Ölümsüz bir Fransız kadının İstanbul'daki esrarengiz macerası(ÖLÜMSÜZ KADIN FİLMİ) Bir araba Mevlanekapı kara surları boyunca aheste aheste ilerlerken, kadın şarkıcının sesinden duyulan “Çok memleketler gezdim aman, buradan güzeli yok” dizeleri ile açılan 1963 yapımı l’Immortelle (Ölümsüz Kadın) filmi, hayal ile gerçekliğin birbirine girdiği planları, esrarengiz kötücül adamları, korkutucu çocukları ve anlaşılması güç kurgusuyla İstanbul’u bir sürreal hikâyenin kahramanı haline getiriyor.Hangi görüntünün rüya, hangisinin anı, hangisinin yaşanmakta olan gerçeklik olduğunun tüm film boyunca belirsizliğini koruduğu senaryo esasında basit bir öyküye dayanıyor; bir Fransız adam İstanbul’da iş bularak kendine Beyköy diye adlandırdığı Boğaz semtinde bir ev tutuyor ve şehrin hayatına dahil olmaya çalışıyor. İlk andan itibaren yardımına son derece şık kıyafeti, dirseğine kadar çektiği eldivenleri ve üstü açık beyaz arabasıyla cazibeli ve esrarengiz bir kadın yetişiyor. Kadının sarfettiği “Efsanelerin Türkiye’sine gelmiş bulunuyorsunuz” cümlesi ve onu gideceği yere götürme teklifiyle başlayan bu tanışıklık, ikilinin İstanbul’un ahşap evli Arnavut kaldırımlı geleneksel mahallelerinde, camilerinde, mezarlıklarında gezmeleriyle sürüyor.André isimli Fransız adam için kadın, İstanbul’la simbiyoz içinde bir figür, o ne kadar esrarengiz, baştan çıkarıcı, suskun ise İstanbul da aynı özelliklere sahip. Adının Lale olduğunu söyleyen (ki Lucille olduğunu sonradan öğreniyoruz), camide alışılmadık bir kıyafet olan şık elbisesi ve eldivenleri ve açık saçları ile dua eder gibi bir hava takınarak bir tür kültür yağmacılığı (cultural appropriation) yaptığı iddia edilebilecek bu karakter, bir yandan da Oryantalizm üzerine ilginç saptamalarda bulunuyor. Bu sahte Lale devamlı surette André’nin İstanbul’a bakma şeklini sorguluyor, onun kartpostallarda gördüğü su üzerinde yüzen saraylar, harem, dansözler gibi imajlara kapılarak İstanbul’a geldiğinden emin olduğunu fakat gördüğü her şeyin aslında tamamen sahte olduğunu vurguluyor. Şarkiyatçılık üzerine konuşulan bu anlarda, ironik ve alakasız bir biçimde uzun süren bir “dansöz ve ona aç gözlerle bakan erkekler” sahnesinin başlaması da filmin bir ters köşesi olarak algılanabilir. Bunu takip eden vapur seanslarında Lale durmadan André’ye önünden geçmekte oldukları köşkleri, camileri, konakları gösterek “Bunların hepsi sizin hayal gücünüz” demesi, plajdaki yürüyüşlerinde “Bakın gemilere, sizce padişah için Sicilya ve Portekiz’den cariyeler getiriyorlar değil mi?” şeklinde sorularla André’ye takılması filmin gerçeküstü doğasına gönderme yaparken, Oryantalist fikirlerin de sorgulanmasına izin veriyor. Sultanahmet Camii için “eski göründüğüne bakmayın savaştan sonra yeniden inşa edildi, turist rehberlerine inanmayın” gibi bir açıklama yapan ve surların bile Bizans’tan kalmadığını öne süren Lale, restorasyona inanmadığını surlara kurulmuş bir restorasyon iskelesine işaret ederek ve “bakın şu anda inşa ediyorlar” diyerek gösteriyor. André’nin itirazlarını kabul etmeyerek “sadece adı farklı, ha baştan inşaat ha restorasyon” tarzı sözlerle tarihi bir kalıntının restore edildiğinde gerçekliğini kaybedip etmediğini de tartışmaya açıyor. Lale’nin André’ye Dolmabahçe Cami’ni göstererek “bu cami gibi görünüyor ama bir deniz müzesi” açıklamasını getirmesi de İstanbul’un gerçekliğini sorguladığı anlardan biri; zira 1948-1961 yılları arasında cami Deniz Müzesi olarak kullanılıyor.Statik kadın planları ile yine İstanbul’u merkeze koyan bir Metin Erksan filmi olan Sevmek Zamanı’nı anımsatan filmde Edirnekapı mezarlığı bir dekor olarak sıklıkla kullanılıyor. Surların dibinde, alabildiğine geniş bir çayır üzerinde dört bir yana dağılmış eğik mezar taşları, Lale’yi ölümle özdeşleştirmek ve şehrin binlerce yıllık tarihine vurgu yapmak adına ideal bir seçim. Lineer gitmeyen senaryoda, hiçbir zaman tam olarak ne yaptığı hatta gerçekte var olup olmadığı kesinleşmeyen, film ilerledikçe kötü adamların elinde fuhuş ağına düşmüş bir kurban olabileceği izlenimi de verilen Lale, filmin sonunda bir köpeğin önüne çıkmasıyla kaza yaparak ölüyor. Peşinden kadının hikayesini çözmek adına dedektifliğe girişen André de bir sonuç elde edemiyor ve tamir ettirdiği Lale'nin arabasıyla o da aynı yerde aynı köpek yüzünden kaza yaparak hayatını kaybediyor. Soruların cevapsız kaldığı ve yoruma açık filmde İstanbul, gerçeküstü bir senaryo için ideal arka planı oluşturuyor.André’nin evinin dekorunun, haremde müzik yapan kadınlar ve hat tabloları ile bir de çinili vazodan meydana gelmesi, film boyunca neredeyse bir müzikalden beklenecek kadar Türkçe sözlü şarkı kullanımı, Fransızca konuşabilen tespih satıcılarıyla İstanbul’un Magreb şehirlerine yaklaştırılması, suyu çıkarılmış bozuk Türkçeli iki büklüm antika satıcısı tiplemesinden ve en çarpıcısı filmin afişlerinden birinde yarı çıplak bir kadın ve o kadını içeri hapseden oymalı demir bir pencereden, diğerinde ise bir dansöz figüründen faydalanılması da bu devamlı surette Oryantalizmi sorgulayan filmin kendisine bol bol Oryantalist katman ekliyor.AçıklamaL'Immortelle Türkçe: Ölümsüz Kadın'Alain Robbe-Grillet'in yönettiği 1963 uluslararası ortak yapım drama sanatı filmi. 13. Berlin Uluslararası Film Festivali'ne katılmış ve Berlin Festivali'nde Prix Louis Delluc'u kazanmıştır.(Vikipedi)Yayın tarihi: 27 Mart 1963 (Fransa)Yönetmen: Alain Robbe-GrilletSenaryo: Alain Robbe-GrilletFilm müziğinin bestecisi: Michel Fano, Georges Delerue, Tahsin KavalcıoğluÖdüller: Louis Delluc Prize for Best Film(Vikipedi)TÜRK OYUNCULAR VE TÜRK BESTECİLER:Sezer SezinTürk kadın rolünde antikacı rolündeVahi ÖzAyfer FerayAyrıcaBelkıs MutluOsman TürkoğluNuri GençTahsin Kavalcıoğlu (Tahsin Kavalcıoğlu film müziğinin üç bestecisinden biridir.)Ve;Bu kadar Türk sanatçıya rağmen Fransız- İtalyan ortaklığı olan bir fim gösterisi olmuştur.(Filme ait bilgiler Vikipedi ve Bihter Sabanoglu/ https://www.pardon.ist/yazilar/search/.hash.bihtersabano%C4%9Flu’dan alınmıştır)