İnsan, izahta zorlandığı bir özlem ile yaşam yolculuğuna devam etmektedir. Muhafaza yerine ileriye doğru yolculuğunu körükleyerek yürüyüşünü renklendirmekte ve anlamlandırmaktadır. Gelinen nokta neresi olursa olsun, yeterli görülmemektedir. Birey kendisini kandırarak, ikna etse bile çok geçmeden gerçekle yüzleşmektedir. Ayağa kalkabilirse, kazandığı tecrübenin de etkisiyle açılan mesafeyi çok kısa zamanda kapatmakta, aksi halde "eskiden" bahsederek maçı tamamlamaktadır.
Özlem; hedef, plan, program, çalışma, gayret, didinme, bağımlılık, sele kapılma, başkalarına katkı, hasret, ayakta kalma, sabır, sevgi, kara sevda, motivasyon, mitoloji, inanç, kültür ve medeniyet gibi birbiriyle alaka kurulmakta zorluk çekilen kavramlarının hemen tamamına, bir şekilde bağlanabilmektedir. Ayrı veya aykırı bir çıkış, serüveni ortaya çıkarmaktadır. Orada yer almak - almamak özlemde karşılık bulup - bulmaması ile mümkün olabilmektedir.
Kişisel ya da toplumsal gelişimin temelinde de aynı husus yatmaktadır. Zaman ve mekan açısından çok uzaklarda kalan, ulaşılması ancak masallardaki şartların bir araya gelmesi gibi ile mümkün olabilecek çağları aşıp gelen özlemler de bulunmaktadır.
Eskilerde sıkça tekrar edildiği gibi gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş. Mesafe artıkça gerçekler ile suretler birbirine karışmakta, hatta suretler realitenin önüne geçmektedir. Denildiği üzere suret göze hitap etmektedir. Adeta dijital bir gösteriye dönüşmekte, doğal kaynaklar haricinde eklenen efektler bireyi masal çağlarına taşımaktadır. Dirilişin suretine takılan program sona erdiğinde ana dönmek istenmemekte, ekrana dahil olmak mümkün olmadığından, daha doğrusu mecburiyetten rahatsız bir halde hayal görüntüsünü özleme aktarmaktadır.
Geçmişin ihtişamlı görüntüsünden uzaklaşmanın doğal sonucu olarak, başkalarının mutfağında pişirip sofraya konulan türlerin içinde biçilen rolde ne kadar başarılı olunursa olunsun, asla kendisiyle buluşma imkanı bulunmamaktadır. Ortaya ancak "gecekondu" türü diye isimlendirilen örnekler çıkmaktadır.
Ekran sayısının artması ile ihtişamlı günlerin gerçekten uzak bir hayalle aktarılmasının hemen sonrasında, çağın bitimi ardından tarihin en uzun süreli hanedanın kuruluşunun arka planının kültürümüze uygun bir şekilde dirilişe yansıtılması bir bütün olarak düşünülmelidir. Pilavdan dönenin kaşığı misali daha çok muhteşemler katara eklenmelidir. Yanlışlar, kusurlar, eksikler kasti bile olsa bir müddet sonraki çalışmaları tetikleyeceğinden doğrular, gerçekler reel bir şekilde peşi sıra kamuoyuna sunulma imkanı bulacaktır.
Milli egemenliğe dayalı yeni Türk devletinin kuruluştan itibaren, sektörel anlamda ekonomiye kamu desteğini genel ilkelerden birisi olarak kabul etmesinin ne kadar isabetli olduğunu TRT'nin geçmişten bugüne vücuda getirdiği anıt eserlerden takip edebiliyoruz. "Devlet" kelimesinin kültürümüzde sadece siyasi bir nitelik taşımadığını hepimiz kabul etmekteyiz. Rahatsız olunsa bile ancak onunla değer bulabiliriz.
Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında iktidarda bulunan, bir çok hesabın içinde ve hedefinde kalan II. Sultan Abdülhamit sinemayı dünya ile aynı anda izlemeye başlayarak ülkemize önemli bir kazanım sağlamıştır. Bir çok kulvarda, bir çok tuzakla, pek çok oyunla boğuşmak zorunda kalan bir devlet adamının sadece bugünü değil yarınları da görüp değerlendirmesi gerektiğini, bu sanat dalındaki adımlarıyla bir kere daha herkese göstermiştir. Onun zamanında başlayan etkinliklerden on sekiz sene sonraki faaliyetleri start sayma üzerinde düşünülmesi gereken bir husus olarak karşımızda durmaktadır.
Son yüz yirmi yılda kendimizi, kendimize ve dünyaya anlatmanın en zevkli ve en kolay sanat dallarından birisi sinemadır. Ancak başkalarının mutfakları bize uygun türler ortaya koymadığından adeta besin zehirlenmesine sebep olacak gelişmeleri tetiklemiştir. Bu sanat dalına "millî" kelimesinin eklenebilmesi için başlangıçtan itibaren tam üç çeyrek yüz yılın geçmesi gerekmiştir. O da sanatın merkezinden değil, Afyonkarahisar'ın Bolvadin kazasından kaynaklanan bir özlemden hareket etmiştir.
Milli sinema istisna yapımcısından, senaristinden, yönetmeninden, oyuncusundan salon işletmecisine kadar çok geniş bir yelpazeye sahip olan sektör Türklüğün genel hasletlerini taşıyamamıştır. Ekonomik açıdan baktığımızda sektörün devamı için kazancı esas almıştır. Durum böyle olunca aleyhimize gelişim gösteren kültür emperyalizminin en çok kullanıldığı tarik haline gelmiştir.
Sinema sektörü bütünleyici, kültürel iletişim kompleksidir. Öylesine bir komplekstir ki karşınıza edep, edepsizlik, ahlak, arzu, fantezi, tutku, gerilim, korku, cazibe, çekicilik, kahramanlık, hayranlık iç içe çıkıvermektedir. Onu kültürel açıdan değerlendirebilmek için sektörün her cephesinde kutlu bir özlemle yürünmelidir. Özleminin peşinde tutkuyla yürüyenler kompleksin gelişime lokomotif katkısı yaparlar. Maddi kazanımın peşinde koşmak gereksiz tekrarlardan dolayı çalışmalarını alışkanlığa dönüştürdüklerinden kazançlarının sabun köpüğü gibi ellerinin üzerinden kayıp gittiğini görmekte gecikmeyeceklerdir.
İnsanımız ayırma yerine bütünleşme eğilimindedir. Bütünleşmeye çalışırken çok defa karıştırma, karışıp gitme de söz konusu olabilmektedir. Konu sinema olduğunda gerek halk arasında, gerekse sanatseverler arasında enteresan sayılan bir çok örnekler bulunmaktadır. Tahlil yapılmaya çalışılırken tarih ile sahne ve dekor karmakarış bir halde içinden çıkılamaz bir hale dönüşüvermektedir. Görsel haliyle ticari bir unsur olan eserin arşiv kaynağı gibi algılanması, kolaycılığı körüklemektedir. Bu da beraberinde yanlışları tetiklemektedir.
Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında askeri teşebbüsler yanında maneviyat aleminin liderlerinin faaliyetleri; fikir ve bilim adamları tarafından dikkate alınmış, kabul görmüş kanaatlerdir. Her birinin değişik mekanlarda gerçekleştirdiği farklı çalışmalarının ulvi hedefi, insanlara ulaşmaktır. İnsana ulaşmanın bin bir çeşit yolu bulunmaktadır.
Yürüyüşü gerçekleştirenler farkında olmadan bir lidere dönüşmekte ve çevresini etkilemektedir. Onların tek gayesi, her şeyin yaratıcısı olan Mutlak Varlığa ulaşmaktır. Anadolu'nun maneviyat hamurunda göz ardı edilemeyen Yunus Emre kırk yıl boyunca yetiştiği dergaha odun taşımış ancak kapıdan geçirdiği yükü eğriden ayırmıştır. Göze hoş gelmeyi, geçiştirme yerine özünden seçmeyi tercih etmiştir.
Şeyh Hamid-i Veli de ekmek pişirerek yolculuğunu sürdürmüş, kendisine "Somuncu Baba" lakabını veren insanların ihtiyacını karşılama yolunu seçmiştir. Dediğimiz gibi hedefe yürüyüşte farklı yöntemler kullanılmış, çeşitli yollardan ilerlenmiştir.
Kültürümüzde bir kırığının telefi bile felaket kabul edilen ekmek, bereketin, sağlık, sıhhat, afiyetin, şükrün de esası kabul edilmektedir. Ona saygısızlığın karşılığı öbür tarafa kalmadan görülmektedir. Nimete gösterilen saygı da fakirliği ebediyen uzaklaştırmaktadır.
Gündemde film olduğundan onun üzerinden değerlendirme yapmaya çalışalım. Bir beyazperde eseri tabir yerindeyse zorunlu bir koalisyonla gerçekleşir. Birinin payı diğerlerinden daha fazla sayılamaz. İlk hamlenin kalemden dökülen yazıların birleşmesi ile oluşan eserden gelmesi doğaldır.
Filmler canlandırmadır. Oyuncuların daha önceki ürünlerde nerelerde çalıştığı dikkate alınmamaktadır. Reyting yapmasına bağlantılı olarak, yenilerinin, benzerlerinin çekilmesi de, çekimlerde görev alanlar da aynı statüde düşünülmüştür. Komedi görüntüsünde ya da uydurma bizden olmayan süperler ile berbatların alabildiğince pompalandığı ortamda, kültürümüzün mühim temellerinden ekmek üzerinden gönüllere köprü kurulmaya çalışılması son derece önemlidir. Aynı şekilde hormonların zirve yaptığı bir zamanda buğdayın işlevini anlamak da, anlatmak da bir hayli zor olsa gerektir.
On üçüncü yüzyıldaki yaşam mücadelesi ile Kınık siyasi organizasyonundan Kayı'ya köprü kuran, coğrafyamızın büyük erenler kervanına dahil olan Somuncu Baba Bursa'da meşhurdur. Malatya Darende'de medfundur. Film ise Aksaray Belediyesinin sponsorluğunda çekilmiştir. Bunu bir futbol taraftarlığına dönüştürmemek gerekir. Bundan sonra türbesinin bulunduğu Darende ziyaretçi akınının gerçekleşmesi kaçınılmaz görülmektedir. Daha önce de, ilgi çeken diziden dolayı Şehzade Mustafa'nın kabri aynı şekilde ziyaretçi akınına uğramıştı. Aksaray çekimlere ev sahipliği yapması elbette çok mühimdir. Abartılmaması şartı ile.
Medeniyetin kayıp çocukları, manevi iklimler ile bir şekilde buluşup ardından tekrar kayıp diyarlarda başka sistemlerin kurup geliştirdiği sahnelerin figüranlığını boynu büyük bir halde sürdürdüğünün farkına varmış mıdır? Vardığında küllerin altındaki kora ulaşması da fazla vakit almayacaktır.
Birkaç saatliğine de olsa, yakınlık hissettiği - özlemini çektiği bir güzellik ile bütünleşmek ulaşılması mümkün olmayan büyük bir hayal olabilir. Böyle olmakla beraber yitik hazineden kurtarılabilecekler, tahrip olmadan kalabilenlerdir.
Doç. Dr. Turan AKKOYUN
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm başkanı