KUYULU MESCİDİ
Abdülkadir KALENDEROĞLU Akmescit (Mevlana, Zaviye Sultan) Mahallesi’nde, Kuyulu Camii Yokuşu Sokak ile Türbe Caddesi’nin kesiştiği köşede olup 48. pafta, 206. ada ve 1. parselde yer alır.Cumhuriyetten önce bu mahalle “Ardıç Mahallesi” adı ile anıldığı için bu mescit de “Ardıç Mahallesi Mescidi” diye anılmaktadır. Geniş bir avlu içerisinde bulunan mescit, Selçuklu dönemi eseridir. Minare, temelindeki bir kuyu üzerinde inşa edilmiş olduğundan “Kuyulu Mescit” adını almıştır. Tek kubbeli mescitlerin yapılmasına Anadolu Selçukluları devrinde Orta Anadolu’nun Konya, Akşehir gibi yerleşme merkezlerinde başlanmış, Batı Anadolu’da Beylikler ve Osmanlılar devrinde yaygın bir şekilde devam edilmiştir. Fonksiyonlarına göre bu Selçuklu yapıları “türbe-mescit” ve sadece “mescit” olarak iki grupta değerlendirilmektedir. Kuyulu Mescit de, ikinci grup mescitler içinde yer alır.Küçük kare planlı olarak kesme taştan yapılan caminin inşa kitabesi yoktur. Ancak cami ile minarenin konumları ile inşa malzemeleri incelendiğinde her iki yapının farklı dönemlerde yapıldığı anlaşılmaktadır. Selahattin Özbey, “Minare önceleri mevcut bir yapıya ait iken daha sonra bu yapı yerine şimdiki cami inşa edilmiştir” demektedir.Camiye kuzey yönündeki etrafı kesme taş söveli, basık yuvarlak kemerli ve iki kanatlı ahşap kapıdan giriş sağlanır. Girişin önü ahşap saçaklı olup üzeri kurşunla kaplıdır.Dış duvarları kesme taştan yapılmış olan harim, kare planlı olup kubbe yedigen kasnak üzerine oturur. Kubbeye geçiş Türk üçgenleri ile olup kubbe dıştan kurşunla kaplıdır. Harim, doğu, batı ve güney yönlerdeki taş kemerli ikişerden altı, güney ve batı yönünde de üstte iki küçük pencere ile aydınlanır. Kapıdan girişin sağ tarafında yerden biraz yüksekte, etrafı ahşap korkuluklu müezzin mahfili yer alır. Bu kısımdaki ahşap merdivenlerle kadınlar mahfiline çıkış sağlanır. Ahşap tabanlı ve ahşap korkuluklu olan Kadınlar Mahfili’ni sekiz adet ahşap direk taşır.Mihrap daha önce mermerle kaplı iken 2007–2008 yılındaki restorasyonda bugünkü alçı süslemeli hale getirilmiştir. Minber ise güneybatı köşede olup ahşaptır.Anıtsal bir görünüme sahip tek şerefeli minare, kuzeybatı köşede olup altı basamaklı merdivenle girişe ulaşılır. Tuğla örgülü minare beden duvarı üzerinde çıkıntı yaparak çatıdan itibaren yükselir. Kaidede dört sıra taş örgüden sonra dönüşümlü olarak almaşık örgü tekniğinde bir sıra taş, iki sıra tuğla kullanılmıştır. Pabuçtan silindirik gövdeye yıldızvari üçgenlerle geçilir. Minare gövdesi yeşil sırlı tuğlalarla baklava dilimi şeklinde süslü olup Selçuklu eseri olduğunun delilidir. Şerefe altı kirpi burnu şeklinde olup yukarıya doğru çıkıntı yaparak genişler. Şerefe korkuluğu kesme taş bloklardan olup petek gövde gibi tuğla örgülü, sivri külâh ise kurşun kaplamalıdır. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 17–11–1978 tarih ve A–1404 sayılı karar ile tescillenerek koruma altına alınan cami, değişik tarihlerde tamir ve restorasyon geçirerek zamanımıza kadar gelmiştir. Bilindiği kadarıyla; 1949 yılında bilinen ilk onarım yapılmış, 1954 yılında mihrabı yenilenmiş, duvarlar mermerle kaplanmış, caminin kuzey cephesindeki iki katlı, altı son cemaat yeri, üstü kadınlar mahfili olan kısım ilâve edilmiş, 1975 yılında avlu duvarı yapılmış, 1977 yılında içteki bölüntülü yer yapılmış, 2004 yılında kubbeler kurşun ile kaplanmış, caminin içi ve dışı yeniden ele alınarak tamir ve bakımı yapılmış, son olarak da; 2007–2008 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Başçeşme Camii ile birlikte 249.000.00 TL harcanarak esaslı bir restorasyonu yaptırılmıştır. Bu restorasyonda; sonradan ilave edilen kuzey cephedeki iki katlı ve üç kubbeli son cemaat kısmı yıkılmış, kadınlar mahfili içeriye alınmış, camiyi rutubetten korumak için batı ve güney kısmına drenajlar yapılmış, bahçede, kuzeydoğu köşeye tuvalet, bunun batı duvarına da dört musluklu abdest alma yeri ilâve edilmiştir.Caminin kuzeybatı köşesinde iki tane kabir olduğu belirtilmektedir. Ancak şimdi bir tane mezar vardır. Bu mezarın Sultan Divani’nin müritlerinden Nuh Efendi’ye ait olduğu söylenmekte, Nuh Efendi’nin de önceleri yanında olup şimdi mezarı olmayan kişi ile yaren olduğu ifade edilmektedir.