Uzunca bir yazı okuyacaksınız. Sabredebilirseniz tabii…Suudi Kaşıkçı’dan, ezilen kitle olmak, baskılar, sendikalaşmak, halk mücadelesi, işçi sınıfı, Sokrates, Cezayirli Cemile, dolayısıyla da olsa kadın… ve unutturulmaya inat hatırlamak!Şu sıralarda memleketin değil tüm dünyanın konusu “Kaşıkçı” konusu. Neydi Kaşıkçı konusu?
“Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'dan, Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'na girdiği 2 Ekim'den bu yana haber alınamıyor. Türk yetkililer, Kaşıkçı'nın öldürüldüğü ihtimali üzerinde dururken, Suudi yetkililer ise bu iddiaları yalanlıyor.” (BBC News Türkçe, 10 Ekim 2018, 14.20)
Bütün bunlar “nedir, ne olacak, ne olabilir?” konularını hep birlikte medyadan takip edip öğreneceğiz.Tabii ki hepsi bizim meselemiz.Ben uzun zamandır göze getirilmeyen, ülkenin uyuşturulduğu EMEK konusundan DEM VURMAK istiyorum. Çünkü her yerde olduğu gibi medya da afyonlanmış, korkutulmuş, uyuşturulmuş, uyuşmuş durumda.Her birinde ne hikâyeler var dedirtecek MESELELER yaşıyoruz şu anda.“Ezilen kitleler, baskıya uğrayan milyonlar, sömürülenler, anası ağlayanlar örgütlü olmadığı müddetçe hiçbir çözüm ufukta görünmüyor. Çözüm, sendikasından siyasi par-tisine, sivil toplumuna kadar “yepyeni ve birleştirici bir ruhla” örgütlenmek ve medyanın üzerindeki ölü toprağını silkelemesi ile mümkündür. Neredeyse tüm kale burçları tek tek işgal edilmiş ve iktidar eline düşmüş medyayı savaşıp geri almadan, düzeni savunmayan esir olmayan siyasi partilerin yönetimlerini sağlıklı alternatiflerle değiştirmeden, emekçilerin gerçek emek örgütlerinde sendikal örgütlenmesini sağlamadan kimse bu iktidardan kurtuluş olabileceği rüyasını görmesin.” (Zafer Arapkirli, Manzara-i umumiye ve çıkış yazısından, Cumhuriyet 8 Ekim 2018)Kendi çıkarları yerine ya ülkedeki ve dünyadaki magazin konuları ya ülkenin su/sabun konuları ya da zaman öldüren gereksiz, basit parti kavgalarıyla gündem doldurmak, değiştirmek durumları...“… Hâlbuki daha ortalıkta emperyalizm tartışmaları yokken Marx, monarşilere karşı Cumhuriyetçi halk hareketleriyle başlayan 1848 devrimlerinden Paris Komününe kadar uzanan gelişmelerle ilgili çalışmalarında, etnik bir özellik atfetmeden kullandığı ulus kavramının içeriğinin onu benimseyen sınıfın, sınıflar ittifakının çıkarlarına göre belirlendiğini anlatıyordu. Gerçekten de, Manifesto ’da vurgulandığı gibi, işçi sınıfının vatanı yoktu ama proletarya ulusaldı. Proletarya (siyasi mücadele içindeki işçi sınıfı) kendi çıkarlarını ulusun çıkarları katına yükseltebilir, “ulus” adına, iç ve dış güçlere, dış güçlerin işbirlikçilerine karşı, bir “halk” mücadelesinin önderliğini üstlenir, böylece ‘ulusal’ olanın içeriğini belirleyebilirdi. (Engin Yıldızoğlu, Küreselleşmecilik-Ulusalcılık yazından, Cumhuriyet 8 Ekim 2018)Diyeceksiniz ki ağır koşullar var. Hapishanelerde yer kalmadı.Hepsi doğru!İşte bu yüzden yazının başlığına EMEKLE BİTER YEMEK dedim. Her şey gibi aşk da, iş de, emek de inanç ve çaba gerektirir. En sonu ölümdür. Ötesi yok!İşte Kaşıkçı olayı önümüzde. Tahmin edilen doğru çıkarsa ‘ölüm’, ötesi var mı?Bilinen hikâyeyi tekrarlayacağım:“Sokrates, yargıçların verdiği ölüm kararını büyük bir soğukkanlılıkla dinler ve acı acı gülümseyerek:“Eğer biraz beklemiş olsaydınız, ölümüm tabiat kanunu gereği kendiliğinden gerçekleşecekti. Görebileceğiniz gibi yaşım ilerledi. 70 yaşındayım. Bu uzun bir ömürdür. Bugün dünyamızda 50 yaşını gören insan azdır.Şimdi hepinize değil ama yalnızca beni ölüme mahkûm edenlere söylüyorum: Sizin istediğiniz gibi konuşup yaşamaktansa, kendim gibi konuşup ölmeyi tercih ederim.Katillerim olan sizlere bildiriyorum ki, benim dünyadan ayrılmamdan hemen sonra bana verdiğiniz cezadan çok daha ağırı sizleri bekliyor olacaktır.Sizi suçlayanlardan kaçabilmek ve yaşamlarınızın hesabını vermemek için beni öldürtüyorsunuz. Ama sonuç beklediğiniz gibi değil, bütünüyle başka türlü olacaktır.Eğer insanları öldürerek birinin sizin kötü yaşamlarını kınamasının önüne geçebileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu kaçış yolu ne olanaklı, ne de onurludur.Fikirleri, düşünceleri öldüremezsiniz!En soylu kurtuluş yolu başkalarını ortadan kaldırmak değil ama kendini değiştirmektir.”Böyle konuşan Sokrates, ölümün aslında bir iyilik olduğunu düşünür, “Bunu ummak için çok büyük bir neden var” der ve şöyle devam eder: “Ölüm şu iki şeyden biri olmalıdır:Ya bir hiçlik ve hiçbir şey duymama durumudur...Ya da dedikleri gibi ruhun bir değişimi ve bu dünyadan bir başkasına geçiştir.Şimdi eğer hiçbir şey duyulmadığını ama düşlerin bile rahatsız etmediği bir uyku gibi olduğunu düşünüyorsanız, ölüm anlatılamayacak kadar büyük bir kazanç olacaktır.İddia edildiği gibi gerçekten öbür dünya varsa, o dünyada, ne olursa olsun, bir insanı düşündüğü ve sorular sorduğu için öldürmezler.Beni ölüme mahkûm edenlere kırgın değilim. Her kişi yaratılıştan iyidir. Kimse bile bile kötü değildir. Her kötülük bilgisizlikten gelir! Cahil insanlar kendilerine bile düşmandır, başkalarına karşı iyi olmaları nasıl beklenebilir? Sadece iyi bir şey vardır: Bilgi... Sadece kötü bir şey vardır: Cehalet! Onlar gerçekte bir hiç iken, bir şeymiş gibi davranıyorlar. Bana hiçbir kötülük yapmış değiller. Gerçi beni mahkûm etmekteki amaçları kötülük yapmaktır ama yine de onların bana iyilik yaptığını düşünüyorum. Benim için en iyisi şimdi ölmek ve sorunlardan kurtulmaktır. Ayrılma saati geldi ve hepimiz kendi yollarımızda gidiyoruz. Ben ölmeye, siz yaşamaya... Hangisinin daha iyi olduğunu yalnızca Tanrı bilir!” Çok uzun bir yazı oldu, biliyorum ama diyeceklerim henüz bitmedi.Giyotine kahkahalarıyla meydan okuyan kadın: Cezayirli Cemile’den bahsetmeden bu konu kapatılamazdı. Yazının başlığındaki YEMEK yenemese de başkaları için EMEK gerektiğinin bilincinde olanları unutamayız.Fransız sömürgesi altında Cezayir’de bir mahkeme. Cemile Bouhired yaralı ve işkence görmüş halde hâkim karşısında. Karar: Giyotinle idam. Salonda herkes gözyaşlarına boğulurken, idam cezası verilen 22 yaşlarındaki orta boylu esmer kadın kahkahalarla gülmeye başlıyor ve herkesi şaşkına çeviren kahkahalarının ardından tarihe geçecek şu sözleri söylüyor: “Bizi öldürmekle Cezayir’in bağımsızlığına kavuşmasını engelleyemeyeceksiniz.”Unutturulmaya inat hatırlamak.- yüzyılın ortalarında Fransız sömürgeciliğine karşı verilen Cezayir bağımsızlık savaşına binlerce kadın katıldı ancak, katılan erkekleri yazan eril tarih kadınları unutturmak için özel bir çaba sarf etti. ‘Ezilenlerin tarihi biraz da unutulmaya karşı direnmektir’ sözünün doğrulamasındaki gibi özgürlüğün parlak yıldızlarından olan Cemile Bouhired (Djamila Bouhired), önce sömürgeciliğe direndi ardından ise ülkesinin erkekleşmiş tarihinin unutturmaya çalıştığı hafızalara karşı hala direniyor.