HALK HAREKETİNE KARŞIDIRLAR

Bir halk hareketi olarak doğup gelişerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, bir devrim idi. Halkı yanına alarak askerler tarafından gerçekleştirilen 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin üzerinden de yarım asır geçti.15 Temmuz 2016’ a değin dinci akımların iktidar hırsından yararlanarak birlikte yürüyenler, yol arkadaşlarının kendi canlarına kast etmeyi dahi tasarlayarak ayaklanmalarını, yeni bir devrimin başlangıcı sayıyorlar.Özellikle her 27 Mayıs haftasına girdiğimizde, liberal etiketlisinden Haçlı irtica Müslüman’ına, Soros solcusundan Batıcı Kürt milliyetçisine dek bilumum mandacı-işbirlikçi takımı, holding medyası üzerinden 27 Mayıs’a karşı bir ‘Haçlı Seferi’ düzenliyorlar ve karşıdevrim cephesi, 27 Mayıs haftasını bile beklemeden hücuma geçiveriyor.Anımsayacaksınız: Bir zamanlar Aksiyon Dergisi; 27 Mayıs haftasındaki sayısında kullanacağı “saldırı hakkını saklı tutarak”, ateşe daha Mayıs Ayı’na girmeden, Nisan’ın sonunda başlamıştı.Mayıs’ın 1’i ile birlikte ise, NTV Tarih Dergisi, Umran Dergisi ateşe başladılar. Aydın Doğan’ın Yayınevi; hazırlığına çok önceden başladığı saldırıda, Nazlı Ilıcak’la saflarda yerini aldı. Bunları, ortak bir konferansla, Soros beslemesi Helsinki Yurttaşları Derneği ve Türkiye’deki Alman vakfı Heinrich Böll Stiftung izledi.27 Mayıs, 12 Eylül darbesiyle girilen gericilik yıllarında, tarihimizdeki her renk ve meşrepten, adlarının başında “sol”, “sosyalist”, “emek/emekçi”, “özgürlük”, “demokrasi” vb sıfatlar bulunanlar dadahil karşı devrimcinin en çok saldırdığı devrimci hareketlerden biri oldu.“Hepsi de askeri darbedir ve antidemokratiktir” yaftalamasıyla, 27 Mayıs’ı 12 Mart ve 12 Eylül’le aynı kefeye koyarak saldırdılar.Garip ve acı olanı; 27 Mayıs’a, ‘sol’ adına, ‘solculuk’ adına saldıranların tutumudur. Bunlar, “insan hakları savunucusu”-“sivil toplumcu” Batıcı solculuğun kuyruğunda hidayete erip, bugünün our boyslarıyla ağız birliği ettiler.Oysa 27 Mayıs; gençliğin, aydınların, basının, CHP ve CKMP muhalefetinin, DP iktidarının parlamenter faşizme yönelen tutumuna karşı yükselen mücadelesinden güç alarak gerçekleşmişti.12 Mart ve 12 Eylül ise, sistemin denetiminden çıkma “tehlikesi” taşıyan kitle mücadelesini zapturapt altına almak ereğiyle gerçekleştirilmiştir.27 Mayıs, DP iktidarının bastırdığı ve ikide bir tırpan attığı solun önünü açtı; 12 Mart ve 12 Eylül, 27 Mayıs’ın açtığı kanaldan filizlenen sol’a tırpan salladı. 27 Mayıs işçi haklarını ve sendikal özgürlükleri genişletti. 12 Mart ve 12 Eylül ise, işçi sınıfı önderlerini, sendikacıları hapse attı. Sendikaları faaliyetten alıkoydu ve kapattı; grev ve toplusözleşmeyi yasakladı.TÜSİAD patronlarına, Halit Narin’in ağzından; “Şimdiye dek “27 Mayıs’tan beri onlar işçiler gülüyordu, şimdi gülme sırası bizde” dedirtti.27 Mayıs parlamentoda, 1946’dan sonra ABD ile imzalananı gizli ikili anlaşmaların hesabını sordu. 12 Mart ve 12 Eylül ise, ABD’nin “our boys”dediklerinin emir-komuta zincirinde gerçekleşti. Türkiye limanlarını tekrar 6. Filo’ya açtı. TSK’nin NATO’ya ve Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığını sağlamlaştırdı.12 Mart ve 12 Eylül’ün generalleri, emekli olur olmaz holdinglerde kapılandılar. 12 Eylül’ün beşlisi kendi içinden, Dünya’nın en zengin beş generalinden birini çıkardı. 27 Mayıs’ın liderleri ise, ölünceye değin, salt devletten aldıkları emekli maaşları ile ellerinde file, çarşı pazar halkın içinde oldular.Ayrıca, “sivil inisiyatifin” DP iktidarınca işlemez hale getirilen en temel mekanizmasını (parlamenter çoğulculuğu ve parlamenter yoldan iktidar değişikliğini) yeniden işler hale getirdiler.Demek ki, 27 Mayıs, aynı zamanda askeri inisiyatife (ordunun tepesine) karşı bir isyan hareketi olarak gelişmiştir. “Askeri inisiyatifin”, parlamenter faşist bir diktatörlüğü gerçekleştirmenin gücü olarak kullanılmasına karşı olan, onu bertaraf eden bir hareket olarak tarihteki yerini almıştır.Parlamenter çoğulculuğu korumak ve yeniden işletmekle de kalmamış, onun sınırlarını daha da genişletmiştir.27 Mayıs, Cumhuriyet tarihinin ikinci büyük aydınlanmasının yolunu açtı. Türkiye’nin düşünce ve kültür hayatı çeşitlendi, zenginleşti. Bilimsel araştırma ve yayınlarda patlama yaşandı. Üniversiteler idari ve bilimsel özgürlüklere kavuştular.12 Mart ve 12 Eylül ise, 27 Mayıs’ın özgürleştirdiği üniversiteleri “anarşi yuvası” olarak damgaladı. Üniversiteleri, Türkiye’nin en kıdemli Amerikancılarından İ. Doğramacı’nın YÖK’ü elinde, dinci kadrolarla doldurdu ve adeta Kuran Kursları’na dönüştürdü. Tarikat ve cemaatlerin önünü açtı.12 Eylül döneminde; sol, bağımsızlıkçı, yurtsever düşünceler taşıyan bütün yayınlar yasaklanırken, dini yayınlarda patlama yaşandı. Atatürk’ün “Bursa Nutku” yasaklanırken, Fethullah’ın Sızıntı’sının bütün okullara, yurtlara sızmasının önü temizlendi.DP iktidarının basın üzerindeki kurduğu baskı, Türk basın tarihinin, gazetecilik ve iletişim okulları ders kitaplarında büyük bir bölüm işgal eden en karanlık sayfalarını oluşturur. Sansürlenen sayfalar, kâğıt tahsisi kesilen gazeteler, iktidar veya “büyük müttefik” ABD ve NATO ile ilgili hoşa gitmeyen en küçük haber ve yazı yüzünden kendisini Tahkikat Komisyonu önünde ve hapishanelerde bulan gazeteciler, 1950’li yılların ikinci yarısındaki basın yaşamının adeta sıradan olayları haline gelmişti.27 Mayısın 50 yıllık ömründeki kaderi, tarihteki tüm devrimlerin sonu gibi olmuştur. 27 Mayıs; gericiliğin egemen olduğu yıllarda geminin bordasından atılmış, üzerinde ‘darbe’ naraları atılmış, lanetlenmiştir.Bugün de böylesi bir dönemi yaşıyoruz; darbe karşıtlığıyla iktidarlarını sürdürenler, devrim yapmakla göneniyorlar…12 Eylül darbesi ile girilen dönemde, birçok konuda olduğu gibi demokrasinin içeriği ve askeri ve sivil olanla ilişkisi konularında da bilimsel ve tarihsel gerçeklikten uzaklaşan, büyük bir kavram çarpıtması yaşanmaya başladı.2000’lerin ilk on yılı biterken, dünya yeni bir devrimci kabarışa sahne olmaya başlamıştır. Türkiye, bu kabarışı 1920’lerdekine benzeyen bir devrimci durum sürecine girerek yaşıyor.27 Mayıs hareketi, Türk siyasal sistemine ve demokrasi tarihimize en ilerici, demokratik ve hukukun üstünlüğü ilkesini yaşama geçiren bir anayasayı kazandırmıştı. Ancak, kimileri 27 Mayısı; antidemokratik, milli iradeye karşı çıkan, sürekli tenkit edilmesi gereken bir askeri darbe olarak gösterdi. Bu yargılara varanlar toplumların gelişim tarihini, demokrasinin gelişim sürecini iyi anlayamayan ve özümseyemeyen kişiler olduğu elbette ortada. Bunlar için asıl olan, Meclis’teki sayısal çoğunluk değil mi?Toplumlarda dönüşüm ya tabandan, ya yukarıdan, ya da yandan, yani dış etkilerle olur. Yukarıdan başlatılan ABD eksenli Sorosçu dönüşümler darbe ve ihtilâllarla, tabandan başlatılanlar ise halk hareketleriyle anılıyor.1839 Tanzimat ve 1876 Anayasası daha ziyade Avrupa’nın dayatma ve etkileriyle olmuştur. 1908 2. Meşrutiyet bir avuç aydının mücadelesi sonucu gerçekleşmiştir.1921 Anayasası emperyalizme karşı savaş veren Anadolu ihtilalının ürünüdür ve bir ihtilalAnayasasıdır.1924 Anayasası, aydınlanma düşüncesini ve çağdaşlaşmayı Türk toplumuna getirmek isteyen devrimcilerin yaptığı bir anayasadır.27 Mayıs; emir komuta zinciri çerçevesinde değil, genç subaylar tarafından gerçekleştirildi. Hatta bu genç subaylar Genelkurmay Başkanı’nı tutukladılar. 27 Mayıs daha sonraki 12 Mart ve 12 Eylül gibi dış destekli ve soğuk savaşın ürünü bir hareket değildir.12 Mart muhafazakâr ve tutucu; 12 Eylül 1980 hareketi ise tam anlamıyla Kemalizm’e karşı devrim darbeleridir.Emperyalistler halk hareketlerini sevmezler, karşıdırlar. Kontrolü güçtür. Bu nedenle bu üç hareket aynı kefeye konularak değerlendirilemez. Çünkü 27 Mayıs hareketi, gençliğin yoğun olarak özgürlükler yönünde harekete geçmesi ve ordunun genç subaylarının birlikte yaptıkları bir atılımdır. Halktan da çok büyük destek bulmuştur.Demokrasinin temeli olan siyasal örgütlenmeyi kabul etmiş ve “Siyasal partiler, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez unsurlarıdır” kuralına yer vermiştir.Hukukun üstünlüğü ilkesini siyasal ve toplumsal yaşamımıza getirmiş, yasaların yargısal denetimini sağlayan Anayasa Mahkemesi’ni kurmuştur. Rejimi, anayasanın kabul ettiği Cumhuriyetin temel felsefesinden ve çağdaşlaşma yolundan koparıp terse götürmek isteyen siyasal oluşumlardan korur.Bu gün bile; 1961 Anayasası gibi ilerici anayasaların, oy kaygısı taşıyan politikacılar eliyle yaratılması olanak dışıdır. Ülkedeki sıkıntı da buradan kaynaklanmaktadır.Bu günün karmaşasını onlar yaratmadı mı?Devrim yapmaya kalkışacaklarına, seçim yasasını demokrasiye uygun hale getirselerdi, halka yapılan bu mezalim yaşanır mıydı?Çözüm, elbette demokrasi ve hukuk düzeninin halktan yana adil kurulmasında!27 Mayıs 1960 devrimi ile 15 Temmuz 2016 olayları, işte bu hukuksal ve toplumsal çerçeve içerisinde değerlendirilmelidir.15 Temmuzdan sonra “devrim yapıyoruz” inancına bürünenler, halktan korkarak yetki gücünü tek elde toplamaya çalışanlar; halk, ulus, devlet ve demokrasi adına ne denli yanlış içinde olduklarını görmek durumundalar.Gerçek acı, ama durum bu!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri