Uzun yolculuklarda keskin, duraksamaksızın, etkili ilerleme, siniri diri tutma zarureti bulunmaktadır. Mesafeden dolayı irili-ufaklı ana ve banliyo istasyonlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Lojistik destek, gereksinimleri karşılama gibi her birinin farklı, göz ardı edilemeyecek fonksiyonu vardır. Tali molalarda olaylar doğru okunamadığı ya da gözden çıkarılamadığı için bırakılamayan ağırlıklar çok geçmeden içeriden ve dışarıdan herkesin fark ettiği kambura dönüşmekte, uzun yolculuğu çekilmez hale dönüştürmekte, vazgeçilemez kabul edilen bazı unsurlardan acılarla ayrılışa zemin hazırlamaktadır.Türklüğün tarih yolculuğu yerli - yabancı, dost - düşman toplumların gözü önünde cereyan edip gitmektedir. Tek başına göğüslemekten çekinmediği nice badireler atlatmış, göze alınamayacağı düşünülen hamleler yaparak yürüyüşünü sürdürmüş, görmezlikten geldiği, öncelik vermediği bu yüzden küçümsediklerine karşı zaman zaman "dağ gibi yığılmış" kalmıştır. Sahneden kayboldu, atıldı, silindi dendiği sıralarda, korunup çoğaldığı yaylalardan çıkış arayıp demir dağları eriterek aniden ve yeniden dünyanın liderliğine geçivermiştir.Fransız devriminin ortaya çıkardığı, Avrupa mutfağında hazırlanarak pişirilip beşeriyet sofrasına servis edilen ideolojilerden milliyetçiliğin en yıkıcı etkisini şüphesiz Türkler yaşamışlardır. Bedelini oldukça ağır ödediği ihtilalin hemen başlarında umursamaz bir tavır takınmıştı. Dış güçlerle mücadelenin yanında onların desteğinde harekete geçen yüzyıllardır güvenliklerini sağladığı unsurların içten içe yürüttüğü yıkıcı, parçalayıcı, bölücü, arkadan hançerleyici, yakıcı, insanlığın hiçbir yönünde haklı görülemeyecek vahşiyane isyanlarını göğüslemek durumunda kalmıştır.Çok uluslu devletlerin sonunu getiren bu fikrin cihan egemenliğinin yürütücüsü üzerinde böylesine yıkıcı olmasının belki de en önemli sebebi Avrupa'nın temeli kabul edilen dinin mensuplarının mühim bir kısmının alternatif bünye içinde, huzurlu bir şekilde, birlikte yaşıyor olmasındandı. Siyasi anlamda İslami bir devlet egemenliğinde bulunmalarına mukabil, kadim, geleneksel, insani ve inanç bakımdan kültürlerini hiç bir zaman göremedikleri kadar rahat bir ortamda sürdürmekteydiler. "Rahat batmaktadır" denilen belki de bu olsa gerektir."Vefa" bir semtin adı değildir deyişinden hareketle, toplumların gönüllerinde olması gereken insani kadim bir duygunun toplumsal açıdan da etkili olması beklenirken adeta kendi sonlarını hazırlarcasına girdikleri yolun sonunda kendi yaptıklarının yanında bir hiç olması gereken bazı uygulamalarla varlıklarını sürdürme gayretlerine girebilmişlerdir.Her şey dünyanın gözü önünde cereyan etmiştir. Dolayısıyla gerçekleri örtbas etmenin imkanı ve anlamı yoktur. Uygulayıcı devlet ve görevlilerinin hiç zaman böyle bir gayret içinde olmadıkları açık bir şekilde görülmektedir.Tarihini kaleme almamakta gösterdikleri ısrarla, adeta milli bir kimlik ortaya koyanları başkalarının tarihlerini ortadan kaldırma, yok gösterme gayretleri zaten olamaz. Coğrafyanın her tarafında at koşturmuş ama böyle bir uygulamaya girmemiştir.Realiteden hareket edildiğinde büyük götürücüler kendilerini kamufle edebilmek için dublörler kullanırlar, başka unsurları gündeme taşırlar. Böylelikle hem açık vermemiş hem de muhtemel muhalif gelişmeye karşı tavır geliştirmiş olur. Öldürücü, zehirli düşünceler sihirli, cilalı kavramlar ve aletlerle takdim edilirler.2015 yılından elli, sonra bir elli yıl daha geriye gidildiği takdirde Türk milletinin başına örülmeye çalışılan lokal olmaktan çoktan çıkan uluslararası bir problemle yüz yüze bırakıldığı bir hareketle karşılaşılmaktadır. Göz ardı edilmemiş olsa bile küçümsediği açık olan olayın tek bir cephesinin olmadığı gün gibi aşikardır.Hiçbir dönemde kendilerini, yaşam tarzını, yaptıklarını, bırakın dışarıya, içeriye bile aktarma yönünde bir politika izlemeyen bir toplumun mensubu olarak yaşıyoruz. Belki de bu sebebin etkili olmasından dolayı tarihinin hemen her devresinde yabancıların kaynaklarına müracaatı kaçınılmaz olmuştur. Danimarkalılar, Fransızlar, Avusturyalılar, İngilizler, Amerikalıların ilgilendiği kadar kültürleriyle ilgilenmemişlerdir. Durum böyle olduğunda çağdaş dünyada gündem belirleyen kamuoyu oluşturma, onu etkileme, yönlendirme konusunda iletişim kanalları kapalı kalmıştır. Kendi yağıyla kavrulan bilim de giderek içine kapanmış, zaten zor, güç bela ulaştığı verilerden çıkarttığı sonuçları dışa kapalı bir şekilde tuttuğundan aklı selim neticelerden de uzak kalınmıştır.Bilim adamları dünya standartlarında olsa bile yürüttüğü proje ve çıkarttığı sonuçları yabancı literatüre sunmadığı zaman sadece kendini kandırır bir hale gelmektedir. Belki de bu husus ayrı yazı konusu edilmelidir.1896 yılında ilk defa insanlığı önüne çıkan sinema olgusunu aynı yıl padişah Yıldız Sarayına getirtebilecek kadar devrin önünde, toplumun üstünde olduğunu bir kere daha göstermiş olduğu kanaatindeyiz.Çok geçmeden insanlığın tamamını saran bir "büyü imparatorluğu"nun kurulması, bilhassa kadın ve gençlerin sürüklendiği perde çılgınlığı yüzyıldan daha fazla bir zamandan beridir etkisini sürdürüp gitmektedir. Nice hayaller, peşine düşülen gerçek olmayan yolda kabusa dönüşmüş, sinsi tuzaklarla donanmış yolda servis aralarında başkalarının hesaplarına eklenen kirli lekelerle uçurumlarda yok olup gitmiştir.Sinemanın ayrı bir endüstri olduğunu söylememize gerek bile yoktur. Endüstri kabul edildiğine göre girdisi, çıktısı, maliyeti, kazancı, geri dönüşümü, kasaya dahil olma zamanı ayrıca hesap edilmektedir. Tasarı, çekim ve kasa aşamalarına bir müddet mola ekleyerek serüvenin geçmişine değil daha farklı yönlerine bakılmalıdır.Bu molada maddi kazançtan ziyade kamuoyu meselesine dikkat çekmeye çalışacağız. Cumhurbaşkanlığı'nın himayesinde Türk Tarih Kurumu'nun da katkılarıyla Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından Ankara The Green Park Hotel'de düzenlenen Tarihsel Veriler Temelinde 100. Yılında 1915 Olaylarına Hukuki Bakış Uluslararası Sempozyumu'na katıldığımda kalburüstü bir organizasyonla karşılaştığımı söylemeliyim.Tebliğlerin sunulduğu oturumun hemen sonrasında tarihi, uluslararası hukuk açısından yerli ve yabancı seçkin bilim adamlarının ele aldığı konuda sinemadan yararlanılmamasının hukuki bir sebebi olup olmadığı sorusuna, "önemle not düşülmesi gereken bir husus olduğu, bu konuda diğer toplumların yaptığı gibi bizim de sinemadan yararlanmamız gerektiği" cevabı dikkate değerdir.Uluslararası platformlara taşınmış konularda ciddi senaryo ve tekniklerle çekilecek olan filmlerin hem maddi kazanç sağlayacağı, hem de dünya kamuoyunda aleyhimize olanların en azından bir kısmının tarafsızlığa geçebilecekleri ortadadır. Durum böyle olunca durup dinlemeden, bıkmadan aynı istikamette ilerlenmesi sinema sanatının gelişimine de katkı sağlayacaktır.Hukuk dışında her yolu deneyenlerin bilinçsiz davranmadıkları anlaşılmaktadır. Zira Hukuki açıdan ülkemizin eli bir hayli kuvvetlidir. Sinemanın büyülü etkisi ile daha da güçlenmemesi için her hangi bir sebep bulunmaktadır. İşte tam bu noktada senaryo yazarının, yönetmenin kültürel birikimi ile milli şuuru ön plana çıkacaktır. Kültürel kimliği dert edinmeyen sektörün kasa cephesinden yaklaşması bile uluslararası bir kazanç olacaktı.Birbirinden farklı unsurların bir arada yüzyıllarca yaşamasının kişiden, aileden, köyden, kasabadan, şehirden hareket eden her konuda ilgi çekici bir şekilde ortaya konulabileceği imkansız bir tasarı değildir.Acılar üzerine geleceğini inşa etme gayretine girenler mutlu ve huzurlu bir dünyaya katkı yapamayacaklardır. Onun yerine bir araya gelme, birlikteliği kuvvetlendirme, yeni acıları engellemede eskilerinden ders alacak bir şekilde yararlanılmalıdır. Düzenbazlığın, isyancılığın, kadim değerlere saldırının, ekmeğini yediği millete kan kusturmanın, beslendiği tekneyi pisletmenin, hıyanet yarışının sonunda alınmak zorunda kalınan tedbirlerin tek taraflı bir şekilde toplumsal diriliğin sağlanmasına yönelik girişilen yöntem hukuki olmadığından bugün değilse bile yarın mutlaka kendi ayaklarına dolanması kaçınılmazdır. Ebedi bir şekilde toplumsal varlıklarını sürdürmelerini sağlayanlar da elbette kör değildir. Zira tarihin en başından beridir mevcudiyetini her türlü düşmana karşı sanki belirsiz, başı boş bir şekilde koruyanlar karşısında çok da şansları bulunmamaktadır. Dünya kamuoyu hakem olarak belirlendiğine göre ona ulaşmanın en çağdaş yolu belirttiğimiz gibi sinema olacaktır. Mutlaka bu sanat dalında eserler sıralanmalı, mesafe alınmalıdır.Şu ana kadar yürüdüğümüz anlayış çizgisinde kısa bir mola verelim. "Ne olur bir kere de batıdan önce düşünelim, düşündüğümüzü uygulayalım" diyen bilim ve fikir adamının hasretini giderelim. Olmuyorsa denedik öyle değilmiş diyerek yeni ufuklara yelken açalım ne dersiniz?Doç. Dr. Turan AKKOYUNAfyon Kocatepe ÜniversitesiAtatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı