi. Köyden yükümüzü alıp bunca yol gelmişiz, insan biraz bakmaz mı bu İstanbul’da bizim mahalleden başka ne var diye… Yok! Para gitmesin diye evden burnumuzu çıkaramıyoruz. Neymiş ev alınacak!.. (s.19) Hayatı önceleri kendini, sonra da çocuklarını etrafındaki erkeklerin şiddetinden korumaya çalışmakla geçer. Çoğu zaman başarılı olamaz. Dayak yemediği, ya da tecavüze uğramadığı zamanlarda psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Babası, amcası, abileri, kocası, patronu, hatta sevdiği adam bile en doğal haklarıymış gibi Leyla’ya zulmedip durur. Kadınlar bir nebze daha iyidir. Arada destek olan, zayıf da olsa yardım eli uzatan çıkar ama ne gerçek anlamda şefkatli bir anne figürü vardır Leyla’nın hayatında, ne de sırtını dayayabileceği bir dost. Bilinçaltımızdaki bu kaçma - kaçıp kendini koruma mekanizmalarını aşmadan bu romanın meselesini okura duyurmanın mümkün olduğunu sanmıyorum. Üstüne üstlük, bir de konu itibariyle melodrama kayma, ikinci sınıf televizyon dizlerine benzeme tehlikesini aşmak gerekiyor. İşte bu yüzden Seray Şahiner’in mizahı çok yerinde ve kıvamında kullandığını düşünüyorum. Seray Şahiner romana iki farklı son kurgulamış. İnsanın midesine yumruk gibi inen sonlar bunlar. Gerçek hayatta böyle öykülerin yüreklere su serpecek bir şekilde sonlanmadığını düşünecek olursak, mutlu bir final beklemek zaten abes olurdu. Antabus’un en ilgi çekici yönü ise bir değil iki tane kötü son sunması ve içlerinden hangisinin daha kötü olduğunu seçmeyi okura bırakması. Bunun hoşluk olsun diye romana eklenmiş kurgusal bir oyun olduğunu hiç sanmıyorum. Bence bu ikili kurgu sayesinde, mevcut düzenin nasıl bir kısır döngü olduğunu, nasıl çözümsüz bir sarmal beslediğini daha iyi algılıyoruz. Dahası, sonlardan son seçerken kendi doğrularımız ve ahlak değerlerimiz üzerinde uzun uzun düşünmeye fırsat buluyoruz.  “3. Seray Şahiner’in bana göre en güçlü silahı, satır aralarında yeşeren mizahı. Yazar, harika bir roman kahramanı yaratmış. Leyla, bir yandan saf, bir yandan da son derece zeki bir kadın. Bazen kaderine razı olmak zorunda kalıyor, çoğu zaman ise isyan ediyor. Küfrediyor, dalga geçiyor, karşı çıkıyor, öfkeleniyor ve sitem ediyor. Bunları hep ince bir mizahla yaptığı için de okuru kendine bağlıyor. Elbette karanlık bir mizah bu, insanı kahkahalara boğan bir sululuk değil. Ama hem Leyla’yı hayata bağladığı, hem de okuru romana bağladığı için çok önemli. Okuru romana bağlamak, bu kadar sert bir konuyu ele aldığımızda her zamankinden farklı bir boyut kazanır. Kötülük karşında çoğumuz iki tür tepki veririz: Ya başımızı çevirip kötülüğü görmemeye çalışırız (çünkü tanık olmak bir sorumluluktur), ya da görür görmez gözyaşı döküp temizleniriz (çünkü ağladığımızda ya da ağlamaklı bir çift laf ettiğimizde görevimizi yapmış ve vicdanımızı rahatlatmış olarak hayatımıza devam edebiliriz). Seray Şahiner bunu romanında defalarca dile getirmiş: Duyarsınız, görürsünüz, üzülürsünüz. Ne de olsa siz de bir kalp taşıyorsunuz. Belki gece yatarken kocanıza-karınıza “Adam da Leyla’ya ne zulmediyor vallahi içim parçalandı,” diye dertlenir, benim kaşım gözüm paralanırken parçalanan içiniz için merhamet toplarsınız. Aileniz de anlar ki siz çok insaniyetli birisiniz. Sonra da insaniyetli insaniyetli zıbarır uyursunuz. (s.17) Başkasının derdi her derde devadır: bakar bakar, ‘Benden kötüleri de var,’ deyip haline şükreder, kendi derdini unutursun. ‘Vah vah, tüh tüh’ deyip kafi merhameti gösterdiğin an görevin biter. (s. 77) Bilinçaltımızdaki bu kaçma – kaçıp kendini koruma mekanizmalarını aşmadan bu romanın meselesini okura duyurmanın mümkün olduğunu sanmıyorum. Üstüne üstlük, bir de konu itibariyle melodrama kayma, ikinci sınıf televizyon dizlerine benzeme tehlikesini aşmak gerekiyor. İşte bu yüzden Seray Şahiner’in mizahı çok yerinde ve kıvamında kullandığını düşünüyorum.  “4. Antabus’u bitirdikten sonra benim en çok kafamı kurcalayan, zaten son zamanlarda çok takıldığım vicdan, merhamet ve insaniyet meselesiydi. Net bir şekilde söylemek gerekirse şöyle düşündüm: Bu devirde sadece vicdan muhasebesi yapmak yetmez, kafamızdaki vicdan kavramının da muhasebesini yapmak gerek. Sosyal medya hayatımıza girdi gireli vicdan kavramının içini boşaltmaya başladık. İnternetin nimetlerini yadsıyacak değilim. Sosyal alemlerde alevlenen eylemlerin gücünü hepimiz yaşayarak öğrendik, öğrenmeye de devam ediyoruz. Fakat aynı sosyal alemler yüzünden kendi kendimizi tembelliğe de programladık. İki tane iç acıtıcı fotoğraf paylaşmakla, belirli günlerde profilimizi siyaha boyamakla ve duyarsız tanıdıkları azarlayıp duyarlı olmaya davet etmekle vicdan sahibi olduğumuzu hissediyoruz. Yerimizden kıpırdamadan suçluluk duygumuzla başa çıkıyoruz. Oysa klavye başındaki öfke patlamalarına, ayar vermelere ve laf sokmalara harcadığımız enerjinin bir kısmını, sanal olmayan alemde çözüm üretmeye harcamak zorundayız. Çözüm üretemesek bile hiç olmazsa çözüm üretebileceklere destek olmanın, onlara imkan yaratmanın yollarını düşünmeli ve bulmalıyız.  “5. Antabus’un asıl meselesi aile içi şiddet, genişletirsek aile içinde ve dışında kadına yönelik şiddet, daha da genişletirsek genel olarak şiddet. Ayrıca mahalle baskısını, hastalıklı bir ahlak anlayışını ve her şekliyle kadın düşmanlığını da listeye ekleyebiliriz. Eskiden insanların öfkeleriyle, hayal kırıklıklarıyla, tatminsizlikleriyle ve başarısızlıklarıyla ne şekilde başa çıktıklarının, ya da başa çıkıp çıkamadıklarının, toplumun refah seviyesi ile ilgili bir mesele olduğunu düşünürdüm. Oysa hatalı bir mantık bu. Şiddete meyilli insanlar para ve güç sahibi olunca şiddet eğilimleri azalmıyor, aksine artıyor (bakınız: Leyla’nın babası). Dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyoruz. Her şeyin altında bozuk ve acilen değişmesi gereken eğitim sistemimiz yatıyor. Bu da sadece ders kitaplarını değiştirmekle, ya da okul süresini şu kadar yıl uzatıp kısaltmakla halledilebilecek bir sorun değil. En başta annelerin ve babaların evde çocuklarına hangi değerleri öğrettiği, nasıl bir hayat görüşü aşıladığı önemli. Evdeki kafa yapısını düzeltemedikten sonra hiçbir okul, erkekleri romandaki hayali-ideal-oğul Eraslan olmaktan, ya da olamamanın ezikliğinden kurtaramaz. Evdeki kafa yapısını düzeltmek için ise toplumsal ahlak kodlarımızı ve değerlerimizi gözden geçirmemiz ve hastalıklı kısımlarını silip atmamız gerekiyor.  “6. İnsanı böyle konularda düşünmeye, konuşmaya, tartışmaya yönelten bir roman Antabus. Dahası bunu asla didaktik olmadan, dev mesajlar vermeye kalkmadan, ana fikirler belletmeden yapıyor. Son olarak, bunu saçmalamadan nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama Antabus keyifle okunan bir roman. Böyle bir öyküyü okurken nasıl keyif alabilirsin diye soracak olursanız, iyi yazılmış bir roman okumanın verdiği keyif derim. Okuyunca anlayacaksınız.” Oyun performansı ile göz dolduran sanatçı için şöyle yazılmış: “Nihal Yalçın ‘Antabus’u anlattı: Çok kalabalık bir zulmün tek kişilik oyunu Tecavüz, taciz, dayak ve duyarsızlaşılan şiddet... Nihal Yalçın, kadınların maruz kaldığı zulmü anlatan tek kişilik “Antabus” oyununda, şiddetin nasıl “meşru” hale getirilmeye çalışıldığını anlatarak, ‘Herkes sevgisizliğin yarattığı şiddetin mağduru olabilir’ dedi.” İstanbul.com’da şöyle diyor: “Ben, Leyla Taşçı. Bir kamyonetin arkasında tanıştım İstanbul’la. Derme çatma bir evde yaşadım, küçük yaşta çalışmaya başladım. Evlat oldum, kardeş oldum, eş oldum, anne oldum. Kendimden başka her şey oldum.  Ben, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde denk geldiğiniz binlerce kadından biriyim... "hayatımı yazsam roman olur" derler ya, öyle .. Valla... ile başlayan çarpıcı bir etki yaratan Antabus oyunu bu sezon izlemeniz gereken iyi oyunlardan biri...” (istanbul.com) Başka bir haberde aynen şunlar yazılmış: “Nihal Yalçın'ın oynadığı Leyla Taşçı karakterinin hayata dair yaşadığı zorlukları anlatan Antabus, Semaver Kumpanya Çevre Tiyatrosu’nda… "Ben, Leyla Taşçı. Bir kamyonetin arkasında tanıştım İstanbul’la. Derme çatma bir evde yaşadım, küçük yaşta çalışmaya başladım. Evlat oldum, kardeş oldum, eş oldum, anne oldum. Kendimden başka her şey oldum. Ben, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde denk geldiğiniz binlerce kadından biriyim... 'hayatımı yazsam roman olur' derler ya, öyle … Valla..." Nihal Yalçın, 90 dakika boyunca, adeta nefes almadan, temposundan ödün vermeden, muhteşem psikolojik analizlerle rolünü oynuyor. - Yaşam Kaya” Yazı şöyle devam ediyor: “NİHAL YALÇIN'IN MÜTHİŞ PERFORMANSI VE TÜRKİYE'DE KADIN OLMAK! Seray Şahiner'in aynı adlı romanından uyarlanan Antabus oyunu, Türkiye gerçeğini tüm çıplaklığıyla ortaya koyarken Nihal Yalçın, 90 dakika boyunca, adeta nefes almadan, temposundan ödün vermeden, muhteşem psikolojik analizlerle rolünü oynuyor. Üstelik tüm bunları komedi unsurlarını kullanarak yapmak herkesin harcı değil. Tatbikat Sahnesi, Erdal Beşikçioğlu'nun sanat yönetmenliğinde önce Ankara'da çalışmalarına başladı, geçtiğimiz yıl ise İstanbul'daki sahnesini açarak sanatsal üretimlerini çığ gibi büyütmeye devam ediyor. Seray Şehinler'in romanı Antabus'tan aynı adla tiyatroya uyarlanan yeni oyunları, grubun Türkiye gerçeğinden kopmadan sanatsal üretimlerine devam ettiğini bizlere gösterdi. İlham Yazar'ın yönettiği Antabus'ta, bu sezon şimdiye dek izlediğim 'en iyi kadın oyuncu performansına' sahip Nihal Yalçın görev alırken, bu muhteşem oyunun müziklerini Ali Erel gerçekleştiriyor. Türkiye'de kadın olmanın zorluklarını tüm çıplaklığıyla aktaran topluluk, ağlanacak halimize güldüğümüz grotesk bir şaheser yaratmayı başarmış. Oyun, Leyla Taşçı adlı genç bir kızın İstanbul'a geliş öyküsüyle başlar. Taşçı'nın kamyonetin arkasında bitmek bilmeyen uzunca yolculuktan sonra derme çatma bir evde ailesiyle hayata tutunma hikayesi, bir kadının cinsiyet ayrımı içinde yaşadıklarını detaylarıyla ortaya çıkaracaktır. Ev alma bahanesiyle izbe bir hazır dikim atölyesinde babasının zoruyla işe başlayan Leyla, sevdiği adamın oyununa gelip, çalıştığı işyerindeki patronunun tecavüzüne uğrar, sevgilisi tarafından 'evlenme' bahanesiyle kandırılır. Tüm bu yaşadıklarının ortaya çıkmasının ardından babasının şiddetine uğrayan genç kadını para karşılığında hiç tanımadığı bir adamla evlendiren ya da satan aile büyükleri, kızlarını adeta ölüme terk etmişlerdir. Durmaksızın içki içip kadını döven bir koca karşısında küçük kızının sağlıklı bir eğitim alması için uğraşan çaresiz Leyla, cinsel olarak zorla beraber olduğu kocasından ikinci çocuğuna hamile kalır. Kadının çilesi ikinci hamileliğinde de bitmeyecek, erkek çocuk dünyaya getirmediği için kocası hem Leyla'ya hem de evdeki çocuklara şiddet uygulamayı sürdürecektir, ta ki bir tartışma sırasında Leyla kocasını öldürene dek. Meşru müdafaadan dışarı salınan Leyla Taşçı'yı bu sefer de gazeteciler ve toplum rahat bırakmayacak, 'katil' diye her yerde adı geçen kadın çocuğuyla birlikte korkunç bir sona doğru adım adım gidecektir. Oyunun konusunu okuduğunuz an sahnede müthiş derecede trajediye boğulmuş, acıya hapsedilmiş bir metin olduğunu düşünebilirsiniz, ama durum böyle değil. Oyunun yönetmeni İlham Yazar konudaki Leyla'yı ince esprilerin havada uçuştuğu, ironilerle yüklü olayların gölgesinde izleyiciye sunuyor. Daha ilk dakikada televizyondan duyulan haberlerin sesi eşliğinde genç kadının nasıl yok olup gittiğini anlıyoruz. Konunun sonundan en başındaki olayları tahmin etmek zor değil. Yönetmen, tek kişilik oyunun içine yerleştirdiği komedi unsurları sayesinde, seyirciye ağlanacak haline güldürmeyi başarıyor. Leyla kendi hayatının esprilerini yaparken, karakterin ilk kez öpüştüğü parktaki heykelle olan hikâyesi, erkek arkadaşının bir türlü öğrenemediği memleketi izleyen için tam anlamıyla komedinin zirvesi olmuş. Tabi burada bahsi geçen 'Antabus' ilacı ise kocasını içki düşkünlüğünden kurtarmak isteyen bir kadının sığındığı liman. 'Antabus' çaresizliğin ilacı konumunda. Leyla Taşçı rolünde izlediğimiz Nihal Yalçın'a sayfalar dolusu güzel cümleler yazsam yine de az kalır. Sahnede tek başına olmasına rağmen 90 dakika boyunca, adeta nefes almadan karakterini canlandıran oyuncu, temposundan ödün vermeden, muhteşem psikolojik analizlerle beraber rolünü oynuyor. İlk kez aşkı yaşayan insandan ilk kez bir erkeğe dokunan genç kıza, tecavüzün korkunç yüzüyle karşılaşan çaresiz bir kadından iki çocuğunu steril bir dünyada tutmaya çalışan anneye kadar duygusal değişkenliğin içinde Nihal Yalçın ustalığını görüyoruz. Tüm bunları komedi unsurlarını kullanarak anlatmak herkesin yapabileceği bir durum değil. Sezon başından bu yana 40 küsur tiyatro performansına tanık oldum, bu oyundaki performansı ile Nihal Yalçın'ı 'sezonun en iyi kadın oyuncusu' diyebilirim.  Tatbikat Sahnesi'nin Antabus oyunu, okumadan göz ucuyla baktığımız gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden Türkiye'de kadın olmanın gerçeğini suratımıza tokat atarak vuruyor. Bu muhteşem gösteriyi kaçırmayın! ANTABUS Genel Sanat Yönetmeni: Erdal Beşikçioğlu Yazan: Seray Şahiner Yöneten: İlham Yazar  Oynayan: Nihal Yalçın”   (Alıntı: ) Evrensel Gazetesi’nden: Nihal Yalçın ‘Antabus’u anlattı: Çok kalabalık bir zulmün tek kişilik oyunu Tecavüz, taciz, dayak ve duyarsızlaşılan şiddet... Nihal Yalçın, kadınların maruz kaldığı zulmü anlatan tek kişilik “Antabus” oyununda, şiddetin nasıl “meşru” hale getirilmeye çalışıldığını anlatarak, “Herkes sevgisizliğin yarattığı şiddetin mağduru olabilir” dedi. Aşağıdaki değerlendirmeyi yine Evrensel Gazetesi’nden aldım. Okuyalım: Tatbikat Sahnesi, çok etkili, çok tanıdık, çok karanlık bir oyunla perdelerini açıyor. Seray Şahiner’in aynı adlı kitabından uyarlanan “Antabus”ta Nihal Yalçın, İstanbul’a göç eden bir ailenin genç kızı Leyla Taşçı’nın yaşadıklarını konu ediyor. Leyla’nın aslında herkesin bildiği, 3. sayfa haberlerinden aşina olduğu hikayesi İlham Yazar’ın yönetmenliğinde sahneye aktarıldı. Çocuk yaştan itibaren çalışmak zorunda kalan, tecavüze uğrayan, bunu kimseye anlatamayan, istemediği bir evlilik yapmak zorunda kalan, şiddet gören bir kadının hikayesi “Antabus”. Adını alkolü bırakmak için kullanılan bir ilaçtan alan oyunu, kadın cinayetlerini, erkek egemen toplumsal yapıyı ve bu konulara dair duyarsızlığı Nihal Yalçın’la konuştuk.  Yalçın, Seray Şahiner’in kitabını okuduğunda çok etkilendiğini belirtiyor. Daha ilk andan itibaren “Antabus”un bir tiyatro oyunu olmasını ve Leyla’yı oynamayı istemiş. Oyunun bir yanıyla politik olduğunu vurguluyor Yalçın. “Kitabın kendisi de çok politik ama ben bu oyunu politik olduğu için değil, her yanıyla gerçek olduğu için oynamak istedim” diyor Yalçın. Son dönemlerde böylesi etkilendiği başka bir metin olmadığının da altını çiziyor. İNSAN ACISINA GÜLMEYİ ÖĞRENMEDEN YAŞAYAMAZ    Yalçın, kitabı okuduğunda çok güldüğünü, ancak bir yandan da güldüğü için utandığını söylüyor. Leyla’nın büyük ve hepimizin aslında bir şekilde şahit olduğu acılarının üstesinden mizahla geldiğini belirtiyor. Oyunda da bu acı ile mizahı dengede tutmaya özen gösterdiklerine değiniyor; “Leyla hayatla dalga geçmeyi bilen, mizahi yanı olan bir kadın. Bu kadar acıya ve zulme maruz kalan bir insan başka türlü yaşayamaz çünkü. İnsan acısına gülmeyi öğrendikten sonra tekrar hayatta kalmayı becerebiliyor, Leyla’nın becerisi bu.”  Leyla’nın hikâyesinin çok tanıdık olması, ancak insanların bir o kadar bu acılara duyarsız kalması ile ilgili neler düşünüyor Yalçın? “Başkasının canının yanıyor olması artık hiçbirimizi ilgilendirmiyor çünkü çok insanın canı yanıyor. Devlet zulmü kadına yapıyor ama en büyük kurban erkek, her zaman bunu söylüyorum. Kadının tutunacağı en büyük yer sevgisi. Kadın sevmeyi becerebilir. Oyunda kadın kızını seviyor, kadın çiçek seviyor, kadın uyumayı istiyor, onu seviyor. Ama adam sevemedi, çünkü erkekler  sevgi gösterince zayıf, beceriksiz olarak anılabiliyor.” Bu eril yapının, sevgisizliğin şiddetini herkese yönelttiğini hatırlatıyor. “Aynı şeyi doğaya yapıyor, hayvana yapıyor, yapıyor yapıyor yapıyor… O kadar alıştırıldık ki, çocuğa bile yapıyor gözünü kırpmadan. Ona Kürt diyor yapıyor, diğerine Alevi diyor yapıyor, ötekine ‘Affedersin Ermeni” diyor yapıyor. Mevzunun kadın olduğuna gelene kadar o kadar çok acı var ki ortada, ‘Al şimdi bir de kadın meselemiz çıktı’ diyebilenler bile olabiliyor” ifadelerini kullanıyor. OYUN ÇARESİZ BIRAKIYOR Yalçın oyunu alternatif bir sahnede oynuyor. Bu durum, seyircilerin gözlerinin içine bakabilmesini, onlara olabildiğince yakınlaşmasını sağlıyor. Salonun hemen her köşesini ustalıkla kullanıyor. “O salonda kaçacak yer yok. ‘Şimdi hazır sizi yakalamışım hikayemi anlatayım. Hepiniz biliyorsunuz, bilmiyor musunuz’ diye seyircinin yüzüne bakarak konuşmak farklı bir deneyim yaşatıyor” diye konuşuyor Yalçın. İzleyicilerin tepkilerine ve hislerine geliyor konu. Seyircilerin oyundan çok çaresiz hissederek çıktıklarının altını çiziyor Yalçın. “Daha altı oyun oynadım ama bütün seyircinin çok çaresiz çıktığını biliyorum. O kadar alışılmış hikayeler olmaya başlamış ki kadına yönelik şiddet… Ben bazen görüyorum kadın seyircilerin ağladığını. Ağlarken utanıyorlar, göstermek istemiyorlar. Erkekler daha da kötü oluyorlar oyunu seyrettikten sonra.” Yalçın, oyundan sonra seyircilerin oyunun etkisinden dolayı hemen kalkıp gidemediklerini görmüş. “Ben oyunu oynarken seyircideki bütün değişimleri görüyorum; hepinizi görüyorum, seyrediyorum oynarken. Sahnede oyuna başladığım anla son an arasında hatta aralarda seyircinin ne kadar değiştiğinin farkındayım. Benim duyduğum da hep şu, ‘Çok yoruluyoruz’. Hatta ‘Bizi bu kadar yormaya hakkın yok’ diyenler var, ‘Çok üzüldüm, iki gün kendime gelemedim’ diyenler var.” Peki Yalçın’ın oynadığı oyuna dair beklentisi ne? “Ben öncelikle seyircilerin ‘İyi bir oyun seyrettik’ düşüncesiyle çıkmalarını tercih ederim. Sonrasında da, hakikaten birini dayak yerken görse, gidip kapıyı çalıp ‘Sen ne yapıyorsun, yapamazsın bunu’ dese, bu oyun bunu yapabilirse ne mutlu bana.” Oyun Yalçın’ın beklentisini fazlasıyla karşılayacak gibi görünüyor. Öyle bir oyun ki “Antabus”, izleyenler bu çok kişilik zulme kayıtsız kalmayı kendisine yediremez hale gelecek gibi görünüyor. (Hakan GÜNGÖR-İstanbul) Posta’da kitap tanıtımı: RAHATSIZ ETMESİ GEREKEN BİR ROMAN: ANTABUS En çok okunan haberlerdir üçüncü sayfa haberleri; ilgi çeker, kısadır, heyecan yaratır, gerilim filminin özetinin özeti gibidir. Okuyup geçilir, gerçek hikâye ne diye merak edilmez edilse de siz diyin 10 ben diyeyim 15 dakika sürer… Oysa kısacık bir üçüncü sayfa haberinde bir toplum vardır, kocaman bir hikâye vardır… Seray Şahiner’in romanı Antabus hâlâ üçüncü sayfa haberi olarak verilen kadın cinayeti/kadına şiddet konulu bir 3. sayfa haberiyle başlıyor. Bir kadın; bir çocuğu elinde diğeri karnında intihar ediyor.  Sonra haber en başa dönüyor ve bir üçüncü sayfa haberinden yola çıkarak haberin öznesi kadının ağzından –ki bu kadın kendisini “konuşma reflüsü’’ olarak tanıtıyor mükemmel bir benzetme olmuş- bir toplum hikâyesi anlatılıyor. Romanın alaycı bir dili var. Bunu ilk fark ettiğinizde hafif bir rahatsızlık hissedebilirsiniz ancak bu yol bilerek seçilmiş gibi. Leyla hikâyesini anlatırken yaşadıklarıyla dalga geçiyor, kendisine kapanan kapıların arkasından bakan komşularıyla, karakola şikâyete gittiğinde ‘kocandır’ diyerek eve gönderen polisle bir nevi kadına şiddete karşı susan herkesle dalga geçiyor. Kitaba adını veren Antabus alkolizm tedavisinde kullanılan bir ilaç; ben kitabı elime aldığımda Antabus’un ne anlama geldiğini bilmiyordum önce ona açıp baktım ardından daha da merakla okumaya başladım.  Meseleyi anlatan iyi bir metafor olmuş. Köyden İstanbul’a gelen bir aile; tek arzuları bir ev almak. Bunun için bütün aile fertleri canla başla çalıştırılıyor; kapıdan başını çıkarması yasak olan kız çocuğu Leyla bile… Yeter ki evden çıkabilsin diye kabul ediyor Leyla bir konfeksiyon atölyesinde çalışmayı… Küçük bir kapıdan kocaman bir dünyaya açılıyor Leyla’nın hikâyesi. Şahiner’in romanda betimlediği konfeksiyon gözlemleri oldukça başarılı, tespitleri gerçek. Bütün hayatı ev- ve atölye yolunda geçen Leyla, ilk aşkı Ömer’i de ilk tecavüzcüsü Hayri Abi’yi de sonrasında kan parasıyla satıldığı, ömrünü çürütecek kocasını da bu yol hattında tanıyor. Önce bir masa altında Hayri Abi’nin tecavüzüne maruz kalıp ‘kirleniyor’ Leyla, sonra ilk ve son aşkından bir umut yardım beklerken, terk ediliyor. Derken evde yediği dayaklar, hastane odaları ve yaşını başını almış, alkolik bir adama satılıyor. Her gece yediği dayaklara, aşağılanmalara bir de her gece uğradığı tecavüzleri ekleyin… Romanda Leyla dışında bir kahraman daha var; şiddetten kaçmayı başarabilmiş Ülker Abla. Oğlu askere gidene kadar dayanmış dayanabildiği kadar koca dayağına; ardından kendini bir acilin kapısına atmış. Bir elinde örgüsü hep o hastanede. Evi hastane işi hiç tanımadığı insanlara refakatçi olmak. Bunaldı mı da ver elini düğün salonları… Şahiner’in yarattığı bu karakter de aslında toplumunbir yansıması… Şahiner, kitabını kadına şiddet/kadın cinayetleri ve üçüncü sayfa haberleri bağlamı üzerinden kurgulamış. Kitapta iyi bir medya eleştirisi de var anlayana: “Üç gazeteyi bir araya koyunca hakkımdaki her şeyi öğreniyoruz” diyor romanın kahramanı Leyla. Okuyucuyla konuşuyor Şahiner, rahatsız olduğu bir gerçeği en sade haliyle aktarmayı başarıyor.  Kitap iki finalli olmasıyla da ayrıca ilgi çekiyor, Leyla’nın hikâyesi hepimizin her gün gördüğü, duyduğu gerçeğin sadece küçük bir parçası. İncecik bir mizah gülümsemeye hazırlanmış dudaklarınızın kenarına mıhlanıyor. Gülemiyorsunuz çünkü biliyorsunuz gülmeniz değil rahatsız olmanız gerek. Seray Şahiner, Antabus, Can Yayınları, 2014 (Posta Gazetesi-N. KÜBRA AKALIN-23 Mayıs 2014) *** Kitabın başka bir tanıtımından: http://kitapsevinci.blogspot.com.tr/2016/05/antabus-seray-sahiner.html?m=1 “Seray Şahiner'le tanışmam Gelin Başı isimli kitabına dayanıyor, Radikal Kitap'ta dikkatimi çekmişti ve almıştım. E kitabı beğenince gerisi geldi tabi ki:) Hanımların Dikkatine'yi okudum sonrasında. Antabus'u da elimin altında, imdat çekici olarak bekletiyordum aslında, okumamın yavaşladığı bir dönem olur illaki diyerek:) Amma velakin daha önce de bahsettiğim kitapkurdu arkadaşlarım Antabus oyunu geliyormuş gidelim dediklerinde acil bir şekilde önlere kaydırdım. Malum eseri önce okumam lazım, önce izlersem ı-ıhh olmaz:) Tam da tahmin ettiğim üzere, elime aldığım gibi biten bir eser oldu Antabus. Gazetelerin üçüncü sayfalarından tanıdığımız bir kadındır aslında Leyla. İstanbul'a göç etmiş bir ailenin kızıdır ve büyük şehrin zor şartlarında o da çalışmak zorunda kalır. Bir konfeksiyon atölyesinde iş bulur, ancak tahmin edeceğiniz üzere kadını mal olarak gören bir düzende varlığını sürdürmesi kolay olmaz. Tam anlamıyla trajikomik bir roman Antabus. Bir yandan durumun gerçekliği, romanla sınırlı olmaması içinizi yakıyor; bir yandan da esprili anlatım nedeniyle gülümsemekten kendinizi alamıyorsunuz. Güleriz ağlanacak halimize durumu söz konusu anlayacağınız... Tiyatro oyunu ise muhteşem! Nasıl bir performanstır o Nihal Yalçın, sormak istiyorum gerçekten! Dur durak bilmeden tek başına bütün kitabı oynadı valla helal olsun! Bir bölüm çıkartılmıştı sadece ama replikler aynıydı. Kadıncağız kitabı ezberlemiş resmen!” (http://kitapsevinci.blogspot.com.tr/2016/05/antabus-seray-sahiner.html?m=1)   Kitabın tanıtım bölümünde ne yazıyor ona bakalım bir de: "Hani kadınlar çocukları olsun diye gezmedik doktor, türbe bırakmıyorlar ya... Akılsızlar! Bırakın olmuyorsa olmuyor, ille doğurup ne diye sabinin de hayatını karartıyorsunuz?" Gelin Başı ve Hanımların Dikkatine kitaplarının yazarı Seray Şahiner'in kaleminden yeni bir insanlık öyküsü... Antabus, yaşadığımız şiddet ortamının kaynaklarını, bu şiddetin yarattığı insanlık hallerini anlatıyor. Bu kısa romanın anlatıcı kahramanı, işçi sınıfına mensup genç bir kadın; Leyla. Bir konfeksiyon atölyesinde çalışan Leyla, sessiz sakin, "sıradan" bir hayat kurmak ister. Fakat hayatı seçimleriyle değil, kendisine dayatılanlarla şekillenir.  İçinde bulunduğu durumdan kurtulmak için kendince yöntemler geliştirmekten vazgeçmeyen Leyla'nın anlatısını elinizden bırakamayacaksınız.”  (Tanıtım Bülteninden) Peki, izleyenlerin izlenimleri? Bakalım, neler demişler: “Antabus, Tatbikat Sahnesi’nde izlediğim ikinci oyun oldu. İlk oyun Erdal Beşikçioğlu’nun oynadığı Bir Delinin Hatıra Defteri idi. (…) O oyundan sonra Tatbikat Sahnesi’nde tekrar oyun izlemek hep aklımda vardı. Açıkçası Ankara’daki Tatbikat Sahnesi’nde oynanan Mezarsız Ölüler oyununun fotoğraflarını gördüğümden beri oyunla ilgili bir merak var içimde. İstanbul’a o oyun gelse diye beklerken, Antabus’un tanıtımını gördüm. Bir Delinin Hatıra Defteri’ni izlerken ister istemez aynı salonda farklı dekora sahip bir oyunun nasıl sahneleneceğini merak etmiştim. Çünkü salon koltukları alışık olduğumuz sahnelerdekiler gibi değil, birbirinden bağımsız bir yapıda. Sahne alanı için de ayrıca bir yükselti olmayınca, acaba her oyun için farklı bir koltuk yerleşimi mi yapılması düşünülüyor diye aklımdan geçirmiştim. Nitekim de Antabus’ta öyle olduğunu gördüm. Zaten oyunda bir farklılık olduğunu henüz bilet satın alma aşamasındayken anlayabiliyorsunuz. Koltuk seçimi esnasında aşağıdaki gibi bir görüntü ile karşılaştım. Tek numaralı koltukların sahneye daha hâkim olduğunu düşünerek, aslında ne ile karşılaşacağımı pek de tahmin edemeyerek biletimi tek numaralı koltuklardan aldım.”  (10 Mayıs 2015  Tuğsan Ünlü ) Başka bir izleyicinin yazdıkları: “Oyun saati yaklaşınca, kapılar açıldı ve meraklı kalabalık olarak sahneye girmeye başladık. Sahneye girdiğimizde kimse ilk başlarda nereye oturacağını pek kestiremedi. Çünkü sahnenin dört bir tarafında dekor unsurları vardı ve nereye oturulursa oturulsun diğer kısımlar görüş alanımızın dışında olacaktı. Oyunun başlamasına dakikalar kala herkes tahmin yürütmeye başlamıştı oyunun sahnenin neresinden başlayacağına dair. Salon ışıkları kapatılıp, oyun müziği çalmaya başladığında seyircilerde oluşan meraka ve şaşkınlığa tekrar şahit olmak için bile oyunu ikinci defa izleyebilirim. Hep beraber salonu gözden geçiriyor, bir hareket bekliyorduk. Derken Nihal Yalçın, benim tahmin ettiğimin tam aksi bir yönde oyununa başladı.” Üçüncü izleyiciden: “Tek kişilik olan oyunda Nihal Yalçın, Leyla Taşçı karakteri ile karşımıza çıkıyor. Hayalini kurduğu İstanbul’a ailesi ile birlikte bir kamyonetin kasasında gelen Leyla, daha İstanbul sınırlara girdiği ilk andan itibaren hayal kırıklıkları yaşamaya başlıyor. Bir konfeksiyon atölyesinde çalışmaya başlayan Leyla’nın hayatı bir şekilde yolunun kesiştiği erkekler tarafından her gün daha da dayanılmaz bir hal alıyor. Oyun tanıtımında da yazdığı gibi Leyla evlat oluyor, kardeş oluyor, eş oluyor, anne oluyor, kendinden başka her şey oluyor oyun boyunca. Evlat ve kardeşken baba evinde gördüğü baskı ve şiddetten uzaklaşmak isteyip, evlenmeye karar veriyor Leyla. Fakat ne var ki hayatına öyle çok da fazla bir değişiklik getirmiyor Leyla’nın bu evlilik. Aksine bir de üstüne bakmakla yükümlü olduğu  çocuklarının sorumlulukları yükleniyor. Tüm bu yüklerin altında ezilen Leyla, ilaçlarla kendini, ailesini ve hayatını düzene sokmaya çalışıyor. Nihal Yalçın’ı bu oyundan önce bir filmde ve bir dizide izlemiştim. Açıkçası böyle bir performans ile karşılaşacağımı beklemiyordum oyun öncesinde. Oyun arasız olarak bir buçuk saatten fazla sürüyor. Herhangi bir dekor değişimi de olmadığı için bu sürenin neredeyse tamamında Nihal Yalçın sahnede Leyla Taşçı’nın yaşadıklarını bize anlatmaya devam ediyor.” Dördüncü izleyiciden: “İlk defa bu şekilde farklı bir oyun izleme deneyimi yaşadım. İzleyiciler olarak oyunun akışına göre koltuğumuzda dönerek Leyla Taşçı’nın hayatını yakalamaya çalıştık. Bu oyunla beraber Tatbikat Sahnesi’nden beni kendisine hayran bırakmadan, üstüne saatlerce düşünmeden edemeyeceğim oyunlar çıkmayacağına olan inancım daha da güçlendi. Elbette ismini bilmediğimiz tüm ekibin de katkısı çok büyüktür oyunlara ama ben bundan sonra bu oyunun da genel sanat yönetmenliğini üstlenen Erdal Beşikçioğlu’nun elinin değdiği tüm işleri elimden geldiği kadar takip etmek istiyorum. Tatbikat Sahnesi Ankara’dayken bu pek mümkün gözükmüyordu. Birçok defa gitmek istememe rağmen gidememiştim. Onların üstüne İstanbul Tatbikat Sahnesi iki oyununda da ilaç gibi geldi diyebilirim. Umarım Ankara’da sahnelenen oyunlar da İstanbul’a gelir de çok daha fazla kaliteli oyun izlemiş oluruz İstanbul’daki tiyatro severler olarak. Sanıyorum aynı durum Ankara’daki izleyiciler için de geçerlidir. Şu dönemlerde eminim ki birçok izleyici Bir Delinin Hatıra Defteri’nin tekrar Ankara’da sahneye konulmasını istiyordur. Tatbikat Sahnesi geçtiğimiz günlerde birinci yaşını kutlamış. Günlüğü bitirirken ben de yeni yaşlarını kutlamış olayım. Nice tiyatro dolu senelere Tatbikat Sahnesi.” *** Yazı çok mu uzun oldu dersiniz? Ama çok kişinin fikirlerini de almış olduk. Ben bilmediklerimi öğrendim, siz bildiklerinizi tekrarladınız. Sıkılmadınız diye kendi kendimi avutacağım. İyi okumalar, iyi seyirler. Oyundaki performansıyla göz dolduran sanatçı Nihal Yalçın. Not: Yukarıdaki yazıda gördüğünüz oyunla ilgili bütün fotoğraflar ilgili internet sitelerindeki tanıtım fotoğraflarından ya da oyunun broşürlerinden alıntıdır. Oyun sırasında fotoğraf çektiğim düşünülmesin lütfen.   MEHMET ÜNAL TAŞPINAR 21.Nisan.2017- Fenerbahçe    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kaygan Zemin Arşivi