İNGİLİZ DERİN DEVLETİNİN TÜRKİYEYİ BÖLMEK VE TÜRKİYENİN MUSUL VİLAYETİNİ GERİ ALMASINI ENGELLEMEK AMACIYLA ÇIKARTTIĞI: ŞEYH SAİD İSYANI
Kürdistan Türkiye'den bağımsız ayrılıp bağımsızlaştı. Ermeniler ile Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul'daki Kürt Kulübü Başkanı Seyit Abdülkadir ve Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa hizmetimizdedir. Amiral John de Robbeck, İngiliz Yüksek Komiseri, 26 Mart 1920, İstanbul [Ulubelen, Erol. İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye .]
Atatürk, 16/17 Ocak 1922’de Körfeze bakan tepe üzerindeki İzmit Kasrı’nda İstanbul’dan gelen gazetecilerle konuşmuştur.
Orada, Akşam gazetesi yazarı Falih Rıfkı Atay’ın bir sorusu üzerine Atatürk, Musul ve Kürtler konusuna değinmiştir:
Atatürk, “Musul, ulusal sınırlarımız içindedir. Bu ulusal sınır deyişini de ben bulmuştum” dedikten sonra şunları söylemiştir:
“…Musul’u da kendi topraklarımız içine alan sınıra ulusal sınır demiştim. Gerçekten o zaman Musul’un güneyinde bir ordumuz vardı. Fakat biraz sonra bir İngiliz kumandanı gelmiş ve İhsan Paşa’yı aldatarak orada oturmuş. Musul, bizim için çok önemlidir. Birincisi Musul’da sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları vardır. İkincisi onun kadar önemli olan Kürtlük sorunudur. İngilizler, orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Buna engel olmak için sınırı güneyden geçirmek gerekir…”
[Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Ankara, 1982, s. 45 (Sadeleştirilmiştir).]
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sir F.de Robeck, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a yazdığı 9 Aralık 1919 tarihli yazısında özetle; “ Mr. Hohler, Kürt meselesi hakkında Kürt Başkanı Şeyh Sait ve Abdulkadir Paşa ile görüştü. Kürtler bütün ümitlerini İngiliz Hükümetine bağlamış durumdalar. İngiliz Kuvvetleri; Kürtleri, Mustafa Kemal’e karşı kullanmak için her parayı ödemeye hazırdır…” (Ali Kemal Meram; Belgelerle Türk- İngiliz İlişkileri, Tarihi Kitaş Yayınları, İstanbul, 1969, s.230. )demekle İngilizlerin, Şeyh Sait ve ileri gelen Kürt liderleri ile irtibatta olduğu, Kürt vatandaşlarını Türk Hükümetine ve Mustafa Kemal Paşaya karşı kullaacaklarını açıkça ifade etmişler Cumhuriyetin kuruluşu sonrasında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Misak-ı Milli sınırları içerisinde bulunan zengin petrol yataklarına sahip Musul vilayetini anavatana katma girişimleri sömürgeci İngiltere Devletinin gözünü korkutmuş ve İngiliz Derin Devleti Türklerin Musul vilayetini geri almasını önlemek için İngiliz Derin Devletince kurulan Kürt Teali Cemiyeti üzerinden Şeyh Said isyanını çıkartarak Türkiyenin Musul'u alma girişimini engellemişlerdir.
Bu amaçla İngiliz Derin Devleti 1 Eylül 1918 tarihinde kukla bir Kürt devleti kurmak maksadı ile Vanlı Seyit Abdulkadir tarafından merkezi İstanbul olmak üzere Kürt Teali (yükselme) Cemiyetinin kurulmasını ve faaliyet alanlarının Diyarbakır, Elazığ, Bitlis, Van, Tunceli, Muş ve Kürt nüfuzu yoğun olan diğer il ve ilçelere de yayılmasını sağlamış,Söz konusu bu cemiyetin içinden, Seyit Abdulkadir başkanlığında eski Milletvekili Yusuf Ziya, Cibranlı Müstafi Albay Halid ve arkadaşları ile birlikte gizli bir Kürt bağımsızlık komitesinin kurulması, komiteye Hınıs’ta oturan Palulu Şeyh Sait ve ailesinin de dahil edilmesi sağlanmıştır.
Şeyh İsyanın temelinde İngilizlerin iç karışıklık isteği ve bölgesel çıkarları, Türkiyenin Misakı Milli sınırları içerisinde bulunan Musul'u anavatana katma girişimini engellemek amacıyla hilafet yanlılığı, din istismarı ve İngiliz Derin Devleti tarafından kurdurulan Kürt Teali Cemiyeti’nin bağımsız bir Kürt Devleti isteği vardır. Birinci dünya savaşının ardından birçok ırk bağımsızlık için adım atmıştır. İngiliz mandası altına girip bağımsız olduğu iddia edilen Kürt Teali Cemiyeti oluşturulmuştur. İngilizler Kürtleri bir araç olarak kullanıp isyanın büyümesini sağlamışladır.
Şeyh Sait olayını incelemeden önce isyanın perde arkasına yani Azadi teşkilatına bakmak gerek.
Fehmi Bilal gibi ateistlerden[1] oluşan Azadi teşkilatı kurulduğu andan itibaren Ankara Hükümetinin dikkatini çekmişti çünkü Hamidiye ağalarından ve bazı Osmanlı subaylarından bir kısmı bu teşkilatın içindeydi. Azadi teşkilatının üç amacı vardı:
-İngiltere desteği ile Kürtleri Türk Yönetiminden Kurtarmak
-İngiltere desteği ile Kürtlere (sözde) kendi ülkelerini kurma fırsatı vermek
-Kürtler tek başına ayakta duramayacaklarına göre, İngilizlerin desteğini kazanmak.
Bu amaçları gerçekleştirmek için ilk eylem olarak 1924’de Beytüşşebap Garnizonu’nu bazı Azadi teşkilatı mensubu Kürt subayların yardımıyla ele geçirmeye çalışacaklardı ama başarılı olamadılar. Çünkü:
Garnizon komutanı plandan önceden haberdar olarak elebaşları tutukladı ve ayaklanmayı bastırdı.
Yerel Kürt liderler ayaklanmaya Azadi’nin beklediği desteği vermedi. [2]
Amaçlarına ulaşamayan Azadi teşkilatı mensupları önce Irak’a geçip oradan da İngiltere devletiyle irtibat kurdular. İngilizler bu teşkilatın Türkiye’ye karşı kullanabilecekleri bir koz olduğunu fark etmişlerdi.[3]
Daha sonra Azadi teşkilatı tarafından düzenlenen kongreye katılan Şeyh Sait, Türk Devleti’ne karşı Ruslarla işbirliği yaparak çıkarılacak bir isyana ilk önceleri sıcak bakmayan Hamidiye Komutanlarını dini gerekçeler göstererek ikna etmiş[4], böylece isyanın alt yapısı 1924 yılında oluşturulmuştur.
Nakşibendi şeyhi Şeyh Sait’in 1925 yılında başlattığı isyan önce 7000 daha sonrada 30.000 kişiye ulaşmış bir hareketti.[5] İsyanın amacı Sultan Abdülhamid’in oğlu Mehmet Selim Efendi’yi başa geçirmek, böylece saltanat ve hilafeti tekrar geri getirmekti.[6]
İsyan çıktığında son padişah Vahideddin, bir Fransız gazetesine verdiği beyanatta isyancılara başarılar diliyordu.[7]
Şeyh Sait ve isyanın önde gelen diğer isimleri bölge insanının dini duygularını sömürerek ve onları kandırarak halkın cehaletinden faydalanmışlardı. Kazım Karabekir, halkın dini önderler karşısındaki cehaletini şöyle ifade ediyor:
“Aşiret bireylerinin reislerine karşı olan bağlılıkları cehaletlerinden ve reislerinin zalimane muamelesiyle talan edilecek şeylerden istifade fikirlerden ileri gelmektedir. Hükümetin kudret ve nüfuzu azaldıkça, aşiret reislerinin nüfuzu artar. Her aşiret reisi müstebit bir hükümdar gibi, bu nüfuzun ihlal edilmemesi için elinden gelen her şeyi yapar. Hükümet memurlarının münferit kişilerin dinlenmemesi ve kişilerin her türlü işlerini reisleri vasıtasıyla halletmeleri, reislerin nüfuzunu güçlendirir…[8]
Şeyh Sait, 13 Şubat 1925'de Piran Köyü'nde ayaklandı. İsyancılar burada bir jandarma teğmenini esir alıp bir eri şehit ettiler. Telgraf hatlarını kestiler. Piran'dan Eğil bucağına geçtiler. Bucak müdürüyle 10 jandarmayı esir aldılar. Daha sonra Genç hapishanesini ve jandarma dairesini bastılar, oradaki jandarmaları da esir aldılar. İsyancılar, 16 Şubat'ta Genç ilinin merkezi Darahini'ye saldırdılar. Burada üç gün üç gece kaldılar. Şehri yağmaladılar. Ziraat Bankası'na el koydular. Buradaki isyanı Ankara'ya bildiren öğretmen Mehmet Zeki'yi önce hapsettiler, sonra öldürdüler. Oradan Diyarbakır yolu üzerindeki Lice'ye hareket ettiler. Bu güzergah üzerindeki Hani bucağını ele geçirdiler. Lice-Hani, Çapakçur-Palu telgraf hattını kestiler. İsyancılar Çapakçur, Muş, Diyarbakır olmak üzere üç kola yarıldılar. Çapakçur Hükümet Konağı'na saldırıp orayı ele geçirdiler.
İsyancılar, 20 Şubat'ta, üzerlerine gelen Türk Ordusu'yla çatışmaya başladılar. 21 Şubat'ta Yarbay Cemil komutasındaki bir süvari alayını pusuya düşürüp esir aldılar. Ellerinde yeşil bayrak ve Kuran'larla ilerleyen asilere halk da yardım etti. 2 Mart'ta isyancılar Elazığ'ı ele geçirip yağmaladılar. 7 Mart 1925’te Diyarbakır’a “Kürdistan Krallığı Harbiye Bakanlığı” adresine yazılı bazı İngiliz silah fabrikalarının katolog ve mektupları gelir. Diğer taraftan Şeyh Abdullah, Muş cephesini tutarak Varto'yu aldı ve Erzurum'a doğru ilerlemeye başladı. Şeyh Sait ve adamlarının asıl hedefleri Diyarbakır'dı. 7 Mart'ta kendilerine katılan aşiretlerle birlikte Diyarbakır'a saldırdılar. Kuzey cephesinde surlar dışında yapılan savunmayla geri püskürtüldüler. Güney cephesinde ise içeriden yardım alarak şehre girmeyi başardılar. Fakat General Mürsel Paşa'nın gönderdiği süvari kuvvetleri asileri geri püskürttü.
Şeyh Sait ve eşkıyaları ilk kez 8 Mart'ta yenilerek geri çekildiler. Ordu birlikleri Varto, Elazığ ve Diyarbakır üzerinde temizlik harekatına başladı. Asiler dört bir yandan kuşatıldı. Nisan başında Silvan, Palu ve Piran asilerden geri alındı. Nisanın ikinci haftasında özellikle Tük Hava Kuvvetleri'nin operasyonlarıyla isyan bastırıldı. İsyanın elebaşlarından Şeyh Sait ve Seyit Abdülkadir yakalandı. Diyarbakır İstiklal Mahkemesi, 23 Mayıs 1925'te Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşını, 28 Haziran 1925'te de Şeyh Sait ve 46 arkadaşını idamla cezalandırdı. (Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, Ankara, 1994, s. 18, 22, 96-100, 129. Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, İstanbul, 1994, s. 67, 68. Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Ankara, 2009, s. 210. 211, 221, 222, 241, 253, 254. Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, İstanbul, 2007, s. 113-143.Doğan Avcıoğlu Milli Kurtuluş Tarihi 4. cilt)
13 Şubat 1925’te başlayan isyan üç aya yakın sürdü ve her iki tarafında çok sayıda kayıp vermesiyle sonuçlandı. İsyan sürecinde Şeyh Sait beklediği desteği göremediği gibi bir çok aşiret ve dini lider de kendisine karşı çıkmıştı. Hatta ilk başka isyana destek verip daha sonra pişman olanlar da vardı. Diyarbakırlı bir köylü bu konuyla ilgili şunları söylüyordu:
“Şeyh Sait isyanı başladığı zaman aşiretler köyümüze yaklaşınca köy dışından onları karşılamaya gittik ve bugünleri gösterdiği için Allah’a şükrettik. Onları köyümüze getirdik ve köyde herkes gücü kadar koyun kesti, gelenler buna razı olmayıp ‘bizim istediğimiz kadar keseceksiniz’ dediler… O gece zulümleri arttı. Bizi dövmeye başladılar. Az kaldı namusa tecavüz edeceklerdi. Sonra sabah Türk askerlerine yardım ettik ve o günden sonra birbirimize yemin ettik ki biz buna razı olamayız.”[9]
İsyan sırasında bir çok aşiret Şeyh Sait’e karşı mücadele etmiş ve Ankara hükumetine bağlılıklarını bildirmiştir.[10] Bölgede yaşayan 715 aşiretten sadece 50 tanesi Şeyh Sait’e destek vermiştir.[11]
Şeyh Sait mahkemede idamdan kurtulmak için isyanın organize bir olay olmadığını ve bir anda gerçekleştiğini söyledi. Amaçlarının ayrı bir devlet kurmak olmadığını, dini gerekçelerle bu olaya kalkıştıklarını ifade etti. Bütün bunlar Şeyh Sait’in idamdan kurtulmak için yaptığı manevralardı.
Prof. Dr. Ergün Aybars konuyla ilgili olarak şunları yazıyor:
“Ayaklanmanın Şeyh Sait’in dediği gibi, yalnız din ve şeriat gerekçelerinin uygulanmasının sağlanması için çıkmadığı; başlangıç ve gelişmesi sırasında verdiği emirler ve görevlerden, esir aldıkları asker ve subaylara ‘düşman askeri’, ayaklanmaya katılmayan Kürt aşiretlerine de ‘melun’ veya ‘Türk’ denmesi, Üçüncü Ordu Komutanlığı’nın eline geçen Şeyh Sait’e ait belgelerin üzerinde ‘Kürdistan Harbiye Nezareti, Kürdistan Reisi’ veya ‘Hükümeti’ başlıklarının kullanılmış olması, olayın basit bir amaca yönelik değil, geniş ve yaygınlığını gösteriyordu.”[12]
Şeyh Sait isyanındaki İngiliz parmağı, öteden beri konuşulan ve tartışılan bir konudur. Bu konuda somut bir delil olmamasına rağmen bir kısım olaylar ve belgeler İngilizlerin isyanı takip ettikleri ve bu isyanla şu veya bu şekilde yakından ilgilendiklerini ortaya koyması açısından üzerinde durulmaya değer bir konudur.
Özellikle Musul’un kaybedilmesiyle sonuçlanan Şeyh Sait olayındaki bir kısım gelişmeler tesadüf sınırlarının çok ötesindedir. Örneğin isyanın ilk günlerinde İngiliz silah fabrikasından Şeyh Sait’e gönderilen silah katalogları her ne kadar Mete Tunçay tarafından “bu silah fabrikası İngiliz hükümetinin onayıyla hareket etmemektedir[13]” diye yorumlansa da, Uğur Mumcu bu kanaatte değildir. Mumcu’ya göre o dönemde silah şirketlerinin hükümetten bağımsız davranması mümkün değildir.[14]
İsyan sırasında Bağdat’taki Fransız Yüksel Komiserliği’nin Paris’e gönderdiği raporda ise şöyle yazmaktadır:
“Şeyh Sait’in, 1918 yılından beri amacı İngiliz mandası altında bir Kürt devleti kurmaktır ve İstanbul Kürt Komitesine bağlı olarak çalışmaktadır… İngilizlerin Kürt politikasında temel unsur olan Binbaşı Noel’le ilişki kurmuştur.[15]
Şeyh Sait ister İngilizlerle işbirliği yapmış olsun (ki biz bu kanaatteyiz) isterse yapmamış olsun sonuç Türkiye Cumhuriyeti için Musul’un kaybedilmesiyle sonuçlanmıştır. İsyanın zamanlaması Şeyh Sait’in İngilizlerin güdümünde hareket ettiği yönündeki iddiaları destekler niteliktedir.
Nitekim, Mart 1925 tarihinde Fransa’nın Bağdat Yüksel Komiserliği’nden Dışişleri Bakanlığı’na şu rapor gönderilmiştir:
“Kürt ayaklanması (İngiltere için) bundan daha iyi koşullarda patlak veremezdi. Ayaklanma, Türklerin Musul üzerindeki iddialarını araştıran komisyonda Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru sağlayamayacağını gösterecekti.[16]
Aynı görüş Atatürk Araştırma Merkezi asli üyesi Prof. Dr. Ömer Kürkçüoğlu tarafından şöyle dile getiriliyor:
“Halifeliğin kaldırılmış olması, Kürtlerin ayaklanmasında önemli rol oynadığı gibi, Kürt unsurunun çoğunlukta bulunduğu Musul üzerindeki Türk iddiasını da zayıflatmıştır.[17]
İsyan bastırılıp Şeyh Sait ve adamları yakalanınca İstiklal Mahkemesi’nde yargılandılar. Davada 81 sanık bulunuyordu. Şeyh Sait’le birlikte 49 kişi hakkında idam kararı verildi. Hakkında idam kararı verilenlerden Salih oğlu Hasan, yaşı küçük olduğu için 10 yıl ceza aldı. On iki kişi beraat etti. Beş kişi hakkındaki ihbarların geçersiz olduğu ve davaya gerek olmadığına karar verildi. Diğerleri ise bir yıl ile 10 yıl arasında ceza aldılar.[18]
Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Şeyh Sait İsyanı; Türk inkılabının gücünün kanıtı olarak yorumlandı ve Şeyh Sait düşüncesi yok edilmedikçe memlekette huzur ve refahın kurulamayacağı belirtildi.[19]*[20]
ŞEYH SAİD İSYANI ATATÜRK'ÜN MUSUL'U TÜRKİYEYE KATMAK İÇİN PLANLADIĞI VE UYGULAMAYA KOYDUĞU MUSUL HAREKATINI ENGELLEDİ
23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılmasının ardından kurulan hükümetin hedefi, düşmanı “harîm-i ismet”inde boğarak, Misâk-ı Millîyi gerçekleştirmekti. Mondros Ateşkes Antlaşmasının imzalandığı gün Osmanlı ordusunun denetiminde bulunan bölgeleri ifade eden Misâk-ı Millînin güney sınırlarını TBMM’nin açılışından yaklaşık bir hafta sonra Gazi Mustafa Kemal Meclis kürsüsünden şu şekilde ifade ediyordu: "Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, İskenderun'un cenubundan (güneyinden) geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik!" Misâk-ı Millî sınırlarını bu şekilde netleştiren Mustafa Kemal Paşa, Musul’u Kerkük’ü ve Süleymaniye’yi Anadolu’nun bir parçası olarak tanımlıyordu.
İngiliz İşgali:
Osmanlı Devletinin I. Dünya savaşının sonunda yaptığı Mondros Mütarekesi sırasında Kerkük merkez hariç, Süleymaniye ve genel olarak Musul vilayeti 6. Ordu komutanı Ali İhsan Sabis Paşanın denetimi altındaydı. Ancak mütarekenin 7.maddesi itilaf devletlerine gerekli gördükleri yerleri işgal yetkisi vermekteydi. İngilizler de bölgedeki Hristiyan halkın katledildiği bahanesi ile Musul’un boşaltılmasını Ali İhsan Paşadan istediler. Ali İhsan Paşa her ne kadar bu teklifi reddetmiş ve direnmişse de sonrasında İstanbul’dan gelen emir üzerine kuvvetlerini Musul’dan Nusaybin’e çekmek zorunda kaldı. Şehrin boşaltılmasının ardından İngilizler 10 Kasım günü Musul’u işgal ettiler.
İngilizler Musul işgal etmelerine rağmen uzunca bir süre bölgeye hakim olamadılar. Bölgedeki aşiretler özellikle Kerkük ve Süleymaniye halkı İngiliz hakimiyetine sıcak bakmıyorlardı. Nitekim bölge halkı Kürtler, Araplar,Türkmenler Türkiye’nin tarafında yer aldılar ve TBMM’nin açılmasıyla beraber Milli Mücadeleyi desteklediler.Bölgede hakimiyet sağlamakta güçlük çeken İngilizler Nasturi ve Asuruileri himaye etmeye başlarken Fransızlar da Ermenilere dayanmak zorunda kaldılar.
İngilizlerin Musul, Kerkük ve Süleymaniye şehirlerinde hakimiyet kurmak için gerektiğinde havadan bombalamalar yaptığı tarihlerde Anadolu’da Milli Mücadele başlamıştı. Doğuda Ermenilere karşı Batıda ise Yunanlılara karşı önemli başarılar kazanılmaktaydı. Anadolu’da mücadelenin başarıyla devam ettiği bu tarihlerde milli sınırlar içinde ifade edilen Kerkük, Süleymaniye ve Musul da TBMM’nin hedefi arasındaydı. Bölgenin İngiliz işgalinden kurtarılması için 1 Şubat 1922 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına Revandiz bölgesine bir kısım kuvvet gönderilmesi emri verildi ve bu görev için Milis Yarbayı Özdemir Bey görevlendirildi.
Özdemir Bey'in Faaliyetleri:
TBMM hükümeti Özdemir Bey’i görevlendirmeden önce de Musul konusu sürekli bir şekilde TBMM’nin gündemindeydi. Revandiz bölgesindeki aşiretlerin TBMM’den yardım talepleri vardı. Bölgede yaşanan düzensizliğin kalkması için memur ve asker gönderilmesini istiyorlardı. TBMM de bölgeye belli sayıda asker göndermekten geri durmamıştı. Hatta bu askerler aşiretlerle beraber Revandiz’e saldıran İngilizlere karşı mücadele etmişlerdi.
Mustafa Kemal Paşanın ve TBMM hükümetinin Musul, Kerkük, Süleymaniye konusunda gösterdiği kararlılığın teşebbüse dönüştüğü en önemli hareket ise Özdemir Bey’in buraya gönderilmesi oldu. Erkanı Harbiye-i Umumiye Riyaseti bölgeyi, bölgedeki aşiretleri bilen ve yine bununla beraber çete faaliyetlerinde başarılı, Antep’te Kuvay-ı Milliye komutanlığı yapmış Milis Yarbayı Özdemir Bey’i bu göreve atadı. Özdemir Bey bu göreve gönderilirken aynı zamanda Musul’a taarruz için hazırlıklar da yapılmaktaydı. Özdemir Bey 22 Haziran 1922de Hakkari üzerinden Revandiz’e ulaştı. Bölgedeki aşiretlerle birlikte İngilizlere karşı önemli başarılar elde ederek Süleymaniye’ye girdi. İngilizlerin hiç beklemedikleri bu mücadeleye karşı yapabilecekleri ise sınırlıydı. Yeterli askeri kuvvetleri bulunmadığından bu şehirleri günlerce havadan bombalamak yoluna gittiler.
Özdemir Bey’in bölgedeki bu faaliyetleri sırasında Anadolu’dan Yunan kuvvetleri atılmış ve Lozan Konferansı başlamıştı. TBMM Musul, Kerkük ve Süleymaniye’nin konferansta Türkiye’ye bırakılabileceğini düşündüğünden geniş çaplı askeri bir operasyonu istemiyordu. Yine de Lozan’da görüşmelerin çıkmaza girme ihtimalinin yükselmesi üzerine Atatürk'ün direktifi ile Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, El cezire cephe komutanlığına Musul’a yapılacak muhtemel bir taarruz için hazırlıkların yapılması emrini veriyordu.
Lozan'da tıkanan görüşmeler ve beliren savaş ihtimali:
Lozan konferansındaki görüşmelerin önemli başlıklarından biri Musul meselesi oldu. İsmet Paşanın başkanlığındaki heyet konferansta Musul, Kerkük’ün demografik yapısını rakamlarla ifade ederken bölgenin çoğunluğunun Türk olduğunu, Kürtler ve Araplarla beraber ise Anadolu’nun bir parçası olduğunu savunuyordu. Lord Cruzn ise İsmet Paşanın istatistiklerinin doğru olmadığını bölgede Türklerden çok Kürtlerin ve Arapların bulunduğunu öne sürmekteydi. Musul üzerinde bu tartışmalar yaşanırken gündeme gelen konulardan bir tanesi de bölgenin petrol zenginliğiydi. İngilizler, Türklerin petrol zenginliği için Musul’u istediklerini öne çıkartarak konferansa katılan diğer devletleri de kendi taraflarına çektiler ve diplomatik üstünlüğü ele geçirdiler.
'Paşa ordunun başına otur'
Konferansta Musul konusunun bu şekilde hararetle tartışıldığı günlerde 2 Ocak 1923’te Mustafa Kemal Paşa TBMM’de şunları söylüyordu: “…Musul vilayetinin hudud-ı millimize dahil araziden olduğunu biddefaat ilan ettik. Lozan’da elyevm (bugünkü günde) karşımızda ahz-ı mevki etmiş olanlar bunu pekala bilirler. Vatanımızın hudutlarını tayin ettiğimiz zaman büyük fedakârlıklara katlandık. Menafiimize mugayir (menfaatlerimize aykırı) olmakla beraber müsalemet perverane (barıştan yana) hareket ettik. Artık milli arazimizden en ufak bir parçasını bizden koparmaya çalışmak pek haksız bir hareket olur. Buna kat’iyen muvafakat etmeyiz”. Mustafa Kemal Paşanın bu açıklamalarının benzerleri milletvekilleri tarafından da ifade edildi. Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey, TBMM’de yaptığı heyecanlı bir konuşmada; “Paşa, ordunun başına otur, başka işin yoktur. Başkumandanlık vazifesini ifa et ve hudutlara bayrağımızı rekzet, bayrağını süngünü İngiliz’in gırtlağına daya! diyordu.
Lozan’daki görüşmelerin çıkmaza girmesi, Özdemir Bey’in Musul’da yoğunlaşan faaliyetlerine karşı İngiliz ordusunun saldırılarının artması Türkiye’yi İngiltere ile savaş noktasına getirmişti.
Sonu belirsiz savaş yerine diplomasi:
İngilizlerle savaş ihtimalinin belirdiği 1923 Şubatında Mustafa Kemal Paşa ise savaştan uzak durulması düşüncesindeydi. Musul’a yapılacak bir harekatın ülkeyi sonu belirsiz bir savaşa sürükleyeceğini ifade etmeye başlayan Mustafa Kemal Paşa askeri seçenek yerine konunun konferansta çözülmesinin gerekliliğini öne çıkarmaya başladı. Kesilen Lozan görüşmelerinin tekrar başlamasının ardından Musul’un geleceği sonraya Türkiye ve İngiltere arasında yapılacak görüşmelere bırakıldı. Buradan bir netice çıkmaması halinde ise konunun Cemiyet-i Akvam’a götürülmesine karar verildi.
Lozan konferansından sonra başlayan ikili görüşmelerden de bir sonuç çıkmadı. İngilizler petrol bölgesi olan Musul ve Kerkük civarını Türkiye’ye bırakmayacaklarını açıkça ifade ettiler. Türkiye bölge ile ilgili tezlerini Cemiyet-i Akvam’da da savundu. Ancak bu tarihlerde Türkiye’nin doğusunda çıkan Şeyh Sait isyanı ve hemen ardından bölgeye yönelik uygulamalar, Türkiye’nin öne sürdüğü en önemli tezin yani Kürtlerin de Türkiye’ye bağlanmak istediği tezinin zayıflamasına sebep oldu. Nihayetinde Türkiye 1926 yılında Ankara Antlaşması ile Musul üzerindeki haklarından vazgeçmek zorunda kaldı. [21]
Araştırma ve Derleme: Fatih Mehmet Yiğit
Yararlanılan Kaynaklar:
[1] Hamit Bozaslan, “Kürt Milliyetçiliği ve Kürt Hareketi, 1889-2000”, Milliyetçilik, ed: Tanıl Bora/Murat Gültekingil, s. 849
[2] Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, 2. baskı, s. 92
[3] Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, 2. baskı, s. 92
[4] Martin van Bruinessen, Agha, Shaik and State, s. 281
[5] Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Boğaziçi Yayınları, Ankara, 1992, s. 104
[6] Geoffrey Lewis, Modern Turkey, Londra, 1974, s.98
[7] Ahmet Emin Yalman, Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 2. baskı, İstanbul, 1977, cilt 2, s. 994
[8] Kazım Karabekir, Kürt Meselesi, s. 11-53
[9] Hüseyin Koca, Yakın Tarihten Günümüze Hükümetlerin Doğu-Güneydoğu Anadolu Politikaları, Mikro Yay., Konya, 1998, s. 98
[10] Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, Tekin Yayınevi, 1991, s.103
[11] Hüseyin Koca, Yakın Tarihten Günümüze Hükümetlerin Doğu-Güneydoğu Anadolu Politikaları, Mikro Yay., Konya, 1998, s. 82
[12] Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, 1920-1927, cilt I-II, İleri Kitabevi, İzmir, 1995, s. 315
[13] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, 1923-1931, Yurt Yayınları, Ankara, 1981, s. 130
[14] Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, Tekin Yayınevi, 1991, s. 216
[15] Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, Tekin Yayınevi, 1991, s.168
[16] Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, Tekin Yayınevi, 1991, s.97
[17] Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, AÜ SBF Yayınları, Ankara, 1978, s. 290-291
[18] Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, 2. baskı, s. 97
[19] Aybars, İstiklal Mahkemeleri, 1920-1927, cilt I-II, İleri Kitabevi, İzmir, 1995, s.310-327
[20]Yasin Çolak Şeyh Said İsyanı adlı makale: isyani/
[21]Atatürk Araştırma Merkezi,Özdemir Bey’in Musul Harekatı ve İngilizlerin Karşı Tedbirleri (1921-1923),Mim Kemal Öke, Musul-Kürdistan Sorunu Cemal Kemal, Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Musul Meselesi,Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri,TBMM Gizli Celse görüşmeleri,Dünya Haber Bülteni
(Fatih Mehmet Yiğit/dan/ AyRe Pltl Facebook sayfasından)